En baştan
söyleyeyim, bir tavşan olarak Gülse Birsel’e küseli çok uzun yıllar oldu.
G.A.G. zamanı kanalı değiştirmek söz konusu bile olmamacasına ailemi esir
alırdım, ilk dizisi Eyvah Eski Kocam’ı
izlemiş ülkedeki üç beş insandan biriyim. Kitaplarını çıktığı gün koşa koşa
almışlığım, imza kovalamışlığım, kendisi gibi ukala bir personayla zamanımı
geçirmişliğim (üzerimden attım onu sanki, beni tanıyanlar katılmasa da…) var. Avrupa Yakası’nın ilk sezonunu da, henüz
herkes duruma uyanmamışken, ayıla bayıla izlerdim. Farkındayım, bir şey popüler
olunca burun kıvıran klişe entellerden biri gibi duracağım ama evet, Gülse Birsel
halkın gözünde yıldızlaştıkça benimkinden düştü. Hep aynı catchphrase
kullanımlarıyla konuşan tiplemeler, birbirinin aynı mizansenler, muşmula
dudaklarımı milim kıvırmayan “espri”ler… Ve temeli sağlam malzeme bitince
geçilen yeni dizi Yalan Dünya’nın
bence içler acısı hali…
Sinema filmi
bambaşka bir şeydir, malumunuz, başlar ve biter. O yüzden her ne bahaneyle
olursa olsun (ister uzun dizi süreleri, ister sanki silah dayıyorlarmış gibi
her şeyi tek başına yazma aşkı) kalemini beğenmemeye başladığım, yine de çok
önemli gördüğüm Gülse Birsel ile barışabilmek adına heyecanlandırdı beni Aile Arasında. Çok sevdiğim Demet Evgar
ve Engin Günaydın’ı da kadroda görünce değmeyin keyfime. Dizi yazarken düştüğü
çukurlara düşmez dedim, iki saati taş gibi ve firesiz yazmıştır dedim ve
fragmanı bekledim. Türkiye’de film satmayı, fragman kesmeyi bilmediğimizi her
fırsatta dile getiriyorum. Bu film de şaşırtmadı. Çok şükür, salak bir insan da
değilimdir ama; o fragmandan sonra ben bu izlediğim filmi pek beklemiyordum açıkçası.
Sanki bazı şeyler bilerek saklanmış, seyirci kısa komikli sahnelerle
kandırılıyor gibiydi. Neden mi? Çünkü elimizde
düpedüz yerli Birdcage var da, ondan.
İki filmi de izlemiş birinin çatının paralelliğini fark etmemesi imkansız ki
bir filmi başka filme benzeterek eleştirmekten ölümüne nefret eden biri olarak
söylüyorum bunu. Birdcage hafızasında taze olanlar belki daha başka benzerlikler bulacaktır, ben sayesinde
bir iç hesaplaşma yaşamakla yetiniyorum. Mutluluk
Zamanı’nın fragmanını izlediğimde öfkeden deliye dönmüş, Crazy. Stupid. Love. ve benzerlerinden
alınmış sahnelerin böyle düpedüz önümüze serilmesini aklım almamıştı. Filmi
izlemeye içim el vermedi, Cengiz Bozkurt Elçin Sangu’nun babası çıktı mı
bilmiyorum, fark etmez. Ufak Tefek
Cinayetler’i severek izlesem de daha birkaç ay önce epey sükse yapmış bir
yabancı dizinin anlatım biçimlerini alıp başka başka işlerden konu başlıkları
alarak yola çıkmalarına epey söylendim, doğru. Niyeyse Aile Arasında’ya o kadar sinirlenmedim. Belki “esinlendiği” iş
benim zamanımdan önce, benim dönemimin eseri değil diye. Bilmiyorum. Kendime
kızıyorum. Zira bu can sıkıcı durum günün sonunda filmi çok beğenmeme engel
olmadı.
