Siyah Beyaz Aşk: Yaraları sarmak yerine, yeni yaralar açarak gitmek de aşka dairdir

Siyah Beyaz Aşk: Yaraları sarmak yerine, yeni yaralar açarak gitmek de aşka dairdir
Her doktor, her yarayı tedavi edebilseydi eğer, ne şanslı bir dünyada yaşıyor olurduk, değil mi? Ama öyle bir dünyada yaşamıyoruz. “Ben doktorum, yeminim var, tedavi ederim.” demekle de, kendi dalına ait olmayan bir hastayı da iyileştirmek hiç de kolay değil. Hele karşınızda ruhu incinmiş, çocukluğundan gelen yaralarıyla, travmalarıyla boğuşan Ferhat gibi bir hastanız da varsa, sabır en büyük silahınız olmalıdır. Onun kırgınlıklarını, yanılgılarını, üzüntülerini, hatalarını, hayal kırıklıklarını sahiplenmeniz gerekir. Yaz reçeteyi geç de diyemezsiniz. Yavaş yavaş iyileştirmelisiniz!
 
“Genç olmadan ben, adam oldum.” diye isyan eden, ruhu yorgun, dertli bir Ferhat var elimizde. Aslı ve Ferhat ilişkisini değerlendirirken normal ilişkileri baz alıp, örneklendirmek, kıyaslama yapıp, ahkam kesmek bu kadar kolay olmamalı, olamaz.
 
Genç olmak ne demek? Gençlik coşkudur, kanın bir deli akmasıdır. Hayaller, umutlarla donanmış bir dönemdir. Sevmek de, öfkelenmek de, kızmak da hep uç noktalarda yaşanır. En yakın dostluklar bu dönemde kurulur. Her şey daha canlı, daha renklidir. Hayal kırıklıkları bile geçicidir, tamir edilebilir. İnsanın en güzel mevsimidir gençlik. Geriye döndükçe yad edilen bir tarihtir. “Çocuktum, sevildim. Büyüdüm, genç oldum, sevdim.” dediği dönemdir. Dediğim dedik, kendine güvenin sonsuz olduğu yıllardır. Dönüp hatırladığınızda yüzünüze düşen gülümsemelerdir, gençlik...
 
Ferhat’ın çocukluğu elinden çalındı, daha gençliğine bile ulaşamadan... 12 yaşında bir çocuk girmek zorunda o olduğu delikte neleri unutmuştur, hiç düşündünüz mü? Yıllarını, hayallerini, ümitlerini, gülmeyi, güvenmeyi, sevmeyi unutmuştur. Yaşar gibi yapıp küçük yaşta yaşayamamak bu olmalı. En sevdiği yemeyi annesinin elinden yiyememek olmalı. En sevdiği oyunu oynayamamak, dışarıda koşamamak olmalı. Hastalandığında okşanmamış bir başı olmalı. Bir kızın elini tutamamak, konuşamamak, dans edememek olmalı. Sırtını dönememek, uyuyamamak olmalı. Uyursa ve dönerse, ölür. Kafasını eğmemek olmalı, eğerse ezilir. Böyle bir çocukluk ve gençlik geçirmiş adamı hemen yargılamak neden? Bakmak, görmek, anlamak, hissetmek gerekmez mi?
 
İşte aşk, anlatılmadan dinlemeyi başarabilmektir. Konuşmadan da okuyabilmektir karşısındakini. İnleyen kalbe ilaç olabilmektir. Derin bir nefes alıp ‘ben ona yardım edebilirim’ demektir aşk. Ümidi kesmemektir aşk. Bazen de rest çekmektir aşk. Hem gitmektir aşk, hem de kalmak. Aşk; ya birlikte kazanılır ya da birlikte kaybedelir...
 
Sevginin de çeşitleri vardır. Kardeş sevgiside bir başkadır. Seversiniz, korursunuz, kollarsınız... Kendi ağabeyini örnek gösterip, sevdiği adamın ağabeyliğine laf söylemek nasıl da kırıcıydı. Bu cümleyi Ferhat’ın canını yakmak için mi yoksa onu çözülsün ve konuşsun diye mi kurdu Aslı? Ama tek bildiğim bir şey var. Ameliyattan yeni çıkmış, sırtında ki dikişlerle, vücudunda kalan son güçle Gülsüm’ü kurtarmaya giden Ferhat’ı ve kardeşini kurtardıktan sonra gönül rahatlığıyla dizlerinin üstüne acı için de yığılan o ağabeyi ben hiç unutamadım. Sen de unutma Aslı.
 
“Sildim, sildim yeniden kitaplara yazdım.” diyerek Ferhat’a ders vermeye çalışan Aslı’yı da anlamak istedim. Kızgındı, sinirliydi. Elbette haklı yanları çoktu... Ama bir geçmişi silmek ve yeniden yazabilmek gerçekten cesaret gerektirmez mi Aslı? Öyle de bir çırpıda silinemez geçmiş, bir de sızlayan yaralarınız varsa. Annesinin gidişini hâlâ içine sindirememiş biri olarak sen, Ferhat’ı çok iyi anlamalıydın. Kitaplardan sildiğin yazılar gibi annenin sizi terk edişini, ne silebilmişsin, ne de yeniden yazabilmişsin. Aslında Ferhat senle yazmak istediği geleceğini sana açıkladı. Ama sen de geçmişte takılı kaldığın için göremedin.
 
