Her insanın umutla beklediği bir yaz vardır. Suların durulacağı, her şeyin yoluna gireceği bir yaz. Fakat bazen de yolundan çıkar hayat. Sular taşar, fren tutmaz ve bazı çiçekler susuz kalır. İşte bu yüzden "son" ve "yaz" sözcüklerinin buluşması ince bir hüzün taşır.
Son Yaz fragmanını izlediğim ilk günü hatırlıyorum. Ali Atay, Funda Eryiğit, Alperen Duymaz... Henüz cast seçimiyle bile seyirciyi yakalamış ve merak çıtasını Everest'e taşımıştı. Hikaye yeni değildi. Anlatanlar ise gıcır gıcırdı.
Ege'nin mis gibi havasına aşkın tozu karıştı. Alperen Duymaz her sahneyi beşle çarpan bir yetenek. Onu izlerken onun duygusuna girmemek imkansız. Soner'le gelişen dostluğu, savcı ile kurulan hisli bağı ve izini sürdüğü aile olma duygusu seyirciyi Akgün Gökalp Taşkın'ın yolculuğunda yan koltuğa oturttu.
Canan ve Selim aşkı... Küllenmiş gibi görünse de bir küçük kıvılcıma bakan o incelikli tutku. İki kurgusal karakter olduklarına kim inanır? İki dev ismi her hafta film kalitesinde bir performansla seyrettik. Tadı damağımızda.
Senaryoya burun kıvırdığımız, izlemeyi bırakıp sadece dinlediğimiz bölümler oldu. Ama biter bitmez telefona sarılıp sevdiklerimizle kritize ettiğimiz ve sonrasını merakla beklediğimiz bölümler de oldu. Bu çelişkili yanı bile Son Yaz'ı kişisel tarihimde altın kaplı raflara yerleştirmeme yetti.
Ve bir gün hikayede direksiyonu kırmak gerekti. Son Yaz evrenine sessiz bir büyü gibi hayat katan Canan seyirciye veda etti.
Funda Eryiğit'in ayrılığı benim için işin finaliydi. Buradan sonrasında işin mafyatik bir çizgiye kayması kaçınılmazdı. Böyle derin bir yasın karanlığa bulaşması sürecin tabiatında vardı.
Final bölümünde Canan'ın katilinin açıklanmayışı seyirciyi iki ihtimale sürükledi. Ya bu sitem içeren bir tepkiydi ya da yapımcılar dijitale selam çakıyordu. Her iki koşulda da Son Yaz'ı hatırlamak için hafızanızı birazcık kurcalamanız yeterli. Muziplik, aşk ve deniz kokusu size göz kırpar.
O yazın şarkıları hepimizindi. Şimdi kimsenin değil.
Ama anahtarın yerini biliyorsunuz...
Güzel günler.