Sen Çal Kapımı: Bir insanı sevmek, onun hikayesini sevmektir

Sen Çal Kapımı: Bir insanı sevmek, onun hikayesini sevmektir
Bir diziyi sürekli izlemenin en güzel tarafı hikâyeye ve karakterlere ilişkin bir hafızanızın oluşmasıdır. Anlatılan hikâye ve karakter ile aranızdaki güçlü bağın ve her hafta ekran başınıza geçmemizin büyük bir sebebi de budur aslında. Ama son iki bölüm ben kendimi bu ortak hafızanın dışındaymışım gibi hissettim; çünkü benim hafızamda Serkan ile Eda’nın teknede beraber zaman geçirdiklerine, Serkan’ın arkadaşlarıyla görüştüklerine ve Serkan’ın kafede bir masa kiraladığına ilişkin herhangi bir bilgi yok. Dolayısıyla senaristler bizim dizi hafızamız dışında bir geçmiş yarattıklarında ben oradaki duyguyu hissedemiyorum ve hikayeyle bağ kuramıyorum. Anlatılmak isteneni anlamama rağmen başka bir hikâye izliyormuşum gibi geliyor. Bölüm ile ilgili yazıma öncelikle bölüm sonrasında bende hafif kekremsi bir tat bırakan ve hafif bir kırgınlık yaratan bu hissimi yazarak başlamak istedim.
 
Serkan hep bildiğimiz Serkan aslında; bildiği yolda yürüyen, değişmez ve mutlak olduğuna inandığı doğruları olan ve aklı her şeyin üstünde tutan bir erkek. Bilinmezlik her zaman korkutur insanı, tanımadığı duygu ve hislerle başa çıkması zordur. Serkan, kafasından atamadığı ve yönlendiremediği bu duyguları yadsımayı yani yok saymayı tercih ediyor. Eda ile ne zaman güçlü bir duygu yaşasa hemen ertesinde Eda’ ya karşı sert veya soğuk davranarak yani aralarına mesafe koyarak bu histen kurtulabileceğini, her şeyin kendi kontrolü altında olduğu düzenine geri dönebileceğini düşünüyor. Aynı şekilde aşkın gücünü hala küçümseyen Selin de ikisinin arasına mesafe koyarsa bu aşkı bitirebileceğini düşünüyor. Ama ‘Aşk ateşe, mesafe ise rüzgâra benzer. Eğer küçükse ateş, rüzgâr söndürür onu, ama büyükse ateş büyütür de büyütür’ der Mevlâna.
 
Hayat bir hikayedir ve bir insanı sevmek onun hikayesini sevmektir’ der Martin Heidegger. Eda’yı farklı ve güçlü yapan şey onun kendi hikayesini yazması yani kendi hayatını yaşamasıdır. Serkan, aklının tüm karşı koyuşlarına rağmen kalbinin yönlendirmesiyle ve büyük bir merakla bu hikâyeyi öğrenmeye çalışıyor ve her geçen gün bu hikâyeyi daha çok seviyor. Selin’e gelince; o Eda’nın hikayesini yaşamaya çalışıyor. Yani bu hikâyenin Eda’sı olmaya çalışıyor. Elimizdedir aslında bir hikâyenin öznesi ya da nesnesi olmak. Selin gibi başka bir hikâyeye zorla dahil olmaya çalışırsanız, gün sonunda sadece bir nesne olursunuz ve mutsuzluğunuzun başlangıç noktası da budur. Serkan, Selin üzerinden Eda’yı kıskandırmaya çalışıyor ve ona aslında iyi bir âşık olduğunu göstermeye çalışıyor. Selin ise tüm bunların farkında olmasına rağmen sesini çıkarmıyor.
 
Serkan hafızasını kaybettiğinden beri; bu hikâyenin belirleyicisi, yani yazarı Eda aslında. Mesela; Eda, Serkan’ı öpmeseydi Serkan Selin’e evlenme teklif etmeyecekti. Aynı şekilde, Deniz ile sahte nişanlılığı ve düğün tarihini belirlemesiyle de bu oyunun kurucusu Eda. Ama işte bir hikâyenin başrolü olmak çok kolay değildir, beraberinde pek çok acı getirir. Eda, ateşe atlamaktan korkmuyor ama doğal olarak da yanıyor yani canı acıyor. Ama Eda’yı Eda yapan şeyler bunlar; cesareti ve yanmayı göze alması. Ve acı çektikçe daha da güçleniyor ve Serkan’ın ilgisini daha fazla çekiyor. Her ne kadar onlar iki inatçı keçi olarak, birbirlerini yaralamaya çalışırken aslında kendileri yaralansalarda, aşk kendi yolunu buluyor ve bir barakada yan yana huzur içinde uyumalarını sağlıyor. 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER