Eller günahkâr,
diller günahkâr... Masum değiliz hiçbirimiz...
Ne güzel demiş sevgili
Sezen Aksu....
Bazen öfke, bazen nefret, birilerini korumak
adına yapmaya çalıştığımız bir iyilik ve de aşk, en büyük günahları ve acıları
beraberinde getirir. Gün gelir hepimiz günah çemberi ile çevreleniriz ve
unutmamalıyız ki masum değiliz hiçbirimiz.
Fazilet Hanım ve Kızları tüm bunları irdeleyen bir senaryo ile karşımızda. ‘Aşkla doğan masumiyeti, yine
aşkla yok olan masumiyeti, ön yargıyı, öfkeyi, nefreti her yönü ile ele alıyor.
Şöyle ki; doğrucu Davut Hazan,
mükemmeliyetçi Yağız ve serseri ‘bundan ne köy olur ne de kasaba’ dediğimiz
Sinan. Kurgu ilerledikçe roller değişiyor. Hazan bir taraftan iyilik yaptığını
düşünerek Kerime Hanım’ın sırrına ortak olurken, diğer taraftan kendini Sinan’a
ispatlamak adına açtığı savaşta, iki kardeşi, Habil ve Kabil hesabı yerle
yeksan edeceğinin farkında değil. Sinan’ı paramparça ederken, Yağız’ı bu uğurda
harcarken, kendi sonunu da hazırladığını anladığında çok geç olacak olabilir.
Yağız’ı ‘kardeşinin sevdiği kadına aşık adam’ sıfatının çaresizliği ile baş
başa bıraktığını fark ettiğinde ne döneceği bir Sinan ne de el uzatabileceği
bir Yağız olacak mı bilemiyorum. Sinan’ı ve Yağız’ı böldükçe en çok kendisi
parçalanacak gibi. Otel odası mevzusu ile başlattığı savaşta ‘Yalancı ve suçlu’
ilan ettiği Sinan şimdi masum ve haklı... Yağız ‘Aşk iradeni de zorlamalı’
derken, aşkın karşısında iradesiz ve Hazan en büyük günahın ortasında. Bu ne
yaman çelişki demeden geçemiyorum. Sevgili senaristin kaleminin aktığı yönü hiç
tasvip etmesem de ‘Ön yargı’ konusundaki ters köşe gidişatı merakla izliyorum.
Demek ki neymiş, Sinan’ın öyle vurdumduymaz göründüğüne aldanmamak gerekirmiş. Can yakacağı, aşkı harcayacağı
düşünülen adam, hayatta en sevdiği iki insan tarafından harcanabilirmiş. Demek
ki altın çocuklar da mükemmeliyetçilik giysisini zorla giymiş, etten kemikten
insanlarmış. Onların da duvarları yıkılabilirmiş. En büyük günahları
işleyebilirler, kardeşlerinin sevdiği kadına âşık olabilirlermiş.
Ve Hazan! Aşk hiç de
kolay değilmiş. Öyle spor salonunun bir köşesinden ‘seviyorum’ demekle
olmuyormuş. Aşk emekmiş, yeri geldiğinde, gerekirse kendini ezip geçmekmiş. Öyle
kuru kuruya sevgi sözcükleri yetmezmiş aşkı anlatmaya! Aşkı anlatırken sarf
ettiğin o süslü heybetli cümlelere hakkını vermek gerekirmiş. Öfken aşkının
önüne geçecek kadar kuvvetlenip volkan olursa, önce ve en çok seni yakarmış.