Filmin
merkezindeki Fikret ve Solmaz, inanmayacaksınız ama, orijinal karakterler
değiller. Ancak ülkenin en iyi komedi oyuncularından ikisine teslim edilince
nasıl da yükselmişler, nasıl da o perdeye sığmamışlar… Engin Günaydın kendinden
ne kadar çok şey verdiyse, ister istemez hala biraz Burhan Altıntop olsa da…
Demet Evgar tiyatro oyunculuğuyla kamera önü oyunculuğu arasındaki nüansı tamı
tamına çözemeyip bazen haddinden fazla büyük oynasa da… İyi oyuncu böyle firelerini
de ustalıkla kapatabilendir, ki bunu gayet iyi başarıyorlar ve gözlerimizi bir
saniye onlardan ayıramamamızı sağlıyorlar. Erdal Özyağcılar, Devrim Yakut ve
özellikle Ayta Sözeri de her zamanki iyi performanslarını bahşedince zaten
işleyeceği deneyimle sabit bir çatı Gülse Birsel’in çok güzel yazdığı durum
komedileri ve esprileriyle uzun zamandır görmediğimiz kadar keyifli bir yerli
komedi izlememize vesile oluyor.
Film dolgu sahnelere pek yer verme ihtiyacı hissetmiyor,
laf arasında geçen ufak detayları başka bir noktada merkezine taşımayı ve
detaylardan beslenmeyi gayet iyi biliyor. Ucuz kahkahanın peşine düşüp
seyirciden sempati dilendiğini söyleyemeyiz. Aksine, her kahkahasını bileğinin
hakkıyla kazanıyor ve seyirci bunun bilincine vardıkça daha da gönül
rahatlığıyla harcıyor gülüşlerini. Aralarda filmi bir anda başka yerlere
götüren, ne yöne gideceğini bilemezmiş gibi keskin geçişler yaşanıyor ve ana
aksa geri dönüyoruz; film sanki daha uzun çıkmış da belli bir süreye getirilmek
için kırpılmış hissiyatı yaratıyor. Aslında biraz daha kırpılmaya bile ihtiyacı
var, zira komedi dozunu çok iyi ayarladığı ve ateşi çok doğru yerlerde sonuna
kadar harladığı için bir süre sonra yoruluveriyorsunuz ve artık finale varmak
istiyorsunuz. Ancak filmi nereden, ne kadar makaslayacağını bilmek de ayrı bir
yetenek… Orada biraz sorun var.
Gülse Birsel’in
bazı çukurlara yeniden düşmeyeceğini ummuştum demiştim ya, hayal kırıklıklarım
olmadı değil. Derya Karadaş aynı ekmeğin kırıntılarını yemekle yetinmiş ve
filmde “total”i güldürme görevini belki yerine getirebilecekse de fazla
sırıtmış. Güzelim Devin Özgür Çınar’ın karakterinden ne güzel malzeme çıkardı,
acımasızca harcanmış. Fatih Artman gümbür gümbür gelen ve hangi janra koysanız
iyi iş çıkarabilen bir oyuncuyken kendisine mekanizmayı yürütecek dişliden
hallice bir rol yazılınca cüssesi dışında perdeyi doldurma fırsatı
yakalayamamış. Su Kutlu ise seyirciyi durumun vahametine hemen inandırmak için
korkunç bir tiplemeye hapsedilmiş, yazık olmuş. Ve evet, Gülse Birsel hala çok
ama çok kötü bir oyuncu. Neyse ki müthiş bir alçakgönüllülükle kendisine
küçücük bir rol yazıvermiş ve onu getirdiği nokta da fazlasıyla keyifli,
üzerinde durmaya pek gerek görmüyorum.
Ozan Açıktan Silsile ve Annemin Yarası ile kalbime taht kurmuş bir yönetmen. İyi hikaye
anlatabildiği gibi oyunculardan iyi performanslar almayı da biliyor. Kurgudaki
bazı problemler haricinde kendisine teslim edilen stüdyo işinde de (BKM’yi
artık Türkiye’nin en büyük stüdyosu kabul edebiliriz bence) tertemiz bir iş
çıkarmış. Bazen yakın kadrajları beni boğsa, biraz daha sinemasal bir dil
isteğim ağır bassa da senaryonun beni güldürme çabasına tek bir balta darbesi
vurmadan bu yolculuktan çıkması kıymetli.
Bilgisayarın
başına oturmadan önce film hakkında çok olumlu düşünüyordum. Klavye tuşlarına
vurdukça asıl düşüncelerimle yüzleşiyorum herhalde, beklediğimden daha olumsuz
bir ton tutturmuş olabilirim. Kanmayın, zira bir komedi filmi etiketiyle bize
vermesi gerekenleri alıştırıldığımızdan çok daha başarılı bir şekilde veriyor.
Yazdığım tüm olumsuzluklara rağmen bence bu film aile arasında kalmasın, çıkın
çıkın gidin.