Bir
dokunuştur tango. Bir tarzdır. Biraz tutku, biraz isyandır. Kadın ve erkeğin
ritme gönlünü kaptırmasıdır. Ahenktir. Aşk’ın var olma dansıdır. Hem bir uyuma
kapılıp gidersiniz hem de bir itişmenin tam ortasında kalmış gibi
hissedersiniz. Bir inatlaşma, savaşma ama güvene dönüşen bir teslimiyettir.
Erkeğin siyah’a, kadının beyaz’a büründüğü renkler birlikteliğidir. İzlerken
heyecandan büyülenirsiniz. “Siyah beyaz aşk!” benim için kısaca bu duygularla
başladı. Tango’lu bir tanıtım ilgimi çekmeyi başarmıştı. Sadece siyah ile
beyaz’ın birbirlerine kavuşmasını anlatamazdı bu dans. Yaşadıklarının
hayatlarına yansıması, hep düz gidilemeyen yollarının yarattığı sıkıntılar ve
tüm yaşanılanlara rağmen bir yüreğin diğer yüreği seçişi, kavuşması olmalıydı.
Bir yürek
diğer yüreği hep arar. Ne zaman ve nerede bulacağını bilmeden bakar, durur.
Yürek yüreği önce hisseder, sonra tanır, en son da sevdaya düşer ve sever.
Aslı’nın korkular içinde kaçışları, Ferhat’ın kovalamaları ve tükenmeyen
komutları ile “Merhaba!” dedik onlara. Kâh ittiler, kâh çektiler birbirlerini
bir ritmin onlara eşlik ettiğini bilmeden, tango’nun bir parçasıydılar adeta,
ama farkında bile değillerdi.
Necdet
berberin yetiştirdiği bir Ferhat Aslan tanıdım ben. Acıma duygusu olan, mert,
özü sözü bir, berber babası tarafından çok sevilmiş, iyi yetiştirilmis ama
babası öldükten sonra hayallerinden sevdikleri için çok küçük yaşta vazgeçmek
zorunda kalmış, kırık kalbi ile yaşamayı öğrenmiş, karanlıklarla kaplı yolunda
yalnız yaşayamaya alışmış, gençliğini yaşayamadan adamlığa geçiş yapmış birisi
olduğunu gördüm. Etkilendim.
Aslı
doktoru tanıdım. Cevval mi cevval. Çok başarılı, akıllı, sevgi dolu, ışıl ışıl
bir kadın, bir doktor. Ağabeyi tarafından çok sevilen bir kardeş. Annesi
tarafından küçükken terkedilmesine ve babasını kaybetmesine rağmen hayata
tutunmuş ve hayallerinden hiç vazgeçmemiş biri. Benimsedim ve sevdim.
Tek tek tüm
karakterleri yazsam ne güzel olurdu. Ama gerek var mı? Bilemiyorum. Belki kısa
kısa... Abidin desem; hepimiz kocaman yürekli, sevgi dolu adam deriz kendisine.
Namık desem; tüylerimizi ürperten kötü adam, kötü bir baba demekten çekinmeyiz.
Cüneyt desem; hepimizin dizimizden göndermek istediği ilk kişi olurdu ama şimdi
bir de Jülide var. Aralarında düzenbazlıkta ve kötülükte yarışırlar. Dilsiz
desem; az konuşan, mert adam deriz. Yeter desem; çok çekmiş hayattan ama yine
de yıkılmamış bir kadın. Handan desem; illallah desek sadece onun için olur
sanırım. İdil desem; kötü niyetli, kumpasçı birisi olarak tanımlasak yeter.
Gülsüm desem; masumiyetini yanlış bir insana hediye etmiş özünde iyi bir genç
kız gelir aklımıza. Hülya desem; akıllı, çevresindeki olan bitene duyarlı
düzgün bir genç kadın deriz. Yiğit desem; başarılı bir savcı, ağabey özlemi ile
yanıp tutuşmuş bir kardeş, iyi eş ve iyi baba! Suna desem; konuşmasını bilen,
akıllı, sağ duyulu bir kadın ve öz verili bir anne ve eş deriz. Vildan’a
gelince; en sona sakladım kendisini ilk bölümlerde karakteri oturtulamayan bir
alkollü bir alkolsüz halleri içinde gelgitler yaşayan, Ferhat takıntılı
birisiydi. Ama daha sonraları aklı başında, mantıklı tavsiyelerde bulunan,
annesinden bıkmış iyi bir insan, düzgün bir anne olmaya çalışan bir kadın
karakter olmaya evrilmişti. Abidin’e destek, Gülsüm ve teyzesinin tarafında yer
alan. İdil’in yalanlarını fark eden, muhakeme yapabilen bir kadındı. Ferhat’a
ilgisi kalmamış, evli oluşuna saygı duyar hale gelmişti. Özge de dizide varlığı
gerektiğinde ortaya sunulan bir çocuk olmaktan ileri gidememişti.
