Ingrid Goes West: Dört bir yanımızı saran gişe filmleri arasında bir vaha gibi

Ingrid Goes West: Dört bir yanımızı saran gişe filmleri arasında bir vaha gibi
Parks and Recreation dizisinden hatırlayacağınız Aubrey Plaza ve pek yetenekli Elizabeth Olsen’in başrollerinde yer aldığı, yeni nesli can evinden vuracak “Ingrid Goes West”, Amerika’da Ağustos ayının başında gösterime girdi. Pek de iyi etti zira yazın dört bir yanımızı saran gişe filmlerinden, Oscar sezonunun yavaştan açılacağı sonbahara yatay geçiş yapmamızı sağladı. Ingrid Goes West’te, filme adını veren karakter Ingrid Thorburn, bir tanıdığının düğününü basmak suretiyle filmin ilk beş dakikasında ruh halini (ve akıl sağlığını) ayan beyan ortaya koyuyor ve filmin geri kalanı da bundan pek farklı olmuyor.

Birlikte yaşadığı annesinin ölümünden sonra yalnız kalan ve kafayı arkadaş edinmekle bozan Ingrid, yeni avının yaşadığı Venice, Kaliforniya’ya taşınır ve Instagram sağ olsun, Elizabeth Olsen’in canlandırdığı hafif yüzeysel, klasik Kaliforniya kızı Taylor Sloane’nin hayatına girmek suretiyle saplantısını doya doya yaşama fırsatı yakalar, ta ki Taylor’un erkek kardeşi Ingrid’in ipliğini pazara çıkarana kadar! Filmin başından itibaren Aubrey Plaza’nın alışılagelmiş donuk yüzü ve hafif korkutan sakinliği sayesinde, Ingrid’den ve yapabileceklerinden ister istemez tırsıyorsunuz ama itiraf etmeliyim ki filmin ortalarına doğru, Ingrid’e acımayla karışık bir sempati hissetmeye başlayıp, “Aslında ben de zamanında biriyle arkadaş olmak için şunları şunları yapabilirdim.” diye orta okuldan başlayıp bütün arkadaşlık tarihinizi masaya yatırıyorsunuz. Özellikle kızların aralarında arkadaşlık herhangi bir romantik ilişkiden çok daha derin ve yer yer sıkıntılı olabildiğinden, Ingrid’in, gözüne kestirdiği kişi tarafından sevilebilmek için kendini paralamasına az biraz hak veriyorsunuz, ben verdim en azından. Ingrid manyak değil; yalnız, yalnız!

Filmde Ingrid’in kafayı taktığı “It Girl”, instagram fenomeni (kim değil ki?!), markaları tanıtmaktan başka ne iş yaptığı belli olmayan ve birçok insan gibi Instagram’da sergilediği hayatı, gerçek hayatına bin basan Taylor Sloane karakterine Elizabeth Olsen can veriyor. Şimdi Elizabeth’i sadece ablalarından bahsederek tanıtsam olmazdı; kendisi Martha Marcy May Marlene gibi festival dostu indie filmlerden Avengers gibi gişe dostu filmlere kadar geniş bir yelpazede farklı yapımlarda yer alan, (kanaatimce) son derece yetenekli bir oyuncu ve bittabi Full House dizisinden tanıdığımız Mary Kate ve Ashey Olsen ikizlerinin küçük kardeşi. Filmde de çekici, hayat dolu ve elleriyle yarattığı bu -yarı- sahte hayata körü körüne bağlı Taylor Sloane rolünde çok inandırıcı.



Ingrid Goes West, Kaliforniya’daki hayat tarzını çok iyi yansıtıyor ve Joshua Tree’de geçirilen hafta sonları olsun, Venice’te kirasını nasıl ödedikleri meçhul, müstakil ev sahibi olmak olsun, bir Instagrammer’in hayatını nasıl yaşadığıyla da bir güzel kafa bulmuş. Buram buram Los Angeles kokan filmde şahsen en sevdiğim karakter, rapçi Ice Cube’nin oğlu olan ve ilk oyunculuk deneyimini geçtiğimiz yıl Straight Outta Compton’da babasını canlandırarak gerçekleştiren O’Shea Jackson Jr. oldu. O ne sempatiklik, o ne hoş oyunculuk O’Shea! Yan karakterlerden biri olmasına rağmen daha fazla sahnesi olsun istedim. Ekrana her çıktığında, etrafımdakilerin gülümsediğine şahidim!

Filmin gösterime girdiği dönemde, senaryoyu birlikte yazan David Branson Smith ve Matt Spicer (ki Spicer aynı zamanda filmin yönetmeni) özel bir gösterime katılıyorlar da filmin yazım ve çekilme aşamasına dair biraz malumat sahibi oluyoruz. İkili, söyleşinin başında, 2015 yılında bir ümitsizlik (ve işsizlik) anında dört elle projeye nasıl sarıldıklarından ve her gün saatlerce yazdıklarından bahsediyorlar. Gerisini filmin yönetmeni David Branson Smith anlatıyor.

“Ben Venice’te oturuyordum, David de Los Feliz’de. İkimizin evine eşit mesafede olan Culver City’de buluşup senayoyu yazmaya başladık. Öğle yemeğinde buluşup, 4-5 saat yazdıktan sonra senaryonun en son halini dropbox’a yüklüyorduk. Orada biriyle dosya paylaştığınızda, onun üzerinde çalıştığı zamanları görebiliyorsunuz. Baktım Matt akşam 22.00 gibi dosyayı indirip yazmaya devam ediyor, ben de heyecanlandım ve senaryo üzerinde tam zamanlı çalışmaya başladım.”

İkili kendini olaya bu kadar kaptırmadan önce, Matt Spicer’in başka bir senaryosu meşhur “Blacklist”te yayınlanmış. Blacklist, Hollywood’da elden ele dolaşan ama o güne kadar kimsenin çekmediği, çok sevilen senaryolardan oluşan bir liste. Bu listeye giren senaryoları, yapım ve menajerlik şirketleri aday gösteriyor ve oylama da genellikle yapımcılar, menajerler tarafından yapılıyor. Liste o kadar popüler ki orada yayınlandıktan sonra senaryonuzun dikkat çekmemesi çok zor. Nitekim çoğu senaryo da bu sayede yapımcı bulup filme dönüşüyor. Her ne kadar bu senaryo yapımcı bulamasa da Spicer’in kendisine menajer bulup hafiften ismini duyurmasına yardımcı olmuş. O projeden sonra da Ingrid Goes West’in senaryosu Sundance Film Enstitüsü kapsamındaki Waldo Salt Senaryo ödülünü kapmış ve işler gelişmiş.

David Branson Smith, senaryoyu çekilmeye uygun bir şekilde yazmaya özen gösterdiklerini ve bu bağlamda eşlerinin dostlarının evlerini kullanarak set bütçesini ucuza getirdiklerini anlatıyor. Misal, Joshua Tree’deki ev David’in kardeşinin eşinin, Venice’deki ev de bir arkadaşlarının eviymiş. Düşür bütçeyi, düşür!

İkili senaryoyu yazarken, kadın karakterler hakkında hayatlarındaki insanlardan yardım aldıklarını itiraf ediyorlar. Onları çözdükten sonra, bütün “zehirli beyaz adam” enerjilerini Taylor’un iblis kardeşi Nicky Sloane karakteri üzerinden vermek istemediklerini belirten yazarlar, özellikle bu karakteri yazarken çok eğlenmişler. Senaryo tamamlandıktan sonra profesyonel “okuyucular” tutarak onların da fikrini alan Spicer ve Smith, filmin montajı tamamlandıktan sonra da yakınlarına, sektör çalışanlarına 9-10 tane özel gösterim düzenlemişler. Hatta Aubrey Plaza hızını alamayıp bu gösterimlerinden birine Lethal Weapon, Kiss Kiss Bang Bang gibi aksiyon filmlerinin yazarı Shane Black’i getirmiş.

Ingrid Goes West, kolaylıkla korku filmi olabilecekken komediyle ürkütücü anlar arasındaki dengenin çok iyi ayarlandığı bir film olmuş. Bence filmin eğlenceli yanı çoğunlukla Aubrey Plaza’nın “donuk suratlı komedi” olarak adlandırabileceğim mizah anlayışına ve O’Shea Jackson Jr.’nin komediye doğal yatkınlığına dayanıyor zira komik anların büyük çoğunluğu ikisi arasında vuku buluyor. Batman temalı yakınlaşma sahnesine gülmediyseniz, bu film muhtemelen size göre değil.

Matt Spicer, izleyicinin filmin başından itibaren Ingrid’i sevmesini istediklerini ve filmin sonunda Nick ile olan yüzleşmesinde işler kontrolden çıkarsa izleyicinin Ingrid’in tarafını tutmayacağından korktuklarını söylüyor. Sırf bu yüzden senaryonun hiçbir versiyonuna aşırı şiddet eklememişler. Spoiler festivali yaratmak istemediğim için bilmece gibi yazıyorum ama izleyince anlayacaksınız! Bu tercih sayesinde, içten içe Ingrid’in akli dengesinden şüphe etsek de gözümüzde pislik konumuna yerleşen Nick oluyor.

Aubrey Plaza ile tanıştıkları ilk anda, bütün gece filmin son sahnesini tartıştıklarını söyleyen yazarlar, ünlü oyuncunun fikrini belirtme konusunda son derece dürüst olduğunu ve sürekli kendilerine “Daha iyisini yapabilirsiniz.” dediğini söylüyorlar. Filmin çekimlerini ellerinden geldiğince senaryodaki kronolojik sıraya göre yapmaya çalıştıklarını, bu sayede oyuncuların, filmin sonunda karakterleri hakkında neredeyse eksizsiz bilgiye sahip olduklarını da belirtiyorlar. Matt Spicer devam ediyor:
“Yönetmen olarak sürekli, “Bu sahneyi daha gerçekçi hale getirecek ne yapabilirim?” diye düşünüyorum ve o anda ekstra gerçeklik ekleyebilecek ne varsa onu yapmaya hazır oluyorum. Son sahnenin çekimlerinde Aubrey’i sürekli zorlamamın da sebebi buydu, patlamak üzere olduğunu hissediyordum.”

Şahsen filmin kapanışına çok bayıldığımı söyleyemem ama bu kara komedinin böyle pozitif bitmesi eminim birçok insanı memnun edecektir. Sanırım filmin Türkiye gösterim tarihi henüz belli değil fakat yurtdışındaysanız, ileride bir yerde denk gelirseniz bir göz atın bence, Instagram’a gönül veren yeni nesle (ve kendi neslinize) gülüp, ufaktan kendinizi sorgulayacaksınız, kesin bilgi.  



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER