Oscar'ın Kısaları, gözümüzden kaçmasın...

Oscar'ın Kısaları, gözümüzden kaçmasın...
Yılın bana göre en iyi filmlerinin aday olmadığı ve American Sniper gibi tek taraflı, hamasi bir garabetin hem 'en iyi film'e, hem de 'en iyi senaryo'ya aday gösterildiği bu yılki Oscarların ana kategorileri için çok fazla söyleyecek bir şeyim yok. Ancak Kısa Belgesel ve diğer küçük ödüllere aday filmler arasında, pek fazla seyredilmeden kaybolup gidecek birkaç cevheri buraya kaydetmek gerek.

"Kısa Belgesel" denen filmleri, doğuştan talihsiz yetim çocuklar gibi karanlık ve zor bir gelecek bekler. 45 dakikadan kısa belgesel filmler festivallerde ve marketlerde kendilerini "kısa" kategosinde bulurlar ve şansları dört bir yandan kapanır: böyle filmlerin ne tek başına sinemada gösterilme şansı vardır, ne de tek başına pazar değeri taşıyacak bir dvd'sinin yapılma ihtimali. uluslararası televizyonlar da genelde bir saatlik (reklamları çıkarırsanız 46 ile 54 dakika arası) yapıtlar isterler, ve bundan kısa filmleri koyacak yer bulamazlar (BBC, PBS, HBO hariç) Böylelikle hemen her türlü pazarın dışında kalmış bu filmlerin önemli gazetelerden kritik alma şansları da hemen hemen yoktur; kısaca birkaç festivalden sonra arkada pek bir iz bırakmadan kaybolup giderler.

Buna karşılık belgeselciler de aslında kısa olması gereken konularını orasından burasından gereksiz çekip uzatıp mevcut pazara uygun hale getirmeye uğraşırlar. İşte bazı belgeselleri seyrederken izleyiciyi basan sıkıntı ve bunaltıların asıl sebebi konunun boğukluğu ya da üslubun donukluğu değil, bu gereksiz uzunluktur.

Ama bazı belgeselciler de saygıya şayan bir sanat aşkıyla konuları ne gerektiriyorsa o uzunlukta inat ederler.



JOANNA
Bu yılki Kısa Belgesel Oscar Adayları arasında Aneta Kopacz'ın yönetmenliğini üstlendiği Polonya yapımı 40 dakikalık Joanna adlı film tam anlamıyla bir baş yapıt. Ölümcül bir kanserle gün sayan annenin 8-9 yaşlarındaki oğluyla yaşadığı özel anların etrafına inşa edilmiş bu film beni tek kelimeyle büyüledi. Sinemanın şiir de dahil tüm sanatların üstüne çıktığını tanık olma zevkiyle ağzım açık seyrettim filmi ve sonra bir süre kendime gelemedim. Uzun lenserle karakterlerin mahremiyet duygusunu korumaya çalışmışlar ve mucize gibi sonuçlar almışlar. Müzikleri, renkleri, sanki uzaktan gözetleyen kadrajları; bilineni yeni, yeniyi bilinen kılan her planı ve yönetmenin şiirsel duyarlılığı izleyiciyi sarıp sarmalıyor. Kendimi anneyle oğulun ağaçlar arasındaki evinin içinde hissettim, onlarla beraber pikniklere gittim, kimsenin, belki çocuğun babasının bile tanık olamadığı anlara tanık oldum. Umarım Oscar'ı alır. Artık nerede hangi festivalde karşınıza çıkar bilemiyorum ama kaçırmayın derim.

Öteki kısa belgeseller de üzerinde uğraşılmış, özene bezene yapılmış filmler, ama Oscar'a aday olsalar bile yok olup gidecekler; ancak yeni yeni yaygınlaşan VOD (Video on Deman)ve Online Streaming sayesinde seyircilerine ulaşma şansları var. O yüzden haklarında da bir iki kelime yazalım buraya:

Crisis Hotline: Veterans Press 1
Savaş gazisi amerikan askerlerine psikolojik destek veren telefon hattının ofisinde olan biteni inceleyen bir film. sınırlı görsel olanakları nedeniyle (tüm film ofiste geçiyor) biraz sönük kalıyor film, ama hattı sürekli intahar etmek üzere olan askerler aradığı için film temposunu ve acilliğini hiç kaybetmiyor. her gün ortalama 22 savaş gazisi intahar ediyormuş amerika'da. savaşta ölenden daha fazlası eve döndükten sonra kendini öldürüyormuş. amerikan sniper gibi rezillikler yerine keşke böyle filmler öne çıksa.

