Aklımda kalanlardan Kısa Kısa

Aklımda kalanlardan Kısa Kısa

Karadayı dizisinden öğrendiğimize göre; bir şeyi çok sevmek demek onu hatasıyla sevabıyla kabullenip bağrına basmak demek. Eller eleştirmeye kalkınca tırnaklarımı çıkarıp, toz kondurmadığım ama yeri gelince hunharca eleştirdiğim bir dizim var benim. Yüksek müsaadelerinizle paylaşıyorum bir kuple.




1.bölümün sonlarına doğru gördüğümüz kadarıyla bizim kaygılıyken insanlarla göz göze gelmeyen, düşünceli iken eli hep küpesine giden bir Feride’miz vardı. Nerede o? Salih, bariz bir şekilde tekrar eden bu davranışı fark ettiğine göre bu bir alışkanlık olması lazım. Kendimden biliyorum benimle bir müddet vakit geçirenler, dikkatli bakıyorlarsa eğer, kaygılı ya da düşünceli olduğum anlarıma denk geldilerse, sağ elimin işaret parmağının eklem kısmını mütemadiyen kemirdiğimi veya parmaklarımla oynadığımı fark etmişlerdir. Bu bende çocukluğumdan beri alışkanlıktır ve hiç bir güç değiştiremedi. Ama ilk birkaç bölüm hariç Feride’nin bu alışkanlıklarına şahit olmadık. Sevgili yönetmenlerimiz mi uyarmıyor, yoksa bunca zamandır sevgili senaristlerimiz not mu düşmüyor senaryo metnine? Mahir’in sihirli dokunuşları kimin hayatına değdiyse herkesin halini tavrını değiştirmiş olmalı. Ha bir de badem şekeri var. Artık her davadan önce tavşan gibi badem şekerleri kemirmiyor Feride’ciğim. Aşerirse belki… :)




Gördüğüm kadarıyla bu Feride’nin hiç arkadaşı yok gençlik zamanlarından. Mahir gelene kadar yüzü gerçekten hiç gülmemiş demek ki, insanlar yörüngesine girmemişler. Anne-babasının tertip ettiği o ziyadesiyle şatafatlı, sanki birilerine bir şey ispatlanmaya çalışılan doğum gününde böyle arkadaşımsı birilerini gördük ama dahası yok. Üniversiteden arkadaşı, Mahir'in ilk kıskançlık krizi minvalinden duygularını bize aksettiren, gözleriyle dövdüğü müstehzi kişilik Avukat Özkan hariç, başka arkadaşını göremedik Feride’nin. Sadece saplantılı olarak Turgut’cuğum ile münasebet kurabilmiş gibi görünüyor.



Farklı bölümlerde Mahir’in Feride’ye hediye ettiği veya hatırası olan şeyleri Feride’nin yok etme gibi huyları var efenim. Sinirlenince alemi ateşe veriyor bizim kız. E haksız da değil. Mahir’in söylediği onca yalanı öğrendiğinde kendini kullanılmış gibi hissetti doğal olarak ve her şeyi geride bırakmak için bu yola başvurdu. Neler yanmadı ki, İstanbul dışında. Daha evvel Abant’ta yakmaya kıyamadığı fotoğraf. İlk resmi randevularında gittikleri filmin bileti… Elimi atıp da alamadığıma benim bile pişman olduğum “Ben sana mecburum” kitabı. Ve az kalsın yalnızlığına dert ortağı edindiği günlüğü. Ayrıca 8.bölümde çiçekçi ablamızın: “Abi be! Şu güzel kız için bir tane…” deyip sattığı karanfili ve 20.bölümde sinema randevusu için Mahir’in aldığı gülü, bir ansiklopedi arasına koyup kurutmaz mı insan Feride?

 

 



Salih İpek’in Feride için aldığı hediyeler demişken, bir de bir gün evvelsi paketlemeye çalışıp da ertesi gün şiir kitabına dönüşen bir hediye daha vardı. Paketlemeye çalıştığı hediyeyi Feride’ye layık görmedi ki şiir kitabı ile değiştirdi herhalde. Çünkü benim bildiğim seni seviyorum diyemiyorsan, şiir kitabı armağan edeceksin. Bir de o kitap “Ben sana mecburum” ise işin renginin ne olduğu ve durumun ne kadar vahim olduğu gün gibi ortadadır.

 

 


22. bölümde Feride’nin Nazif Baba hakkında tutuksuz yargılanma kararından sonra Melih ve Feride, Kara Ailesi mutlu mu acaba diye Feride’nin arabası ile evlerinin önünden geçmeye karar verirler. Ve tam o sırada bir şey gözüme çarpar. O da ne? 70’lerde tüplü bir Peugeot 504. Arabanın lpg ışığı yanıp yanıp sönüyor. İleri görüşlü Feride ta o zamanlardan tahmin etmiş olmalı benzin fiyatlarının fırlayacağını ki Düldül’e tüp taktırmış. Bu ülkede benzin vardı da biz mi içtik, doğalgaz vardı da biz mi çektik be Feride :)

 

 


29. bölümde, hepimizi hüzne boğan Mahir’in vurulma sahnesinde, ecnebi lisanı ile bullet-time modunda, havayı yara yara Mahir’e yaklaşan kurşunu hepimiz hatırlıyoruz. Sahnenin kurgusu, gelişimi, kamera açısı ve mekân gerçekten muazzam... Ama fizik kurallarını alt üst eden öyle bir ayrıntı var ki “Hadi canım, o kadar da değil. Bunu da mı düşündünüz.” dedirtecek cinsten. Bir merminin namludan çıktığı anda havada yol alma hızı, mermi cinsine ve silaha göre değişse de, takriben 800 m/s’dir. Fıskiyeden akan su damlaları ile aynı hızda olmaları mümkün değil, ama nedense eş zamanlılık söz konusu. Bazı yorumlarda okuduğum “Mahir ne mübarek adamsın. Kurşunlar bile şöyle bir temiz yıkanmadan sana saplanmıyor” tezini doğruladığı için buna da tamam diyorum.

 

 


33. bölümde Mahir’in Feride’yi kaçırması sonrası, Feride ısrarla ailesine haber vermesi için Mahir’e yalvarırken, Mahir bunun mümkün olmadığını Feride’ye söyleyerek onun daha da tedirgin olmasına sebep olur. Madem kaçırdın, kızın gönlünü ferah tutsana Mahir’ciğim. Evinize not gönderdim bizim çırakla desene. Yine ince düşünen bir erkek olduğunu belli etsene cancağızım. Çırak Azmi’ye mâlum olmadı herhalde, götürüp de şu notu Feride Hanım’ın annesine vereyim diyecek hali yok. Notun gönderilmesinde Yasin veya Avukat Erdal Bey’in parmağı var ise bilemeyeceğim.

 


76. bölümde o hain pusunun bizden ayırdığı, dev oyuncuların arasında devleşen, minik oyuncumuz sarı kafa Nazif Tiryaki’nin mendili ortalıklarda görünmüyor artık. İkide bir gösterilip bizi de ve Mahir’i de kahretsin demiyorum ama, 3.sezon tanıtım resimlerinde Mahir’in elinde gördüğümden beri sürekli göz önünde olacağını ve Mahir’in acısını diri tutup, yürüdüğü yoldan ayrılmaması için bir işaret olacağı hissine kapılmıştım. Yanılttınız beni Sema&Eylem hanım. Ha bir de o mendilin üzerinde niçin N. K. yazıyor, N.T. yazması gerekmez mi? (Bakınız Turgut’cuğum unutmamış K.Ö. yazdırmıştı Korkut Ölmez’in mendiline.) Bülent Enişte sinirlenmekte haklı vallahi. Adamın soy ismi bile adamdan sayılmıyor gibi bir algı oluşturulmuş. Hem iç güveysi ol ezil, hem Mahir karşısında ezil, hem de böyle oğlunun soy ismi Kara diye geçsin orada burada. Kara ailesi hassas insanlar ama gözden kaçmış olmalı.