Şimdi bir
geminin içinde sahte dalgacıklarla boğuşuyoruz sevgili okurlarım. Bir o dalga
vuruyor, bir diğer dalga. Üzgünüz! Dalgasız deniz olmaz biliyoruz. Haftalar
boyunca gerçek dalgalarla boğuştuk zaten hep birlikte. Karanlık gecelerde
yıldızlara tutunduk. Aynalara baktık. Tüm saatlerin 9 da durmasıyla güzel ve
çirkinin öpüşmesine tanıklık ettik. Batalıkta bile sevginin yeşerebilme ümidine
hayran kaldık. Ayrıldılar. Bir o tarafa savrulduk bir bu tarafa ama tutunduk
dizimize, vazgeçmedik!
Şimdi asıl
meselemiz sahte dalgacıklar. Onca hafta aklımıza sunulanları, gönlümüze
girenleri, sevdiğimiz ve inandığımız karakterleri, benimsediğimiz konuyu yerle
bir etmek istercesine sil baştan, yapmacık ve alt yapısız bir şekilde diziyi ve
karakterleri öz çizgisinden rotasından çıkarma eğilimiyle yaratılan dalgacıklardan
bahsediyorum. Sevemediğimiz dalgacıklardan bahsediyorum. Yalnız unutukları ve
dikkat edilmesi gereken tek bir şey var. Koca reyting dalgalarında savaşır,
tutunursun haftalarca ve boğulmasın! Gidersin bir kaşık reyting dalgacığına
yenik düşer, bir kaç hafta da final yapıverirsin. Ama hiç sormazsın bu seyirci
bunu hak etti mi diye? Seyirciye göre yazılmaz elbette senaryolar. Ama
haftalarca yazılmış, çizilmiş, ilmek ilmek işlenmiş, altı doldurulmuş masalı ve
karakterleri bir an da yerle bir edemezsin!
İşte bu
yüzden iyi tanıdığımız karakterleri bir zahmet bozmayın! Ferhat sarhoş bile
olsa bacı diyeceği teyze kızının yatağına girmez. Çünkü kontrolünü kaybedecek
kadar ne hayata, ne dayısına güvenecek ve zırhını indirecek biri o. Teyze kızı
çekti gitti diye, öz kardeşinin bile peşinden gitmemiş Ferhat Aslan o teyze
kızının peşinden gitmez. Aslı sorular sorduğunda da kaçamak cevaplar vermez. O
Cüneyt’i de Özge sırf “baba” dedi diye ev de dolaştıracak adam değil Ferhat! Bu
çocuk olayını kendine yakıştırıp köşelerde bucaklarda bunalım takılmaz. Kendini
sürekli sorgular!
Aslı hamile
de olsa sürekli yataklarda uyku modunda olmaz. Sonuçta akıllı, zehir gibi
kadın. Hormonlar da bir yere kadar uyku yapar, zihnide kapatmaz, hatta daha da
her şeyi fark eder hale getirirler. Cüneyt’in ev de gezinmesini asla
kabullenmez. Yeğeninin her işe burnunu sokmasından şüphelenir. Hülya ile konuşmasının
gerisini getirir. Araştırır! Öğrenirse de çocuk davasını kolay kolay kendinden
saklandığı için kabullenmez.
Kalbimin
kırgınlığı geçmedi. Haftalardır “siyah beyaz aşk”ı yazıyorum son iki haftadır
kalemimle kalbim birbiriyle savaşıyor. Biri yaz, diğeri yazma diyor! Tepe
taklak konu değiştirme hareketlerine karşıyım.
Bu hafta
sevdiğim sahneler olmadı mı elbette oldu. “Sana güveniyorum!” cümlesine
ihtiyacı olan ve o cümleyi duyduğunda çok mutlu olan bir eş, bebeğinin onu
sevme ihtimalini bilmek isteyen bir güzel baba vardı karşımızda. Eşini “sen
muhteşem bir baba olacaksın” diye yüreklendiren harika bir anne vardı
karşımızda. Dağ çileği avına çıkan aşklarımızı da çok sevdim. Aslı’sının
karnını okşayan Ferhat’ı görmek de mutluluk vericiydi. Eskileri hatırlayan,
karısıyla yatakta şakalaşan, romantik olduğunu düşünen, Aslı’yı güldüren
Ferhat’ı da gördük en sonunda. Peki bu sahneler bize yetti mi? Yetebilirdi! Ama
yetmedi.
Sonuçta
kadınlar ve. hormonlarımız çok konuşuluyor ya, doğru söylüyorlar! Bir kadın her
şeyi hisseder. Eğer bir kadın eşine “Gitme!” diyorsa gitmeyeceksiniz! Eğer
gidiyorsanız da başınıza geleceklerden siz mesul olacaksınız. Hiç bir zaman bir
kadını ve onun gücünü küçümsemeyiniz.
Unutmayın;
kontrastlar albeniyi, ihtirası, ihtişamı artırır. Zıtlar birbirlerini mıknatıs
gibi çeker. Güzel çirkini sever, siyah beyazla karışır, aydınlık karanlıkla bir
olur! Aşk ve sevgi hep kazanır.
Mutluluk ve
sevgiyle kalın...