“Özgürlüğün geldiği
gün,
O gün ölmek yasak…”
Demiştir, Cemal Süreya bir şiirinde. Bu bir amacın, bir
yaşama umudunun haklı serzenişidir. İnsan özgürlüğü, aşkı, umudu olmadan nasıl
yaşar yaşarsa da o hayat gerçekten bir hayat olur mu? Bilinmez…
Netflix’in uzun zamandır gündemdekiler kısmında yerini
koruyan dizisi Spartacus, yaşama tutunmak için bir amacı haklı bir davası olan
ve aynı zamanda da aşka ve özgürlüğe adanan hayatların hikayesini anlatıyor.
Spartacus Dizisi, MÖ 73-71 yılları arasında yaşamış, Roma
Cumhuriyeti’ne karşı büyük köle ayaklanmasını başlatmış ünlü Trak gladyatörün
hayatından izler taşıyor.
Spartacus, karısı Sura ile birlikte henüz Roma
Cumhuriyeti’ne katılmamış köylerinde yaşarken bir sabah Roma’nın ileri gelen
birliklerinden birinin baskınına uğrarlar. Spartacus, köyünü ve karısını
korumak için çok dirense de köyü ele geçirilir ve canından çok sevdiği karısı
Romalı askerler tarafından köle olarak satılmak üzere esir alınır. Sartacus ise
Roma yönetiminin en duygusuz en acımasız büyük elçisi Gaius Claudius Glaber
tarafından bir gladyatör olarak köleleştirilmek üzere dönemin en büyük
gladyatör eğitimi okuluna sahip Batiatus’un evine götürülür. Spartacus,
Batiatus’un evinde arenalarda sahibinin cebini para dolduracak bir savaşçı köle
olarak eğitilirken aklında sadece tek bir şey vardır: Karısı Sura’ya kavuşup
eski hayatlarına geri dönmek. Arenada çıktığı her maçı kazanan Spartacus, halk
tarafından adeta bir Tanrı olarak görülürken sahibi Batiatus’un da gözbebeği
olur. Spartacus bu “asla yenilemez gladyatörlük oyununu” kusursuz şekilde
oynarken karısına kavuşmanın yollarını aramaktadır. Lakin önünde büyük bir
engel vardır. O da Spartacus’tan önce arenaların tozunu attıran, tüm Roma’nın
yıldızı olan Crixus’tur. Crixus, Spartacus’un tahtını sallamasından asla hoşnut
olmaz. Ve ona derin bir düşmanlık beslemeye başlar. Ta ki bu iki yenilmez
savaşçıyı ortak bir duygu bir araya getirene kadar, yani “aşk.”
Crixus, Batiatus’un hırslı, kurnaz ve düzenbaz karısı
Lucreita’nın kölelerinden biri olan Naeviya’ya onu gördüğü ilk andan beri
aşıktır. Lucreita, onurdan, gururdan ve sadakatten asla nasibini almamış bir
eştir ve kocası Batiatus’u sürekli aldatmaktadır. Crixus’a duyduğu derin
hayranlık ve onu gözünde Romalı Tanrılarla bir tutma durumu gitgide
büyümektedir. Naeviya ve Crius aşkını öğrenen Lucreita çılgına döner ve Naeviya’yı
tanınmaz hale getirecek şekilde yaralar bu da yetmezmiş gibi bir de onu maden
ocaklarına köle olarak satar. Crixus’un kalbi artık ne arena için ne
yenilmezlik için ne de şöhret için atar. Onun kalbini attıran ve onu hayata
bağlayan tek bir duygu vardır, Naeviya’ya duyduğu derin aşk ve onu bir an önce
bulma umudu. İşte birbirlerine düşman olan Spartacus ve Crixus bu noktadan
sonra iki yakın dost ve kader ortağı olmaya başlar. Batiatus’un evindeki bu iki
sıradan köle kimsenin aklına gelmeyecek bir kaçış planına imza atarlar. Batiatus’u
öldürüp özgür olarak o evden ayrılırlar. Bütün Roma’yı ele geçiren bu sahip-köle
ilişkisini yok edecek tarihin en büyük gladyatör ayaklanmasını da başlatmış
olurlar. Bu ayaklanma ülkenin dört bir yanında duyulur ve sahibinin kırbacından
nasibini almış her köle Spartacus ve Crixus’un davasına katılır. Artık
gladyatörler Romalılardan değil Romalılar bu onurlu adamlardan korkacaktır!
Spartacus, merkezine aldığı hikayeler gereği bir erkek
dizisi gibi görünüp kadın izleyiciler tarafından önyargıyla yaklaşılan bir iş.
Bunda bitmek bilmeyen arena dövüşü sahnelerinin, yoğun olarak kullanılan kanın,
şiddetin etkisi büyük. Lakin dizide bu sahneler, göz yorup gönül titretecek
şekilde kurgulanmamış. Dizide bu sahneler çizgi roman tekniği havasında
yapılmış. Ortada bir şiddet var kan gölü var ama seyirci asla bundan rahatsız
olmuyor. Spartacus dizisi bu çizgi roman kurgusuyla kendi çizgisindeki diğer
yapımlara öncülük eden bir iş olmuş.
