Alef sekizinci bölümüyle final yapmış oldu. Üretimine katkıda bulunan herkesin eline sağlık diyelim. Daha iyilerini izlemek için eleştirilerimizi dile getirelim. Çünkü hem biz seyirci olarak daha iyisini hak ediyoruz, hem de BluTV’nin daha da iyi işlere imza atmasını temenni ediyorum. Bir önceki yazımda da bu yüzden eleştirilerimi dile getirmiştim. Zaten övülmesi gereken yerleri öven bir sürü yazıya ve sosyal medya paylaşımına denk geldim.
En büyük sıkıntıyı senaryo kısmında gördüğümden eleştirilerimin odağında da senaryo yer alıyor. Dördüncü bölüm itibari ile yazdığım yazının sonunda “Bakalım Alef finali ile bizi şaşırtabilecek mi?” diye temenni içeren bir soru sormuştum. Çünkü ilk dört bölüm itibari ile işler pek iyiye gidiyor gibi görünmüyordu. Alef finali ile nispeten de olsa beni şaşırttı. En azından böyle bir final beklemiyordum. Ama içimde vay be, ne müthiş bir final hissi oluşmadı. Kekremsi bir tat bıraktı. Sebeplerinin bir kısmını bir önceki yazımda irdelemiştim. Ne yazık ki sonraki dört bölümde de bu sorunlar çözülmedi. Genel bir değerlendirme yapacak olursam en büyük problem “karakterlere inanamama” problemi olmuş oldu. Bunu bir önceki yazımda işlemiştim. Kemal karakteri sekiz bölüm sonunda dizide bir yere oturmadı bir türlü. Yaşar karakterinin son bölümde öğrendiğimiz eylemi ise bana hiç inandırıcı gelmedi. Çünkü o karakter bana o tarz işler yapacak biri gibi görünmedi. Hikâye için elzem olsa da seyirciye karakterin o tarz eylemler yapacağının emaresi önceki bölümlerde verilmediği için sırf olayı çözüme kavuşturma amaçlı yazılmış bir sahne olduğu izlenimi uyandı bende. Sonra sekizinci bölümden geriye dönüp baktığımda başka problemlerle de karşılaştım.
Öncelikle seyirciye ne vaat ediyordu diye sordum kendi kendime. Çünkü son bölüm itibari ile dizi baştaki odağından tamamen koptu. Farklı bir noktaya evrildi. Dizi seri cinayetlerle başlıyor. Sonuna geldiğimizde ise seri katil hikâyesi, bir intikam hikâyesine dönüşüyor. Buna ters köşe diyebilirsiniz ama ters köşe değil. Hikâyeyi nasıl anlatacağını bilememek gibi bir sonuç ile karşı karşıya geliyoruz. Çünkü ilk cinayetler spesifik olarak işlenmiş her birine özenilmişti. Sanki bir mesaj verme kaygısı var gibiydi. Sonunda anlıyoruz ki katilin hiç de öyle mesaj verme kaygısı falan yokmuş. Böyle bir kaygısı varsa bile bana geçmedi doğrusu. Eğer bu intikam hikâyesi ise bizim intikam alanın tarafında olmamız beklenir. Böyle olması gerekmiyor ama seyirci empati kurmak zorundadır. Bu konuya daha önce de değinmiştim. Biz kimin tarafındayız. Kim ile empati kurmamızı istiyorsunuz. Sonuncu bölümde anlaşılıyor ki katil ile empati kurmamız isteniyor. E bunu bir bölüm içine sıkıştırınca - baştan beri de bize dedektifin tarafında olmamız gereken sahneler yazıldığı için- final yavan bir tat bırakıyor. Dedektifin yanında olmamızı engelleyen bir sürü mantık hatası ve karakter sorunları da varken biz ne izledik şimdi duygusu kaçınılmaz oluyor.