 








 

83. bölümde Suna’nın yakmaya kıyamadığı, Feride’nin bir oya gibi nakış nakış işlediği, kimi zaman kederle, kimi zaman serzenişle, ama çoğu zaman tebessüm ve umutla akan satırlarının bulunduğu günlüğü Mahir iç etti herhalde. Vermiyorsa madem kendisi bir şeyler karalasa bari. Veyahut Feride’ye teslim etse de yazmaya devam etse masum. Yeni günlük almaya vakti de yok ki Feride’ciğimin o maceradan o maceraya savrulmaktan. Şimdi ilaveten bir de hamilelik eklendi üzerine, bunların kayıtlara geçmesi lazım. İçine ata ata ince hastalığa tutulacak diye korkumdan ölüyorum.

 







86. bölümde Feride’yi Mahir’den ayıran tren nasıl durdu, selvi boylu al montlu Feride o kara trenden nasıl indi hâlâ bilmiyoruz. Feride giden trenden atlayamaz desem “Sen de Feride’yi iyice prenses sandın!” demezsiniz değil mi bana. Belgin’in öpücüğü olayı malumunuz… Eğer Feride beni yanıltıp terk-î diyar eyleseydi Şehr-î İstanbul’u, ben de başlayacaktım “Duydum ki seni terk etmiş oh olsun!” diye ama deli divane seviyor bizim kız. Yapacak bir şey yok. Hoş Mahir gelsin, benden öyle af dilesin, giden uçaktan atlayayım ayol.

 






 

Ve en can alıcı noktaya parmak basmak istiyorum. Mahir’in kutlanmayan doğum günleri… Buradan pek sevgili senaristlerimize sesleniyorum. Tamam, böyle güzel bir insanın ölüme bir yıl daha yaklaşmasını istemiyor olabilirsiniz, kabul. Mahir Kara ölümsüzdür demek istiyor olabilirsiniz, kabul. Hem düşlerimizi gerçekleştirmeden ölmeme sözü vermişti Mahir bize değil mi? (Yani bu sözü Feride’ye vermişti aslında ama biz de arada kaynak yapabiliriz diye düşündüm. Feride’nin düşleri bizim de düşlerimiz sonuçta…) Feride hayatta kalmak zorundasın demişti kendisine. Zaten ahu gözlüsüne verdiği tüm sözleri tuttuğu (!) için zat-î şahaneleri, ecele her geçen yıl daha da yaklaşmasını istemiyor olabilirsiniz, o da kabul. O zaman Feride niçin yaşlanıyor? Her bölüm ömründen ömür gitmesinin yanı sıra, iki kez de doğum günü kutladık kendisine. Reva mıdır? Feride gibi ince ruhlu, yüce gönüllü ve delice Mahir aşığı bir kadın bu konuyu nasıl atlar dedim ve sebebini buldum. Bizim Mahir 29 Şubat’ta doğmuş sevgili Karadayı severler. Duygusal hallerinden de bir balık burcu erkeği olduğu ayan beyan ortada. Miladi takvime göre şubat ayı 1972 tarihinde 29 gün sürmüş. Dizimiz 1973’te başladığına göre 1976’nın şubat ayının 29’una kadar sana doğum günü falan yok Mahir. Zaten bu durumda 10 yaşındasın şu an. Sus, otur! (Dizi bitmeden Mahir’e bir kutlama yapabilseydik iyiydi.) Merak edenler için de söyleyeyim. Feride’nin doğum günü 10 Mayıs efenim. Doğum gününün kutlandığı gecenin ertesi günü sabahı basılmış gazetenin tarihini görmüştüm Oradan biliyorum.

 

 


Bir de dizimizin muhteşem klasik arabalarının plakaları var ki evlere şenlik. Arkadan farklı önden farklı olmaları, bazı bölümlerde tamamen farklı olmaları ve hatta “Yetiş Mahir acil durum” imasında bulunan Mahir’in 112 plakalı Lincoln Continental marka fiyakalı arabası. Bazen de sağ yan aynaları olmuyor bu araçların. Çekim sırasında kullanılan araç kameralarının monte edilmesi yüzünden olmalı. Mühim değil. Ne hata olursa olsun severiz seni Karadayı.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER