Geçtiğimiz Nisan ayında son bölümü yayınlanan, HBO’nun son dönem gözdelerinden “Big Little Lies”, 16 (yazıyla on altı!) dalda Emmy’ye aday gösterilerek minik çapta bir rekor kırdı. En İyi Mini Dizi kategorisinde Fargo ve Feud: Bette and Joan gibi dizilerle yarışacak olan “Big Little Lies” dizisinin başrol oyuncuları ve yapımcıları Nicole Kidman ile Reese Witherspoon En İyi Kadın Oyuncu dalında, Laura Dern ile Shailene Woodley En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında, Alexander Skarsgard En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında, yönetmen Jean-Marc Vallée de En İyi Yönetmen dalında birer Emmy’ye aday gösterilmiş durumda. Bu kategorilerde rol arkadaşının kazandığına mı sevineceksin, kendin kaybettiğine mi üzüleceksin. Artık Emmy’yi ne kadar ciddiye aldığına kalmış ama bu sene kıran kırana bir mücadele geliyor gibi!

Kaliforniya’da bulunan Monterey’de yaşayan bir grup kadının hikayesinin etrafında şekillenen “Big Little Lies”da, mevzubahis kadınların çocuklarının gittiği okulda yaşanan cinayet flashback’lerle anlatılıyor ve dizi, yedi bölümün ardından şok edici bir şekilde sonlanıyor. 2014 yılında yayınlanan aynı isimli kitaptan uyarlanan dizinin yaratıcısı, Ally Mcbeal dahil pek çok ikonik diziye de imzasını atan David E. Kelly.
Yaklaşan Emmy ödül töreni nedeniyle, pek değerli yayın organı Deadline’ın Yönetmenler Sendikası’nın (DGA) salonunda dizinin şerefine düzenlediği ve moderatörlüğünü ünlü film eleştirmeni Pete Hammond’un yaptığı söyleşiye oyuncular Nicole Kidman, Reese Witherspoon, Alexander Skarsgard ile yönetmen Jean-Marc Vallée katıldı. Özellikle Alexander Skarsgard’ın gerek söyleşi öncesinde, gerek söyleşi sonrasında verilen davette, katılanlarla pek bir hoş beş ettiğini belirtmem gerek. Kimsenin fotoğraf isteğini kırmadı sağ olsun.

Reese Witherspoon söyleşinin başında, projeye başlarken hiç böyle bir ilgi beklemediğini söyleyip, büyük bir alçak gönüllülükle, orada olmamızın bile kendisi için büyük şok olduğunu belirtiyor. Söyleşi sırasında, Nicole Kidman ile Reese Witherspoon’un dayanışmasını izlemek gerçekten çok hoştu. Bu kadar güçlü iki kadının, birbirlerini bu kadar destekleyip, bu kadar övmesi Hollywood’da çok da rastlanan bir durum değil takdir edersiniz ki. Zaten dizinin hayata geçme hikayesi de bununla alakalı aslında; Liane Moriarty’in kitabını henüz çıkmadan okuyan Witherspoon ve yapımcı ortağı Bruna Papandrea, bundan o kadar etkilenmişler ki hemen Nicole Kidman’a da bir kopyasını göndermişler. Kidman da yazarın Avustralyalı olmasından faydalanarak onunla Sydney’de bir kafede buluşarak projeyi almayı başarmış.
“Liane de Avustralya’da olduğundan, onunla Fratelli’s Cafe’de buluştuk. Sydney’e giderseniz mutlaka uğrayın. Yazarın bundan başka bütün kitaplarının hakları başkaları tarafından alınmış durumdaydı. İnsanlar genellikle bir senaryonun, bir kitabın haklarını aldıklarında onu yapmazlar ama ben Liane’e ‘Bunu kesinlikle hayata geçireceğiz, sana bunun garantisini veriyorum. Tek yapman gereken, sadece bizimle çalışmak istediğini söylemek.’ dedim, o da bana güvendi ve kitabın haklarını bize teslim etti.”

