Herkes Miralay’ın o sandıkta ne gördüğünü düşünürken aslında ne gördüğünün
bir önemi yok fark ettiyseniz. O sandık Tevfik ve Charles Hamilton ikilisini
reddeden herkesin eline ulaştı, bazen kanlı bir yemeni oldu bazen saatli bir
bomba. Bilmiyoruz kimlere dokundu ucu. Adeta bir zehirli bir yılan gibi,
Mustafa Kemal ve milli mücadele komutanlarına destek veren herkesi soktu teker
teker. Sonra bu çatallı dil meydanlara döküldü, kanlı sözler olarak döküldü
yobazların ağzından: “Bunlar sizlerin kuzuları Çanakkale’de kırılırken,
payitahta sefahat süren kanlı, ittihatçı çetelerdir” (umarım doğru
yazmışımdır). İşte böyle böyle kazanıldı bu memleket! Hala daha milli
mücadelenin varlığını inatla reddeden ya da ona leke sürenlere rağmen
kazanıldı. Bu insanlara rağmen, onların cehaletine rağmen kurtarıldı ve ülke
birlik oldu, adı Türkiye oldu!
Léon önce kafasına nişan aldı, sonra aklıyla değil duygularıyla hareket
etmesinden mütevellit silahı kafasından kalbine doğrulttu. Gayet hayırlı bir
evlat olarak yetiştirilen Léon ölmeden evvel daha halen dua ediyordu. Hilal
kendisine “Léon ne yapıyorsun?” diye çığlık çığlığa geldiğinde de yine
umursamamaya çalışıyordu. Gel gör ki, insan duygularına hakim olamıyor işte.
Tüm inandığı ideallerinin yerle bir olduğunu gören Léon, yapacağı şeyi yapmaya,
yanında Hilal de olsa niyetli. Kendisini yollamak istiyor, böyle kötü bir
şekilde hatırlanmak istemiyor. Bir hain olarak bu dünyada varlığını sürdürmek
istemiyor. Üstelik sevdiği kadın bile halen daha yaptığı hareketin, silahları
görmezden gelerek girdiği hıyanetin nedeninin farkında değil…
Ne acı bir duygu bu. Léon açıklayınca durumu Hilal, düşman saflarından
kendi saflarına geçtiğine inandığı Léon’un bunu niye yaptığını artık tahayyül
edebiliyor. Vicdandan değil Hilal, sevdadan. “Madem inandığınız değerleri benim
için yıktınız, bedelini beraber ödeyelim” diyor Hilal. Sonunda o da anlamış.
Hilal de artık bir çözüm üretmek durumunda, hep Léon kendisini korudu, şimdi
Hilal Léon’u korumak zorunda artık. Gelecek zorluklara birlikte göğüs
germeliler. Parantez açıyorum: Peki Boran’ın buradaki “Ben bir vatan hainiyim!”
derken “hainiyim” kısmında delirmiş gibi gülerek ağlamasına ne diyorsunuz? Aman
Allah’ım, bir daha bir daha izlenesi. Herhalde sizlere bu satırları yazmadan
evvel Boran ve Miray ikilisinin bu sahnesini zannediyorum 20 kere izlemiş bulundum
:) Kelimelere dökmekte de büyük güçlük çektim. Ağlarken delirmiş gibi
gülebilmek büyük bir yeti… (Hepinizi “Oynatalım Uğurcum” derken işitiyorum,
replay tuşunu eskitmeyin”).

Nefes al Yakup Yüzbaşı, nefes al!
Bu bölüm Yakup’un kurtulmaması neredeyse imkansızdı. Saatli bombadan bile
minicik ve geçici bir işitme kaybı ile kurtulan Yüzbaşı Yakup bizim evimizin
kedisinden bile daha fazla cana sahip, her zaman dört ayak üstüne düşüyor. Aman
Allah bozmasın! Kendisine daha nice mücadelelerde ihtiyacımız var! Biricik
yüzbaşımız o!
Ya Azize Hemşire ya… Mevcut kocanız Miralay Tevfik’in esas hain olduğunu,
eski kocanız Cevdet’in ise esas vatanperver olduğunu öğrenmek nasıl bir duygu?
Muhtemelen ben olsam, hayatın sillesini yemiştim o an. İçten içe her zaman sevdiğin
ve düşman kuvvetlerine geçtiğine inanmadığın adamdan vazgeçmenin bedeli çok
ağır oldu. Şimdi nasıl olup da bunu Tevfik’e fark ettirmeden onu atlatmayı
becereceksin? Nasıl olacak da Cevdet’e geri döneceksin? Nasıl kurtaracaksın
aileni?
Bölümün Highlight’ları:
*Boran Kuzum: Binlerce parçaya bölünen, ruhu darmadağın olan intiharın eşiğindeki Teğmen
Léonidas karakteri ile bizleri ekran önüne kilitleyen Boran. On yüz bin milyon
baloncuk kadar tebriklerimi yolluyorum buradan. Ne zaman tiyatroda izleyeceğiz
seni Boran? Bölümdaşların ile bir kumpanya kursanız belki, çok hoş olmaz mı?
*Tuğrul Tülek: Psikopat ruhlu bir asker bu kadar mı iyi canlandırılır?
*Bergüzar Korel: Stavros’ya olan cevabındaki ses tonlamasına öldüm bittim, kahkahalarla
güldüm resmen. Böyle güzel intikam alınır mı ya?
*Onur Saylak: Karikatürize bir karakter bu kadar mı ince işlenir, bu kadar mı harika
oynanır?
*Okan Yalabık ve Charles Hamilton’ın ince
taktikleri: Zavallı saatçi
Lorenzo güme gitti ama Yakup’un adımlarını daha dikkatli atması gerektiği
böylelikle ortaya çıkmış oldu. Ayrıca her kişiye ayrı ayrı giden sandık,
İngilizler ve anahtarları gibi ayrıntılarla, karakterin ehemmiyeti bir kez daha
gözler önüne serildi. Çok ince stratejiler bunlar.