Ayrıca dizideki uzun gladyatör eğitimlerinden, arenaya
hazırlık sahnelerinden sıkılmaya başladığınızı hissettiğiniz an devreye hemen
Batiatus’un fettan karısı Lucreita giriyor. Lucreita, Roma’nın kast sisteminde
yeri en aşağıda bulunan bir ailede yetişmiş, fakir bir hayat yaşamış bir kadın.
Batiatus ile evlendikten sonra edindiği soyluluk mevkiini korumak (Roma
Cumhuriyeti kast sisteminde eşin soylu ise artık sende soylu sayılıyorsun.), Roma’ya
köle gladyatörler yetiştirerek ne kadar önemli bir iş yaptıklarını göstermek
için düzenlediği eğlenceler dizinin temposunu arttıran noktaların başında
geliyor. Özellikle sürekli yarış halinde olduğu, soyluluğu doğuştan geldiği
için sürekli kıskandığı büyük elçi Glaber’in karısı İlithya ile olan diyalogları,
çekişmeleri her bölüme farklı bir ivme katıyor. Romalı kadınlar, eşlerinin
onlara sağladıkları zenginlikle şatafatlı bir hayat yaşıyorlar. Üzerlerinde saf
İpekten elbiseler, ellerinde pırlantalar var. Bütün gün birbirlerine mutlu
evlilik formülleri verip duruyorlar ama durum aslında hiç öyle değil. Bu kadınlar
eşlerinin köleleri durumunda. Konuşma ve bir şeylerde söz sahibi olma hakları
yok. Özellikle Lucreita yükselebilmek için birilerine hizmet etmekten, kendini
sunmaktan çekinmeyen bir kadın. Spartacus ve Crixus’un Roma topraklarına
bıraktığı özgür yaşam tohumları, Romalı kadınlarda yeşeremiyor. Dizi burada
“dışı zarafet içi cehalet “ dolu Romalı kadınların hayatından bizlere kesitler
sunuyor.
Spartacus ayrıca şimdilerde astrologlardan çok fazla
duyduğumuz savaşçı gezegen, bolluk gezegeni, iletişim gezegeni gibi söylemlerin
köküne de iniyor. Savaş Tanrısı Mars’ın tapınağında Mars gezegeninin
özelliklerini tanırken Roma’nın en büyük Tanrısı Juno’nun ve tapınağının
şimdilerde bolluk ve bereket gezegeni Jüpiter’i temsil ettiğini
görüyorsunuz. Roma’daki iletişim ve akıl
Tanrıçası Minevra ve tapınağı ise yine şimdilerin iletişim gezegeni Merkür’ün
simgesi. Dizideki bu tapınak sahnelerinde astrolojinin köklerinin Roma
mitolojisiyle nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu da görmüş olacaksınız.
Dizide ön yargı ile yaklaşılan diğer bir nokta ise
çıplaklığın doruklara ulaştığı sahnelerdi. Burada da işin içine Roma kültürünün
kusursuz vücut ideası giriyor. Bu kültüre göre, erkekler bir heykel kadar sanatsal
kadınlar ise Tanrıça Venüs kadar kusursuz olmalıydı. Romalılar insanların
ruhlarını ele geçirdiği gibi kimseye vücudu üzerinde söz sahibi olma hakkı da
bırakmamış. Dizi bu çıplaklık sahneleriyle bir çağ trajedisini de ortaya
koymuş.
Bunlar dışında size dizi hakkında başka notlarım daha
olacak. Spartacus’un her bölümü bir başlıkla başlıyor: Kan ve kum gibi, Arenanın
ilahları gibi… Bunlar izleyiciye izledikleri bölümün konusu hakkında kapı açan
başlıklar olmuş. Bu başlıklar dizinin bölümlerinin daha akılda kalıcı olmasını
sağlıyor. Ve dönemin en rağbet gören yerleri olan köle pazarları da dizinin her
bölümünde bir devrin insanlık utancı olarak gözümüze gözümüze sokuluyor…
Bu dizide herkesin bir en sevdiği bölümü olmuştur,
olacaktır. Her bölümü aynı heyecanla izlesem de dizinin final bölümü çok
başkaydı. Spartacus’un özgür bir adam olarak karısına kavuştuğu sahnede erkek
izleyicilerin bile gözyaşlarını tutamadığından eminim. İşte hikâye güzel
olunca, cinsiyet tanımaksızın ortak duygular oluşabiliyor.
Spartacus, bize hayatta bir amacı, kalbinde de aşkı olan
insanların her şeyin üstesinden gelebileceğini gösteren bir dizi. Bedenler
gelir geçer, insanlar gelir geçer ama gerçek amaçlar ve aşklar hep hatırlanır.
Sizin de yolunuz dilerim ki hep gerçek aşklara çıksın…