Tabii ki en merak edilen sorulardan biri, hikayenin ikinci sezonda devam edip etmeyeceği. Dizide çaçaron bir anneyi canlandıran Reese Witherspoon, şu anda geldikleri yeri ve bu başarıyı son derece tatmin edici bulduğunu, dizi devam etmese dahi bu noktaya gelmelerinin kendisi için yeterli olduğunu söyleyerek yusyuvarlak bir cevap veriyor. Şahsi fikrim, kitapla tam olarak aynı yerde biten dizinin devam edeceği ve kitabın yazarı Liane Moriarty’nin sırf diziye özel bir devam hikayesi yaratacağı yönünde. Belki de HBO ile pazarlık devam ediyordur, Reese de naz babında yuvarlak cevaplar veriyordur, kim bilir...
Dizide, eskiden başarılı bir avukat olan ama Alexander Skarsgard’ın canlandırdığı, kendisinden oldukça genç ve psikopat bir adamla evlenerek, çocuklarıyla ilgilendiği için işini bırakan bir karakteri canlandıran Nicole Kidman, ikizleri gördüğü anda onlarla çalışmak istemiş.
“Onlarla çalışacağımız kesinleştiğinde, çekimlerden önce ikizleri evimde ağırladım ve Alexander’ı da miniklerle kaynaşması için bize davet ettim.”
Alexander Skarsgard atlıyor: “Çocuklarla birlikte olduğu için, daha ziyade ‘Lütfen gel’ diye ağlayarak aradı.”
Nicole bütün asaletiyle devam ediyor:
“Arka bahçeme bir halı serdim ve bütün gün çocuklarla orada takıldık. Böylece ikimiz de onlarla kaynaşmış olduk. Tabii bunun yanında, filmde bir sürü de seks sahnesi var. Onlar için de Aleksander’la bayağı prova yapmamız gerekti.”
Bu prova olayı da biraz yönetmen Jean-Marc Vallée’e gönderme çünkü söyleşiden anladığımız kadarıyla kendisi, provaları elinde kamerayla çektikten sonra oyuncuları serbest bırakmasıyla ünlü bir yönetmen. O yüzden bir süre bu “seks provası” şakası devam ediyor ama hepsine girmiyorum, aile var kardeşim!
Nicole Kidman ile Alexander Skarsgard’ın canlandırdığı karakterlerin evliliği, dışarıdan göründüğü kadar mükemmel değil zira Skarsgaad, beyefendi görünüme rağmen karısını kapalı kapılar ardında sürekli itip kakan, akıl sağlığı pek de yerinde olmayan bir karakter. Nicole Kidman da konu açıldığında, karakterinin, kocasını terk etmediği için yargılanmasını istemediğini, zira ortada çocuklar olduğunda olayın o kadar basit olmadığını belirtiyor. Dizinin sonunu söyleyip herkesi spoiler’a boğma niyetinde değilim ama Skarsgard’ın karakteri için işlerin çok da hayırlı gitmediğini söyleyebilirim. Alma mazlumun ahını...
Zaten, bu rolünden sonra sokakta nasıl tepkiler aldığı sorulduğunda, Skarsgard bugün davet edilmesine bile şaşırdığını zira herkesin kendisinden nefret ettiğini söylüyor.
“Dizi yayınlanırken, Kanada’da bir yerde izole bir haldeydim, o yüzden onun yarattığı heyecanı bayağı kaçırdım. Dizi bittikten bir ay sonra normal hayata döndüğümde, hayat benim için çok zordu. Kimse benden hoşlanmıyordu. New York’ta JFK Havaalanına indiğimde, herkes ters ters bakıyordu. Sanırım çok yalnız bir adam olarak öleceğim.”
Reese Witherspoon’un, canlandırdığı karakterle sanırım tek ortak özelliği, gerçek hayatta da aşırı hızlı, bıdır bıdır konuşması. Nicole’un tanrıça görünümüne kıyasla, Reese bayağı hareketli, kendisiyle ve karakteriyle barışık. Yukarıda da bahsettiğim gibi, söyleşi boyunca ikili birbirini iltifata boğuyor, hatta Reese bazen Nicole Kidman ile aynı sette olduğuna inanamadığını, kalkıp ikide bir selfie çekesinin geldiğini söylüyor.
“Genelde yer aldığım bütün film setlerinde tek kadın ben olurdum ama bu sette, dört yetenekli kadınla çalıştım. Kariyerim boyunca böyle bir şans yakalamamıştım.”
Reese Witherspoon, söyleşi boyunca, diziyi izlemeyenleri spoiler’a boğuyor; kızıyla olan ilişkisinden, kocasını aldatmasına kadar geniş bir yelpazede diziyi özetleyiveriyor. Hayatta olayın büyük kısmının, olanlara gülüp geçmek olduğunu söyleyen oyuncu, dizideki karakterinin de o mizah anlayışını korumasını sevdiğini belirtiyor.
Yönetmen Jean-Marc Vallée aslında dizinin sadece iki bölümünü yönetmesi için işe alındığı halde, Kidman ve Witherspoon kendisinden çok memnun kaldıkları için yedi bölümün tamamını yönetmiş. Bu arada kendisi, Dallas Buyers Club, Wild ve C.R.A.Z.Y. gibi ünlü filmlerin yönetmeni. Ayrıca, Emmy’de kendisiyle birlikte aday gösterilen yönetmenler arasında, bir dizinin tüm bölümlerini yöneten tek yönetmen.
“Diziye katılırken, bir iki bölüm çekip sonra dinleneceğimi düşünmüştüm. Bir gün bir baktım, 94. çekim günündeyiz. Bunlar hep Reese ve Nicole yüzünden oldu, beni bir şekilde ikna ettiler. Daha projeye başlamadan, bunun özel bir şey olduğunu hepimiz anlamıştık.”
Pete Hammond, yönetmenin diziyi çektikten sonra bir de oturup montajını yaptığını belirtirken, Nicole Kidman ekliyor:
“Jean-Marc aşırı çalışıyor, o yüzden bu kadar yorgun! Reese’le ikimiz, onun yedi saatlik bir hikayeyi nasıl toparladığını yakından izledik. Her şeyi sinema usulü yaptı ve bunu yapışını izlemek inanılmazdı.”
17 Eylül 2017’de yayınlanacak ve Stephen Colbert’in sunacağı Emmy ödül töreninde, diziye bol şans dilemek istiyorum ama 16 adaylıkla şansa mansa ihtiyaçları yok gibi, elbet biri tutar. “Big Little Lies”ı henüz izleme fırsatı yakalamadıysanız, hararetle tavsiye ediyorum, pişman olmayacaksınız.