Ferhat gibi birinin başını Aslı’nın sırtı ile omuzu arasında ki bir yerlere koyması, burnuyla Aslı’nın saçlarını koklayarak kendinden geçmesi ne kadar büyük bir adımdı aslında. Ne kadar çok şey anlatıyordu Aslı’ya... Kollarıyla onu sımsıkı kavraması onu nasıl sevdiğinin, bırakmayacağının göstergesi değil miydi? Bazen sözcükler dile dökülmeden, karşınızdakini davranışlarından anlama kabiliyetine sahibizdir. Konuşamıyordu ama dokunmayı bilmeyen adam sarılıyordu, çünkü dokunmayı öğrenmeye başlamıştı. O omuza sığınıyordu, teslim oluyordu, “Sen kazandın.” aşkına “Yenik düştüm!” demeye getiriyordu. Aslı ‘bırak, bırak, bırak’ dedikçede bırakmadı. Sessizdi, sevgisini bir kez daha öperek gösterdi. Yeniden yazmaya o geçmişi, hazırdı artık.
 
Aslı doktor, duygularıyla hareket etmeyi seçti. Ferhat’a öfkesi ve kırgınlığı ağır bastı. O boşanma kelimesi bile Asl’yı dağıtmaya yetmişti. Boşanmak vazgeçmekti, terk etmekti, sevmemekti, güvenmemekti, bitmekti. İncinen kadınlık gururu öne çıktı. Eğer bir kadın üzülürse, unutmaz. Mutlaka bir gün darbesini vurur. Vurmakla da kalmaz, imzasını da unutmayacağınız bir şekilde beyninizin derinliklerinde bir yerlere atar. Aslı’da öyle yaptı. Aşkının gururunu ele geçirmesine izin vermedi. Geçmişten sakladığı kararmış demli çaylı notla darbesini vurdu. Yanlış başlayan aşklarını, sil baştan doğru yazabilmenin belki de tek yolu Ferhat’ı deliye döndürmekten geçiyordu. Hiçbir kaybetme korkusu olmayan Ferhat Aslan, Aslı’yı kaybetmeyi göze alabilir miydi? Alamazdı. Almamalıydı. İstese de istemese de Aslı onu iyileştiriyordu. Aslı yorgundu, yorulmuştu. Tedavi uzun sürecekti. Bir şeyler yapmalıydı. Hem de sevdiği adama ‘bir anlık birşeydi’ diyerek kıra kıra gitmeyi, yıka yıka, çıldırta çıldırta Ferhat’ça gitmeyi tercih etti. ”Yaraları sarmak yerine, yeni yaralar açarak gitmek de aşka dairdir.” İnsanın içine ayrılık korkusu düşerse eğer aşk yarası hep taze kalır. Yarayı açandan başkada derman kimse olamaz. Ferhat “Aslı, Aslı...” diye bağırırken karanlıkta tek başına ve belki de hayatında ilk defa yalnız kalmaktan korkmuşçasına çaresiz görünüyordu. Ferhat dağları, yolları deler ve bir şekilde Aslı’sına kavuşur diyorum.
 
Aşk işte, kafaları allak bullak eder. Biri yükseklerde kuş olup uçsa, diğeri sakin bir denizde kendi halinde bir balık olsa. Biri dalga olsa, öbürü de rüzgar! Biri gül olsa, diğeri bülbül. Savrulsalarda farklı diyarlara bulacaklar hep birbirlerini. Hava ile su olmayı öğrenecekler en sonunda. Ne havasız, ne susuz yaşayabilir mi insan? Yaşayamaz! Çünkü biri nefes almalara doymak istemez, diğeri su içmelere... Çok yakındır tüm aşklarıyla yeniden siyah ve beyaz olmaları, yaralarını sarmaları... Çünkü birbirine sahip kalpler ayrı ayrı atmaz. Kalp sevdiğini özler... Kalp kalbi sevince ayrı düşmek istemez. Kalp sevdiğinin peşine düşer... Kalp aşkını arar ve bulur... Çift kalp tek atmaya başladığında karanlık seyran olur.
 
Mutlulukla ve sağlıkla kalın...
 
Notlarım:

*Mutfakta metaforlar yapmaya doyamayan Aslı ve Ferhat pek güzellerdi.
*“Ben senin karınım.” sahnesi bir harikaydı. Aferin Aslı, kafasına kazı, unutmasın.
*Azad ve kızının hikayelerinde yerlerine oturmayan eksik taşlar var diye düşünüyorum. Azad’ın Ferhat’a bu kadar öğüt vermesi ve Ferhat’ın da onu dinlemesi güzel de, hep sanki bu öğütlerin bir karşılığı olacak gibi geliyor. Namık gibi bir adamın tetikçi olması da beni hiç şaşırtmadı.
*İdil’den haz etmiyorum.
*Suna yine kocasını etkilemeyi, onu yönlendirmeyi başardı.
*Yeter hanımın kızını sahiplenmesi ve diğerlerine karşı korumasını çok sevdim.
*Gelelim en sevdiğim, en favori isme tabii ki Abidin ve tabii ki Timur Ölkebaş. Korumak, kollamak, sevmek, kıyamamak, hataları kabullenmek, yüze vurmamak, gücendirmemek, korkutmamak, herşeye herkese karşı başının tacı yapabilmek, yeniden başlamak, ölesiye savunmak, bırakmamak, adam olmak, hepsi o kadar güzel Abidin karakteri üstünden sunuluyor ki hayran kalmamak elde değil. Gülsüm ve Abidin sahneleri daha çok olsa ve biz onları zevkle izlesek diyorum.
*Tüm Siyah Beyaz Aşk ailesinin ellerine, gönüllerine sağlık. Güzel bir bölümdü. Sevgiyle kalın...



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER