Uzun zamandır, hatta belki Siyah Beyaz Aşk ekran yolculuğuna
başladığından beri hiç, pazartesi akşamki hislerle kalmamıştım ekran başından.
Dürüst olalım, kötü bölümler de izledik ağzımızı kulaklarımıza fiyonk yapacak
güzellikte bölümler de. Ama o kötü dediğim bölümlerin sonunda bile olumsuz da
olsa hikâyenin bana hissettirdiği bir şey vardı; ya cevapsız sorularla baş başa
kalmıştım ya karakterlerden birine kızmıştım ama hep umudum vardı bir sonraki
bölüme dair. Çünkü öykü bu derece temelden sallanmamıştı, aksaklıklar ya
anlatıştan ya akıştan kaynaklanıyordu. Ama işte 22. bölümün sonunda benim
işleniş şekline hayran olduğum hikâye öyle bir darbe yedi ki ben de gelecek
bölümlere olan umudumu tümüyle kaybettim. Negatiflik saçmak istemediğim için derdimi
anlatmaya çalışırken fazladan özenli davranacağım zira içimden geçenleri olduğu
gibi yazmaya çalışsam benim bile yazıyı tamamlamaya gücüm kalmayacak, değil ki
zaman ayırıp okuyan sizlerin kalsın.
Bölümün en başına gidelim; sevdiği kadını daha fazla
öldürmemek için ondan boşanmak isteyen bir adam ve onun kararına aslında başka
şeyler hayal ederek uyan bir kadın var. Aslı geçen bölümde nereye koyacağını
bilemediği acısıyla ne yapacağını bilemezken Ferhat ikisinin adına da vermişti
bu kararı ve Aslı için aslında işleri kolaylaştırmıştı. Aslı yine aynısını
bekledi; Ferhat yine, bir anlık delilikle ikisi adına Aslı’nın veremediği
kararı versin istedi. Yapması gerekenle yapmayı istediği şeyler arasında
sıkışmasını yürekten anlıyorum; asıl bu git-geli yaşamasaydı o köprüde
izlediğimiz acı veren sahnenin bir anlamı olmayacaktı. Ama sonra akıllara ziyan
bir şeyler olmaya başladı. Ferhat’ın onu kaçırması ve kazayı kavga ederken
yapmaları bile daha akla yatkınken o izlediğimiz abartılı skeç tadında kaza için
ne desem bilemiyorum. Hadi kazanın oluş şekline takılmayalım, hikâye kendini
tekrar etmek istemedi diyelim; sonrası için ne diyelim peki? Takla atmış bir
arabada saçı bile dağılmamış, yüzünde tek bir çizik olmayan, kelimenin tam
anlamıyla burnu bile kanamamış Aslı’nın gördüğü kırmızı montlu kız imgesiyle ne
anlatılmak istendiyse bende bir karşılığı olmadı maalesef. Ferhat’ın baygın
Aslı’yı çekiştirerek arabadan çıkardığını gördüğümdeyse gerçekten televizyonu
kapatmak istedim. Böyle başı sonu belli, gideceği yeri gözümüze sokan
aksiyonlar bende bitse de gitsek hissi uyandırıyor, bu da öyle anlardan biriydi.
Ve nihayet sıra, haftalardır cılız bir
umutla başka bir şey çıkmasını beklediğim hamileliğe geldi. O ana kadar
Aslı’nın tepkilerini ve durduğu yeri anlıyor ve çok da hak veriyordum ama sonra
işler karıştı biraz.
Önce anlaması kolay olan Ferhat’tan başlayalım. Ferhat
realist bir adam; tabii ki ilk tepkisi bu hiç beklenmedik bebekle pembe
panjurlu ev hayalleri kurmak olmayacaktı. Adam kadını öldürdüğünü düşünüyor,
bebeği aldıracağını düşünmesinden daha normal bir şey olabilir mi? Bir an için
aklına gelen baba olma fikrinin üzerinde durmayıp ilk sözü söylemesi; Aslı’nın
söyleyeceklerinden kendini korumak içindi açıkça. Nitekim bu kararında da
haklıymış çünkü Aslı “senin gibi bir adamdan çocuk sahibi olmak istemem” dedi
ve son derece haklı gerekçeler sıraladı o çocuğun olası hayatına dair. Bütün
söyledikleri Ferhat için acı da olsa gerçeğin ta kendisiydi. Ferhat da bu hisle
Aslı’ya dünyanın en saçma konuşmasını yaptı karakol önünde. Gerçekten o konuşmayı nereye koyacağımı
bilmiyorum kafamda. “Dürüst bir öfke ikiyüzlü bir sevecenlikten kıymetlidir.” dedi evet haklı da üstelik ama öfkeli olma hakkını kendinde nasıl buldu onu
asla anlamıyorum. Diyelim öfkeli, e Aslı zaten hâlihazırda barut fıçısı gibi,
çocuğu aldır dediğin kadını neden o eve tekrar getirmekte ısrar ediyorsun
Ferhat Aslan?