Bir başka problem ise ipuçlarının doğal değil yapay olması. Daha önce ipuçlarına dedektiflerimizin yeteneği ile ulaşılmadığını katilin hataları ya da tesadüfen ulaşıldığını söylemiştim. Bütün dizi boyunca bu devam ediyor. Hatta final düğümünü çözecek ipucu da yazarın daha önce gözümüze sokmuş oluğu bir ipucu. İpuçlarının bulunma tarzı problemli fakat bir problem daha var ki aslında bu hikâyenin bir dizi değil de film olması gerektiğini bize hatırlatıyor. Alef en başından beri mistik bir polisiye izlediğimiz intibaı oluşturdu bizde. Final itibari ile izlediğimiz şey mistik polisiyeden ziyade tarikat belgeselinin içine iliştirilmiş polisiye halini aldı. Katilin ana motivasyonunun tarikat ile alakası yok. Ana motivasyon tarikat kaynaklı olmayınca izlediğimiz onca şey neydi sorusu oluşuyor kafada. Tarikat ana motivasyonun oluşmasına zemin sağlamış sadece. O zaman bütün o tarihi sahneler, Yaşar karakterinin verdiği bilgiler, dizinin bölümlerce bizi tarikatlara dair mekânlarda dolaştırması, derviş aynası gibi garip objeler, bütün bunların diziye ilginçlik katmak dışında bir amacı kalmadı. Önceki yazımın başlığında Alef dizisi mistik bir polisiye mi, ilginçlikler bombardımanı mı diye sormuştum. An itibari ile üzülerek ilginçlikler bombardımanı olduğu kanısına vardım. Çünkü bu yazdığım sahneler hep hikâyeden çaldı sonu bir yere bağlanmadı. Mesela hem jenerikte hem dizinin bir sahnesinde gördüğümüz hançer bize cinayetlerin tarihi bir zemini olduğunu andırırken final itibarı ile olay tarikat bağlantılı olmaktan ziyade kişisel bir mevzuya dönüştü. Hançer niye var mesela. Katilin motivasyonunun kişisel oluşu bütün o sahnelerin altını boşalttı.
İzleyicinin öfkesini çeken bir başka şey de boş bölümlerin olmasıydı. Peki, bu bölümler neden insanlara boş geliyor. En büyük etken dizinin neredeyse yarısının bilgi verme amacı ile yazılmış sahnelerden oluşması. Bu kötü bir şey değil ama bir sahne bilgi verirken aynı zamanda çatışma da yaratmak zorundadır. Robert McKEE, HİKÂYE adlı kitabında “Bir sahnenin içinde karakterin bulunduğu değer durumu diğer sahneye geçerken değişmiyorsa o sahnede anlamlı hiçbir şey olmamış demektir” diyor. Sahnede hareket vardır. Bir şeyler olur ama bunlar anlamlı değildir. Peki, niye vardır bu tarz sahneler. Robert McKEE bunun sebebinin “Açıklama” olduğunu söylüyor. Bu sahnelerde karakterler, dünya veya tarih hakkındaki bilgiler, kulak misafiri olan seyirciye aktarılır. Yani belgeselde olduğu gibi. Kısaca sadece açılama yapmak için sahne yazılmamalı bu bilgiler çatışması olan sahnelerin içine sığdırılmalı diyor. Alef “Açılama” içeren o kadar çok sahne barındırıyor ki seyirciyi bıktıran da bunlar oldu. Örnek vermek gerekirse adli tıp doktorunun olduğu sahnelerin neredeyse hepsi açıklama amacı taşıyan sahneler. Bir de bu açıklamalar mesleki jargonla yapılınca daha da çekilmez oluyor. Yaşar karakterinin ilk bölümlerdeki sahneleri de buna örnek verilebilir. Mesela derviş aynasını anlattığı sahne. Ayriyeten bu ayna sonradan hiçbir yere bağlanmayan bir ipucuna dönüşüyor. Sadece estetik kaygı amaçlı yazılmış oluyor. Kemal’in rüyada karısını gördüğü sahne ise bunun en kötü örneklerinden biri. Karaktere dair açıklama yapmak için doğal olmayan eğreti bir rüya sahnesi yazılmış. Bu sahne olmasaydı hiçbir şey kaybetmezdi dizi. Peki bu yazdıklarımı içeriği üretenler bilmiyorlar mı? Elbette ki biliyorlar ama problemli bir senaryo ile çekime çıkılmış olmasının- yeni bir şeyler üretme heyecanına kapılmış olmaktan ötürü- aceleci davranmak kaynaklı olduğunu umuyorum. Bu da beni BluTv adına ümitlendiriyor. Yeni şeyler anlatma arzuları daim olsun.
Kısaca karakterlerden hiçbiriyle tam bir empati kuramadığımız, mantık hataları barındıran, hiçbir yere bağlanmayan sahnelerin olduğu, bize İstanbul’u farklı ve özgün bir şekilde gösteren bir dizi olmuş oldu Alef. Hatta hikâyesi baya orijinal. Efsane olabilecekken işleniş tarzı ile efsane bir dizi olmanın kenarından dönmüş bir proje bana göre. Yine de hikâyesinin orijinalliği ile akılda kalıcı bir iş olacaktır. Bu yaratıcı ekibi daha iyi projelerde de görmek isteriz.