Evet Sinan hepimizi
şaşırttı. Hepimize önyargılı olmamak adına çok güzel bir ders verdi. Aşkın
Sinan’ı ne kadar mücadeleci ve savaşçı bir adama dönüştürdüğüne şahit olduk. Bambaşka
bir Sinan’la tanıştık. Madalyonun diğer yüzünden herkesten daha naif bir Sinan
yansıdı. Ailesine olan sevgisini, kız kardeşine sahip çıkarken aslında ne kadar
vefa ve merhametle sarmalanmış bir yüreği olduğunu görmüş olduk. O kalabalık
adamın yalın halini, isyan meşalesini herkesten önce ateşe veren, acısını
bağıra çağıra, kıra döke yaşayan Sinan’ın bir dokunuşa teslim olmaya hazır
çaresizliğini gördük. Aşk kalbine sığamadı, dilden, sözlerden öteye taştı. Aşk
Sinan’ın gözleri, tereddüt eden elleri, beden dili oldu. Hazan’ın ellerine
dokunamadı tereddüt etti... Bir insanın yaşayabileceği en kötü kâbusun içinde
buldu kendini. Biri Yağız diğeri Hazan derken bin parçaya bölündü. Üç kelimeyi çare buldu yüreğine; ‘O senin
kardeşin’ dedi, sustu.
‘BENCE ARTIK SEN DE HERKES GİBİSİN...’
Peki tüm bunlar
yaşanırken Hazan neredeydi? Hazan arafta.
Ne gidebilmiş ne de kalabilmiş. Hazan kendisini ispatlama derdinde! Hazan
Kerime Hanım’ın, Ece’nin sırrına ortak! Sinan’ı yalancılıkla suçlarken en büyük
yalanların bizzat ortağı olmuş.
İlk sezonda Ece’yi Yağız
Bey değil de ‘Yağız’ dediği için yerden yere vuran kız gitmiş, Yağız’ın
resimlerini biriktirmesinin normal karşılamasını bekleyecek kadar egoist bir
Hazan gelmiş. İşte tam da bu noktada Kerime Hanım’ın sorusunu tüm kalbimle
soruyorum ‘Hazan sen aşk nedir bilir misin?’
O bir paragrafa sığdıramadığın, hepimizi nefessiz bırakan aşk tasvirin
bu mudur söyler misin? Sözlerin davranışlarında hayat bulmayınca hepsi
kifayetsiz önce bunu öğrenmelisin.
Bencilsin Hazan! Yağız’ın omzunda ağlarken ‘Bana ne yaptı
gördün mü?’ derken hiç olmadığın kadar bencilsin. Lügatinden ‘Ben’i çıkaramadığın
için, ‘Biz’ demeyi ‘Bize ne yaptı gördün mü?’ demeyi öğrenemediğin için
bencilsin. Kerime Hanım’ın sırrına ortak olayım derken, onun tüm uyarılarına
rağmen, iki gün önce, bahçede Yağız’a aşk edebiyatı yapan kız sen
değilmişçesine, aşkı hafife aldığın için, Sinan ve Yağız’ı bile bile ateşe
attığın, gece ile gündüzü, güneş ile ayı birbirine küstürdüğün için ve en çok
da haksız öfkene yenik düştüğün için, sevgili Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘‘BENCE ARTIK SEN DE HERKES GİBİSİN’ Hazan.
Gelelim Hazan ve Sinan izleyicilerine;
Hazan ve Sinan izleyicileri, kurgu gereği bambaşka bir insana dönüşen Hazan’ı
benimseyebilirler mi pek sanmıyorum.
Yedi yaşında çalışmaya başlayan, tek
başına tesisat tamiri yapan, kimseden yardım istemeden kendi ayakları üstünde
durabilen Hazan’ın saçına böcek kondu diye kıyamet koparan, kendi ayağına buz
koymaktan aciz Hazan’a dönüşümü izleyicilere gerçekçi gelmedi.
Hazan ve Sinan izleyicileri fabrika
ayarları ile oynanan Hazan’ı affeder mi bilemem fakat Sinan’ın, sahilde
saçlarına dokunduğu anda yanakları kızaran, ürkek, masum, öz-hakiki Hazan’ı
unutmayacaklarından eminim.
Masumiyetinizi kaybetmeyeceğiniz
yollardan geçmenizi dilerim.
Yağmur