Ferhat’ın tutarsızlığı bir yana Aslı’nın ruh hali de yordu
beni biraz. Ben onun kararının arkasında durmasını umarken o Ferhat’ın onu
pembe bir hayale ikna etmesini bekledi. Ve üzgünüm, bunları bir anda gelen
annelik hissiyle açıklayamıyorum. Dikkat çekmek istediğim bir nokta var; dizi
evreninde zaman son derece yavaş akıyor. Yahu bunlar toplasan kaç aylık evli,
kaç aylık sevgili? Cem’in ölümünün üzerinden 4 bölüm geçmiş olsa da bu süre
Aslı için en fazla bir hafta. Zaman bu kadar yavaş geçerken olayların böyle üst
üste gelmesi ve çok kısa zaman içinde çok fazla şey olması benim açımdan yorucu
olmaya başladı. Aynı bölüm içinde ayrılık kararı, bebek haberi ve o bebeğin
yaşayıp yaşamayacağı sorusu, bu kadar önemli konuların üzerinde düşünme fırsatı
bile olmayan iki karakterden başka bir şey vermiyor bize ne yazık ki. İlk
yazılardan birinden aşkın bütün aşamalarını sindire sindire izlemeyi dilemiştim
ama tam tersi şekilde adeta koşarak geçti gitti bölümler. Bu çerçevede bile
değerlendirsem Aslı’nın bebekten vazgeçmekte neden zorlandığını anlayamıyorum.
Abini kaybetmişsin ve bu kaybın, sevdiğin adam karanlık bir dünyaya ait olduğu
için sen de onu sevmekten vazgeçemediğin için olduğunu düşünüyorsun. Üstelik
onun yanında kalmanın senin renklerini öldürdüğünü görmüş ve intikam
motivasyonuyla can almaya kalkmışsın. Seni sen yapan her şeyi kaybettiğini
düşünüp ayrılmaya karar vermişsin, boşanma konuşması yapılmış. Bu kadar
olumsuzluğun üzerine, o çocuğu aldırmamayı düşünmek kendinden vazgeçtiğin gibi
o çocuğu da sonu görünmeyen bir yola sokmak olmayacak mı Aslı? Ferhat
istediğini verip, doğur bu çocuğu deseydi sorunlar buhar olup uçacak mıydı ki?
Kendi aralarında aşamadıkları bir sürü çok ciddi sorun
varken bu denkleme damdan düşer gibi bir bebek eklemek senaryonun kendine
yaptığı büyük bir kötülük benim nezdimde. Finale kadar herkesin sözleşmiş gibi
çocuktan bahsetmesi, Ferhat’ın çeşitli “babalık” çekişmeleri, en aklı başında
ve serinkanlı karakter olduğunu düşündüğüm Suna’nın bile evliliğin kurtarıcısı
olarak bebeği görmesi, özetle bu bebek ve anne baba olma teması beni fena halde
üzdü, yordu ve hayal kırıklığına uğrattı en çok. Bir süre karakterlere
yabancılaştım, kim bunlar neler söylüyorlar diye tekrar tekrar izlediğim
sahneler oldu. Üstelik bebeğin varlığı üzerinden yaratılmaya çalışılan
gerilimin hiç kimseye bir faydası yok, hatta Aslı’ya ciddi zararı var. Aslı’nın
bebekten vazgeçemeyişi onun karakterini zayıflatacak, Ferhat’ın feryatlarına
rağmen aldırmaya karar vermesi ise onu izleyicinin gözünde kalpsiz yapacak. Yahu
bu insanlar aşıktı. İkisinin de tek derdi bu aşkı yaşamanın bir yolunu
bulmaktı. Çok âşıkken bir arada olamayışları zaten ikisi için de yeterince
acılı olacaktı. Güzel bir ayrılıkta Ferhat nefes alamayacak ve yalnızca
Aslı’yla olabilmek için kendini baştan yaratacaktı. İki insanın ilişkisinin
itici gücünün sadece kendi hisleri olması taraftarıyım çünkü aşka rağmen
kavuşamıyorlarsa zaten başka hiçbir sebep onları birbirine yaklaştıramamalı. Bu
yüzden Ferhat’ın her şey sıfır olsun istiyorum diyerek, ilişkiyi en baştan
başka bir temel üzerine kurma çabası bana anlamlı gelmedi. Kendine ya da
ilişkilerine değil bebeğe yeni bir sayfa açmak istemesi üzdü bile bir miktar.
Yine en çok rahatsız olduğum konulardan biri bölümdeki
hayalli, iç sesli, rüyalı, imgeli, metaforlu sahnelerin sayısının arşa çıkması
oldu. Hatta iş öyle bir noktaya geldi ki, birbirlerine söylenmeyen sözleri
söylediklerinden fazlaydı neredeyse. Böyle gerçek dışı öğeleri arada bir
kullanmak karakterlerin bilinçaltını anlamak açısından son derece faydalıdır ve
etkiyi güçlendirir ancak bunu bir anlatım biçimi olarak benimseyip iki sahneden
birinde kullanmak bende sadece bir rahatsızlık duygusuna yol açtı. Normal
şartlarda Necdet Baba sahneleri beni çok etkiler ama sanırım bu alışmışlıktan,
bu bölümdeki cehennem rüyası bile bana fazla geldi, ki daha geçen bölüm
Ferhat’ın kişisel cehennemini anlamaktan mutluluk duyduğumu söylemiştim.
Hikâye öyle bir inandırıcılıktan uzaklaştı ki, sarmalın
içinde, dibe doğru yuvarlanıyor. Bakın gerçekçilik demiyorum, drama izlerken
gerçekçiliğin peşinde koşmak çoğunlukla hayal kırıklığı getiriyor. Üstelik
inandırıcılık çoğunlukla gerçekçilikten birkaç adım öndedir gözümde. Bu yüzden
hikâyenin derdine inanmayı bıraktığım anda benim için yolun sonuna yaklaşılmış
oluyor. Bu bölüm bu açıdan kötü klişelerden büyük heyecanlar çıkarmayı umarak
ciddi şekilde zarar verdi öykünün geneline. Dizide ciddiye alınabilecek ve
gerçekten tehdit oluşturabilecek bir kötü karaktere olan ihtiyaç ayyuka
çıkmışken, pembe dizilerden fırlama bir karakter göründü son sahnede. Daha ilk
anda üçüncü sınıf entrikalar çevirip evi birbirine katacağım diye bağıran,
izleyiciden hiçbir şeyini saklamayan, hiç merak uyandırmayan bu kadının
hikâyeye katkısı Ebru’dan bir gram daha fazla olmayacaktır diye tahmin
ediyorum. Zira kendisinin farklı versiyonlarıyla Safiye, İdil ve Cüneyt olarak
tanıştık. Çapsız kötüler izlemekten o kadar yoruldum ki İdil neden öyle, Cüneyt
neden böyle diye sorgulamayı bıraktım çoktan. Çünkü dizideki hiçbir kötü, hatta
Namık bile, üzerinde düşünülecek bir hareket yapmıyorlar. Hepsinin yöntemi de
amacı da belli. Hiçbir sürprizi olmayan tiplemeleri izlemenin gerçekten hiçbir
zevki kalmadı.
Biliyorum bir sürü olumsuz şey sıraladım ama 22. bölüme
dönüp baktığımda içime sinen tek bir sahne bile yoktu ne yazık ki. Ve öyle bir
yola girildi ki, izleyeceklerime dair bir umudum da kalmadı. Aklıma gelen
ihtimallerin hiçbirinin beni heyecanlandırmadığı bir noktaya geldik. Beni ekran
başına kilitleyen, yan yanayken, konuşurken, susarken, sadece bakışırken bile
kıvılcımlarını gördüğüm Aslı ve Ferhat’ın dünyası başkalaştı. Henüz yeni yeni
çiçeklenen aşklarına taşıyamayacağı bir yük yüklendi. Artık dünyaları iki kişilik değil, hiçbir
zaman da olamayacak. Aslı’nın bebeği aldıramadığını ama yine de o bebeğin
doğmayacağını düşünüyorum, buna rağmen aralarında hep bir gölge kalacak. Benim
için bütünüyle hayal kırıklığı olan bir bölümdü. Bugüne kadar umduğum hiçbir
şeyi bulamasam da bazen karşıma çıkanlara çok sevindiğim olmuştu. Dilerim
bundan sonrası için de aynısı olur.
Okuduğunuz için minnettarım. Sağlıcakla
kalın.
*Ömer Hayyam