Geçtiğimiz Cuma tatilde olmam
sebebiyle İstanbullu Gelin’i izleyememiştim, cumartesi sabahı bir uyandım, internet
Özcan Deniz’in "Hit the Road Jack" performansı ile yıkılıyor. Hemen izledim tabii
ancak mevzu ile ilgili birkaç cümle yazabilmek için dizinin tamamını izlemek istedim illa ki. Zira Özcan Deniz’in müzikal kimliğini değil, oğlu olduğunu bilmediği
bir çocukla şarkı söyleyen işadamı Faruk Boran’ı konuştuğumuzu unutmamak lazım.
Sahnenin, Hit the Road Jack şarkısının
kulağımıza geliş biçimi açısından bakıldığında iyi olduğunu söyleyemeyiz
elbette, üstelik bunu bizden önce Özcan Deniz de, yönetmen de, o sırada odada
bulunan herhangi bir insan da çok daha iyi görebilir. Ancak mesele başrol
oyuncusunun en iyi hangi şarkıyı söyleyebileceği değil, o sırada tanıştığı 10
yaşında bir çocukla kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde kaynaşan Faruk Boran
olmak. Tabii ki başka bir şarkı da seçilebilirmiş, bir Ray Charles zorlamasının
içine düşmeyebilirdik ancak Özcan Deniz bunu bir konserinde yapmış gibi tepki
vermeyi de manasız buluyorum. Bir sürü yerde sahneyle dalga geçen o kadar çok
şey gördüm ki bunu yazmadan duramadım. "Dön Desem" mi söyleselerdi karşılıklı, o
zaman kavuşacak mıydık kafamızdaki Özcan Deniz imajına? Bir şey ezberlediğimiz gibi olmayınca ne de çabuk sinir oluyoruz.
Süreyya'ya uzanan eller kırılsın
İstanbullu Gelin’den bu hafta
bende kalan, bu sahne dışında bir de Süreyya’nın aşırı tatlılığı oldu. Aslı
Enver o kadar güzel bir Süreyya oldu ki, hamilelik kitapları okurken de,
bebeğin odasına anne babasının resmini asıp onlarla konuşurken de, yanan beşiğe bakıp ürkerken, dünyanın en kötü kalpli kadını İpek onu korkuturken hep ağladım. O
kadar doğal ki, sanki her sabah az şekerli Türk kahvesi içiyoruz Süreyya ile. Su
damlası gibi bir Süreyya yarattı resmen, ne bakmaya ne dinlemeye doyamıyorum.
Osman’la kavuşup mutlu olmaları hayalimi pamuklara sarıp sihirli fasulye gibi
filizlenene kadar bekleyeceğim. İyi seyirler dilerim.