Fantastik evrenden parlayan yepyeni bir ışık: The Witcher

Fantastik evrenden parlayan yepyeni bir ışık: The Witcher
Şu sıralar gazetelerin en dikkat çekici köşelerinde, televizyon reklamlarında sürekli karşımıza çıkan kitaplarıyla, oyunlarıyla ve anlattığı evrenle herkesin merakına dokunan Witcher serisi artık dizi sektöründe.
 
Ben fantastik roman ve evren meraklısı biri olarak Witcher’la kitapları sayesinde tanıştım. Ve “bu adam bu kadar şeyi bu kadar güzel nasıl anlatır” diye kendimi sürekli sorarken buldum. Andrzej Sapkowski’nin kalemi gerçekten büyüleyici cinsten.
 
"Kitap mı? Oyun mu?" diye bölünen kitleye şimdi bir de dizi eklenince herkesin seriye merakı daha da arttı. Ben olaya daha çok karşılaştırmalı edebiyat açısından bakmayı tercih ediyorum. Romanın kurmacası ve anlatısı dizide ne ölçüde yer bulmuş bu noktayla ilgileniyorum. Hadi gelin ne, nasıl, ne şekilde bize yansıtılmış bir bakalım:
 
“En korkunç canavarlar kendi yarattıklarımızdır “ diye başlar kitabın önsözü. Ve küçük yaşta Kaer Morhen adlı yerde Witcher yani canavar avcısı olmak için yetiştirilmiş Rivyalı Geralt çıkar karşımıza. Heybetli vücudu, onca savaşın vücudundaki kesik dokunuşu, gri-beyaz saçları ve o hep dik duruşuyla… Geralt kitapta kadere inanmayan, yaşama da ölüme de insanın kendisinin hükmedebileceğini düşünen, duygularıyla hareket etmenin zayıflık olduğuna inanan bir karakteri temsil eder. Bunda Witcherların halk tarafından sevilmemesinin, toplumda asla kabul görememişliklerinin büyük payı vardır. Ancak zamanla hayatına giren insanlar ve yaşadığı sıra dışı olaylar Geralt’ı bambaşka biri haline getirir. Dizide Geralt’ı tüm özellikleriyle sırtlayan Henry Cavill, olması gereken Geralt’ı izleyiciye gösterebilmeyi başarmış. Geralt’ın o durağanlıktan çıkıp gerçek dinamizme kavuşumunu diğer sezonlarda da böyle güzel yansıtacağından oldukça eminim.
 
Ve evet gözümüz aydın nur topu gibi yeni bir tane daha fantastik süper kahramanımız oldu. Bu konuda çok şaşırmamak lazım zaten kendisi beyazperdede Süpermen rolünü de başarıyla sergilemekte.
 
Kitabın ve evrenin ikinci ana karakterlerinden Yennefer, elf bir babanın ve insan bir annenin mutant çocuğu. Bu yüzden kambur bir vücut ve çirkin bir suratla lanetlenmiş. Çocukluğu boyunca hor görülmüş, dışlanmış ve küçük düşürülmüş. “Benim kaderim ancak bu kadar” dediği yerde karşısına büyücü okulunun müdiresi ve akıl hocası Tissia de Vries çıkana kadar. İşte Yennefer’in hayatı bundan sonra başlıyor. Kaosun, yani büyünün etkisiyle o çirkin benliğinden tamamen kurtuluyor, simsiyah saçları, masmavi gözleri ve muhteşem görüntüsüyle artık bambaşka biri oluyor. Yennefer de birçok büyücü de olduğu gibi zor bir karaktere sahip. Her şeye sahip olmak isteyen, en sıra dışı büyüleri yapmaktan çekinmeyen Yennefer’in tek acısı geçirdiği zorlu değişim ve gelişim evreleri nedeniyle anneliğinin elinden alınması, hayatına ve kaderine bu konuda sitemli ve kızgın. Bu yarım kalmışlığı sebebiyle asla tamamlanmak istemeyen Yennefer, Geralt ile tanışınca bazı şeylere büyünün de kaosun da sihrin de yetemeyeceğini anlıyor. Seride böyle özenle kurgulanmış bir karakterin dizide karşımıza özensiz ve az düşünülmüş bir şekilde çıkması beni hayal kırıklığına uğrattı. Zira Yennefer’i canlandıran kızımız Anya Chalotra o bildiğimiz Yennefer asla değil, bir Hint dizisinde yıldızının çok güzel parlayacağından eminim (çünkü yüzü, mimikleri o dizilerin esintilerini taşıyor) ama Witcher’da bu parlayışın zerresini göremedim.
 
Sürekli kader mesajı, kaderin bir şekilde bir yerlerde bizi beklediği mesajı verildiği izleyicinin dikkatinden kaçmamıştır. Çünkü yazar ikinci kitabını tamamen bu tema üzerine kurmuş. “Kader kılıcı çift başlıdır, bunlardan biri de sensin” Bu cümle kendi içinde bir anlam taşımasa da Geralt’ın değişimini ve dönüşümünü anlatan kilit yerlerden biri.
 
Seri için de Geralt için de önemli karakterlerden biri olan Ciri, Geralt’ın kadersel kızı. Kader hiç ummadıkları anda onları birbirine bağlıyor ve artık ayrılmaları pek olası olmuyor. Aslan yelesi saçlara, masmavi gözlere ve soğuk bakışlara sahip Cintrali Aslan Yavrusu prenses Cirilla, özel güçlerle ve kahinlikle donatılmış, karanlık ile aydınlık geçmiş ile gelecek arasında bir kaynak bir bağlantı. Tüm bu özel güçleri onu sürekli peşine düşülen bir av haline getiriyor. Dizinin ilerleyen sezonlarında Ciri’nin önemini daha iyi anlayacağımızdan eminim. Çünkü Freye Allan‘ın oyunculuğu bu konuda umut verici.
 
Yapımın ana karakterlere daha çok önem verdiği yan karakterleri ikinci plana attığı çok belli. Bunu Triss’in (serideki diğer bir büyücü) kitapla alakası olmayan bir oyuncuya teslim edilmesinden diğer bir büyücü Streagor’un özensiz seçiminden anlıyoruz. Umarım diğer sezonlarda bu durumun düzeltildiğini görebiliriz.
 
Hikâyenin sekiz bölümdeki işleyişi, kitapla birebir. Canavarlar, mekanlar asla yabancı değil. Hatta kitaptaki bazı replikleri dizide duymak beni oldukça mutlu etti. Serinin ilk üç kitabını birinci sezonda harmanlayan senaristlerin kalan kitapları diğer sezonlara ustalıkla yayacağından eminim. Geçmiş ile gelecek arasındaki o gelgitler izleyicinin kafasını karıştırmış olsa da bu tarz zamansal olguların fantastik evrenin tuzu biberi olduğunu söylemeden edemeyeceğim.
 
Karakterlere ve hikâyeye tamamlayıcı olan kostümler, özenle seçilmiş. Renkler, aksesuarlar karakterlere cuk diye oturmuş. Dizinin en heyecanlı yerlerinde alt seste duyulan o hafif melodiler görsel-işitsel uyum dengesini başarıyla sağlamış.
 
Özetle bu giriş sezonundan sonra gelecek diğer sezonların “daha da iyi” olacağı sinyali verilmiş. Hem ne demişler “ilkin günahı olmaz.”
 
Gelecek sezonda bol bol elf, cüce ve yaratık göreceğimiz detayını ekliyor, “Fantastik evrenimize ne güzel geldin be Rivyalı Geralt" diyerek yazımı bitiriyorum.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER