Yönetmenliğini yaptığı Daha (More) filmiyle Karlovy Vary Film Festivali'nde yarışmaya hazırlanan Onur Saylak, filmi ve insan kaçakçılığı hakkında dünyaca ünlü bir yayın olan Variety'den Ed Meza'ya konuştu.
14 yaşındaki Gaza'nın (Hayat Van Eck) hikayesinin anlatıldığı filmde genç çocuk yaşadığı küçük sahil kasabasından ayrılarak büyük şehirde liseyi okumayı hayal ederken, babasının onu insan kaçakçılığı şebekesinin bir parçası haline getirmesiyle suçla tanışır. Gaza’nın ergenliği, babasının baskıcı karakteri ve sürekli gözlemlediği göçmenlerle geçmeye başlar. Gaza, babası gibi şiddet ve baskı üzerine bir hayat mı kuracaktır yoksa o da bir göçmen mi olacaktır?
Daha, Hakan Günday'ın aynı isimli romandan uyarlanarak sinemaya aktarıldı.
Hakan Günday'ın kitabını filme uyarlamak için size ilham veren neydi?
Günümüz dünyasının en büyük illüzyonu kendimizi her şeyi bildiğimize ikna etmemiz. Örneğin göçmen kriziyle ilgili sanki çoktan kapanmış bir dosyaymış gibi her şeyi bildiğimizi düşünüyoruz. Ancak bu bir trajedi ve her gün yeni bir boyut kazanıyor, şekil değiştiriyor. "Daha" kitabının ilginç tarafı hikayeyi anlattığı bakış açısı. Bu bakış açısından aynı hikaye bir toplama kampında da anlatılmış olabilir çünkü hikayenin temeli insan hayatının değerini kaybetme sürecine dayanıyor.
Mülteci kaçakçısı olarak hayatı değişen bir çocuğun hikayesini anlatan Günday'ın kitabı korkunç bir konuyla uğraşıyor. Sinemaya daha uygun hala getirmek ve ana karakteri daha sempatik hala getirmek için hikayede değişiklik yapmanız gerekti mi?
Romanda konu edilen 'korkunç konu' hakkında Hakan'ın da söylediği gibi "Hiçbir kurgusal hikaye akşam haberlerinden daha korkunç değildir." 14 yaşındaki ana karakteri daha sempatik hale getirmek için özel bir çaba sarf etmem gerektiğini düşünmedim. Bir çocuktan daha sempatik ne olabilir ki? Bu, çocuk askerlere benzeyen birisi. Sorgulanması gereken savaştaki bu çocukların gaddarlığı değil, neden ellerinde kalaşnikof olduğudur.
Günday'ın da senaryo yazarları arasında ismi var. Onunla film için ne kadar yakın çalıştınız?
Kitabın yazarıyla birlikte senaryo yazmak benim için harika bir hediyeydi. Bence birbirimizi anlayan ve tamamlayan bir takımız. Birlikte çalıştığımız ilk projemizde filmin her aşamasını tartıştık.
"Daha" etkileri sadece Avrupa ve Türkiye'de değil, Kuzey Amerika'da da hissedilen mülteci krizi hakkında insanlara ne öğretebilir?
Demokrasiler günümüz problemlerine cevap veremediğinde kriz durumlarında canavar popülizmi ortaya çıkıyor. Ve popülizm, insanlar dahil her şeyi politik araca çevirebilir. Bu demektir ki günümüzde Türkiye'de ve Avrupa'da, hatta Amerika'da bile göçmenler politik bir teşvik. Eğer Türkiye ve Avrupa arasındaki göçmen trafiğini durdurmak için yapılan anlaşmaya bakarsak sanki iki toptancı arasında bir anlaşma gibi olduğu görülebilir. İnsan hakları bireysel davaları gerektirir, toptancı yaklaşımları değil. Gaza'nın hikayesi bize milyonlarca insanı cansız olarak görmeye nasıl başladığımızı gösteriyor. Bir insanın diğerini nasıl yok ettiğini gösteriyor. Belki de en önemlisi, bugün kendi toplumumuzda göçmenlere davranış şeklimizle birbirimize karşı kurulduğumuzu gösteriyor. Aynı zamanda göçmen krizine bireysel yaklaşımın önemini gösteriyor. Hükümetler konuyla ilgili politikalar hazırlayabilir ama film, bir insana yardım etmenin politik bir karar olmadığını anlatıyor. Bugünlerde ne yazık ki evimizin kapısını zor durumdaki insanlara açmak bile devrimsel bir hareket.
Filmi yaparken gerçek mültecilerle ne türden bir iletişiminiz oldu?
Çekimler sırasında gerçek göçmenlerle karşılaştık ve pek çoğu Türkiye'ye yeni gelmişti. Deneyimleri ve paylaşımları filmin gerçekliğine pek çok şey ekledi.
Mülteci kaçakçılığının Türkiye'deki ciddiyeti ne durumda?
Avrupa Polis Ofisi'nin verilerine bakarsak terörist organizasyonlardan mafyaya, yerel suç çetelerine kadar uzanan geniş çaplı bir endüstrinin varlığını görüyoruz. İran, Irak ve Suriye gibi krizde olan ülkelerle sınırı olan Türkiye'de kaçakçılık önemli bir girişim. Ürünler -uyuşturucu, sigara ve bazen de insanlar- değişiyor. Türkiye'nin doğusu tamamen savaş ve açlık içinde; batısında ise huzur ve göreceli rahatlık var. Yani insan kaçakçılığının Türkiye'de gelişmesi imkansız. Türkiye bir tarafta yanan diğer tarafta ise göreceli olarak dingin olan bir koridor...
Kaynak: Variety
Röportaj: Ed Meza
Çeviri: Aytaç Kara