Nasza Klatwa (Our Curse)
Yine Polonya'dan bir film. çok nadir ve ölümcül bir hastalıkla doğmuş bebeklerine bakmaya çalışan genç bir çiftin hayata bakışı. bebek uyuduğu anda ciğerleri nefes almayı kestiğinden oğlanın uyur uyumaz makinaya bağlanması gerekiyor. çiftin kanepelerinde oturup yaptığı gece yarısı sohbetleri filmin merkezi. yönetmenler bu sohbetlere çok güvenmiş ve başka birçok fırsatı kullanmamış. bu arada yönetmenlerden biri anladığım kadarıyla varşova film okulu'nda öğrenci. joanna'nın yönetmeni de, ida'nın yönetmeni ve ekibi de, ya aynı okulun, ya da yine varşova'daki wajda okulunun öğrencisi, öğretim görevlisi ya da mezunu. varşova film okulları bu oscarlarda üç adaylıkla şov yapmış.

La Parka (The Reaper)
Meksika'da bir et kesimhanesinin ve büyükbaş hayvaları öldürmekten sorumlu işçisinin oldukça sitilize portresi. filmin felsefi altyapısı çok sağlam ama biraz fazla yavaş, ve kendini çok ciddiye alıp kastırıyormuş gibi geldi bana.

White Earth
Kuzey Dakoda'nın amasız coğrafyasında petrol kuyularında çalışan işçilerin ailelerine gayet sade bir bakış. Bu filmin basitliği hoşuma gitti.

Pawel Pawlikowski'nin filmi Ida, Polonya'nın Oscar adayı

"Yabancı Dilde En İyi Film" adaylarına gelince: LEVIATHAN ve IDA hemen öne çıkıyor. Diğer filmlere göre hem üslup hem içerik açısından açık ara daha kuvvetli filmler. Leviathan'ın senaryosu, Ida'nınkine oranla daha derin ve etkili, ama benim gönlüm burun farkıyla da olsa üslup açısından da yeni bir şeyler deneyen Ida'ya kayıyor. Bir gün zaman olursa daha uzun yazarım bu filmler hakkında.

TIMBUKTU (Mauritania)
Yavaş temposu ve pastel renkleriyle buram buram afrika kokan bir film. Ancak yönetmen filmi ve hikayeyi bir üst seviyeye çıkaracak hamleleri yapmaktan geri durmuş.

MANDARIINID | TANGERINES (Estonya) 50'lerin, 60'ların Hollywood'unu hatırlatan tarzda bir hikaye. İki düşman askerin savaş esnasında zorunlu birlikteliği ve birbirlerine ısınmaları. Çeçen-Gürcü Savaşı esnasında biri Çeçen biri Gürcü iki yaralı asker, aynı savaş nedeniyle o topraklardan kaçmak zorunda kalmış Estonyalılar'ın boş köyünde, inat edip gitmemiş Estonyalı yaşlı bir marangozun evine sığınmak zorunda kalıyorlar. Marangoz bu iki askere bakıyor ancak birbirlerini vurmamaları konusunda söz verdiriyor. Bir de filme ismini veren bir bahçe dolusu mandalina var hikayede. Tahmin ettiğiniz gibi çok aman aman bir orjinallik yok konuda, ama filmin her tarafını sarmış samimi bir insaniyet izleyicinin içini ısıtıyor ve sanırım filmi Oscarlar'a kadar getiren şey de o insaniyet.

Arjantin'den sürpriz RELATOS SALVAJES (Wild Tales) var. İntikam teması üzerine kurulmuş, birbirinden bağımsız altı kısa filmden oluşuyor. En son kısa film, düğününde müstakbel kocasının kendisini aldattığını fark eden ve düğünün altını üstüne getiren gelinin etrafında dönen bir komedi. Konu tam Hollywood romantik komedi malzemesi ama Hollywood'un yaptıklarından çok daha kıymetli bir film. Hollywood yapımcıları yönetmen Damian Szifron'un ve gelini oynayan Erica Rivas'ın üzerine atlayacaklar ve bu ikisinin adlarını daha çok duyacağız, belli. Hatta bu kısa filmin yakında uzun metrajını bile yaparlar sanıyorum.

Mr.Turner'ı, Mike Leigh yazdı ve yönetti

'En İyi Sinematografi' kategorisinde MR. TURNER aldı film var. 19. yüzyıl İngiliz ressamı Joseph Mallord William Turner'ın hayatını konu alan filmin görüntü yönetmeni Dick Pope, Turner'ın resimlerindeki o kendine özgü ışık etkisinden esinlenerek, karakterin ruhsal iniş çıkışlarını usul usul takip eden bir görsel dil yaratmış. Filmin en öne çıkan unsuru sinematografisi. "En İyi Görüntü" dalında BIRDMAN favori gösteriliyor ama umarım MR. Turner ödülü kazanır. Mümkünse sinemada, büyük ekranda seyretmenizi tavsiye ederim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER