Dizi ve film sektörü farklı yapımları izleyicinin beğenisine
sunarak farklılıkların ses mi getireceği yoksa tepkiye mi yol açacağını
belirlemeye devam ediyor. Fantastik, bilimkurgu, romantik komedi gibi alışılagelmiş
türlerin yanı sıra fantezi romantik ya da fantezi- dram olarak
nitelendireceğimiz birçok yapımda kendisine büyük bir izleyici kitlesi edinmiş
durumda.
2015 yılında beyazperdeyle buluşan Grinin Elli Tonu serisi
gerek konusu gerekse verdiği mesaj ile birçok kişinin oldukça hoşuna giderken
birçok olumsuz yoruma da maruz kaldı. Kadına karşı saplantılı ve sadistçe
davranışlar içerdiği ve bu davranışların aşk adı altında izleyiciye
sunulmasının oldukça akıldışı olduğunu savundular. Öyle ya da böyle bu tarz
yapımlar artık sektörde yerini bulmaya başladı. Elli Tondan sonra ortaya çıkan
boşluğu, Netflix, özel yapımı 365 Gün ile doldurmaya kararlı olduğunu gösterdi.
365 Gün, Barbara Lpinska tarafından yazılan üçlemenin ilk
romanını konu alıyor. Sicilya mafya ailesinin genç üyesi olan yakışıklı Massimo
Tarrielli, babasının ani ölümü üzerine işlerin başına geçer. Genç ve
tutkularına düşkün bir kadın olan Laura ise bir otelde satış direktörü olarak
çalışmaktadır. İyi bir işi, başarılı bir kariyeri ve erkek arkadaşı Martin ile
oldukça monoton bir hayatı olan Laura, zamanla dünyasında büyük bir eksiklik
olduğunu hissederken bunun ne olduğunu anlamlandıramamaktadır. İlgisiz ve
başına buyruk erkek arkadaşı ile gittiği tatilde Massimo ile tanışır ama bu
tanışma bir kaçırılma üzerinedir, Massimo yıllardır peşinde olduğu Laura’ya
kendisine âşık olması için 365 gün verir ve olaylar böylece gelişir…
Filmin konusu basit bir aşk hikayesi gibi görünse de
detaylarında oldukça farklı şeyler gizli. Laura, kendi içinde çıktığı
yolculukta tutkularının ve bastırdığı duyguların peşinden gidiyor ve
eksikliğini hissettiği şeyin monoton bir ilişki değil, kadınsal yanını
güçlendirdiğini düşündüğü fanteziler olduğunu anlıyor ve bu peşine düştüğü
tutkularda Massimo’nun da kendisine yer bulmasına izin veriyor. Massimo çok
aşık bir adam olarak karşımıza çıksa bile karakterindeki dinamizmden ve
baskınlıktan asla taviz vermiyor ta ki Laura’nın ona sunduğu dünyanın cazibesi
karşısında gardını düşürene kadar….
Filmin, kaçırılma teması üzerine kurulması, Laura’nın
Massimo’nun rehinesi durumunda olması, izleyiciye “Stolchom sendromundan aşk mı
olur” sorusunu büyük oranda sordurdu. Çünkü bu bir aşk değil psikolojik açıdan
bir çeşit sendromdu. Rehinenin, rehin alana karşı koyamaması ve bir süre sonra
ona âşık olması sendromuydu. Yazar ise hem okuyucuya hem de izleyiciye
yarattığım aşkla buna baş kaldırdım dese de izleyiciler için bu pek inandırıcı
bulunmadı. Üçlemenin ekrana uyarlanacak diğer kitaplarında bunu daha net
göstereceklerini de üstüne basa basa dile getirdi.
365 gün, kadının hem ekran önünde hem ekran arkasında baskın
olduğu bir yapım. Filmin yönetmen koltuğunda Barbara Bialowas otururken,
senaryo da yine Barbara Bialowas ve Blanska Lpinska’nın kaleminden izleyiciye
ulaştı. Bu kadınlar şu mesajla yola çıktıklarını dile getiriyorlar: “Kadının
tutku ve fantezi dolu dünyasını yine kadınların gözünden anlatmak istedik!”
Senaryodaki sığlığı ve diyaloglardaki lezzetsizliği
başrolleri ilgi çekici ve başarılı isimlerden seçerek adeta izleyiciye
unutturmaya çalışmışlar. Massimo, İtalyan yakışıklı oyuncu ve model Michele
Morrone ile ekrana yansırken Laura yine başarılı aktris Anna Maria Sieklucka’ya
emanet edilmişti. İkisinin de performansı oldukça başarılıydı. Pornografik
olarak nitelendirebileceğimiz birçok sahnenin altından cesurca kalkmışlardı.
Sahnelerin en tamamlayıcı yardımcısı müzikler o kadar güzel
seçilmişti ki bazı sahnelerde oyunculuklarla eşdeğer bir lezzete denk geldiğini
söylemeden edemeyeceğim. Filmin soundtrack şarkısını da Michele Morrone özel
olarak seslendirmiş. Başarılı aktör bu alanda da oldukça yetenekli. İyisiyle
kötüsüyle birçok eleştiriye maruz kalan 365 gün, devam filmleriyle de çok
konuşulacak gibi. Hayatındaki sıradanlığı ve ilişkilerindeki yalnızlığı oldukça
dominant bazen de yer yer sadist bir adamın aşkıyla ve tutkusuyla dolduran bir
kadının cinsel anlamdaki cesaretinin de hikayesi olan bu yapım bana filmin
sonunda şu soruyu sordurdu: “Tutkularımız cesaretimiz midir yoksa esaretimiz
mi?”
Farklı olana karşı ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve Laura’nın
hikayesine mutlaka göz atın!