Köpeklerin İsyan Günü: İzlemekle lanetlenen, her devirde kaybedendir

Köpeklerin İsyan Günü: İzlemekle lanetlenen, her devirde kaybedendir

19. Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali başlayalı 3 hafta oldu, Nisan ayının sonuna kadar da çeşitli gösterimlerle devam edecek. İstanbul’da izlemeye fırsat bulamadığım oyunları Nisan ayı içerisinde Adana’da izlemek son zamanlarda hobim oldu diyebiliriz. Köpeklerin İsyan Günü de, programda adını gördüğümde sevindiğim oyunlardan birisiydi. Referandum sonrası hâlâ Adana’da olacağımı bildiğimden, biletler satışa çıktığı anda daha İstanbul’dayken oldukça zorlu şartlarda almıştım biletimi. Biletiva’yı ilk kez bu kadar yoğun gördüğümü itiraf etmem gerek zira devlet tiyatrolarından bilet almak normalde hiç yorucu bir şey değilken festival oyunlarını satın alabilmek için yaklaşık bir saatimi bilgisayar başında geçirmem gerekti. Öyle ya da böyle, merak ettiğim oyunu izlediğim adres Zorlu PSM değil, Sabancı Kültür Merkezi oldu.

Kadın bir yazarın elinden çıktığını özellikle belirtmek istediğim Köpeklerin İsyan Günü’nün, Nişantaşı’nda orta-üst sınıf bir aile ile onların aynı mahallede yaşayan işçi sınıfı iki çalışanını merkeze alan bir hikâyesi var. Temelde sınıf çatışması ve kişilerin sınıf bilinçleri üzerinden okunabilecek oyunda, bir önbilgiyle başkarakter Suzan’ı Emma Bovary olarak kodluyor ve tüm hikâyeyi bu doğrultuda yorumluyorsunuz. Bu noktada oyunun, kendisini Madam Bovary romanının modern bir uyarlaması olarak tanıtmasını biraz yadırgadığımı söylemem gerekiyor zira bu önbilgi beni Suzan karakteriyle ilgili birtakım beklentilere sokarak odaklanmam gereken yerleri zaman zaman kaçırmama neden oldu. Aynı zamanda bu önbilgiyle senaryonun kendisine haksızlık ettiğini düşünüyorum çünkü hikâye ve karakter derinlikleri bir uyarlamanın çok ötesinde.

Oyun, ismine uygun şekilde puslu ve gri bir atmosferle başlıyor. Dekor olarak beton görünümlü üç farklı boyutta tekerlekli bloklar dışında ara sıra kaybolan birkaç sandalye ve iki adet ayaklı mikrofon görüyoruz. Bloklar daimi bir devinim içerisinde oyuncular tarafından birbirleri içerisine geçiriliyor, yeri geldiğinde bir kulübün ışıklı giriş kapısı, yeri geldiğindeyse yere düşürülerek oturma odasının geniş koltuğu haline getiriliyor. Sahne ve dekor kullanımının çok amaçlı ve son derece sembolist olması da köpek kavramı üzerinden yapılan sembolizmle paralellik gösteriyor. 


Oyun boyunca bahsi geçen köpeklerle karşılaşmamız, bu yazıda daha önce ailenin yanında çalışan işçi kod adıyla andığım ‘köpek gezdiricisi’ karakterin, henüz oyunun başında, en büyük beton bloğun üstünde otururken haykırdığı kehanet ânına denk geliyor. Bu köpekler Nişantaşı’nın burjuva sakinlerinin bütün eşyaları gibi sembolik anlamlar taşıyor. Sahnede onları hiç görmememize rağmen söz konusu köpeklerin pahalı cins köpekler olduğunu kolayca anlayabiliyoruz. Onlar tıpkı Suzan’ın annesinin doksan yıllık şarap kadehleri, Suzan’ın Louis Vuitton çantaları yahut Cengiz’in otuz euro’luk yelken eldivenleri gibi sınıfsal bir aidiyet gösteren arzu nesnelerinden başka bir şey değil. Köpeklerin İsyan Günü, işte bu hiyerarşik ortamda ‘şeyler’le yaşayan ve ancak ‘şeyler’le var olabilen insanların, aynı toplumda proleterlerle muhatap olmadan yaşamaya çalışmalarını gözler önüne seriyor.

Oyunda dikkat çeken kişi olarak pek çok yerde Elif Ürse’nin canlandırdığı bakıcı karakteri gösterilmiş. Kendisinin performansını çok beğendiğimi söylemekle birlikte, beni en çok etkileyenin Suzan karakterini canlandıran Zuhal Gencer olduğunun da altını çizmek istiyorum. Asil bir aileden gelmeyip kocası Cengiz yoluyla belirli bir refah seviyesine ulaşan Suzan’ın dışarıdaki hayata gıptayla baktığı daimi memnuniyetsizlik hali, oyuncunun performansıyla birleştiğinde benim için oyunun izlemesi en keyifli anlarına dönüştü. 

Karakterlerin hemen hepsinde gördüğümüz tedirginlik ve tatminsizliğin başat nedeni, aslında hepsinin sınıf bilincinden yoksun olmaları. İçinde bulunduğu sınıftan haberdar olan, ya da Marx’ın deyimiyle ‘class-in-itself’ pozisyonundan ‘class-for-itself’ pozisyonuna ulaşabilen tek karakterin köpek gezdiricisi olduğunu söylemek mümkün. Bakıcı kızla yaptıkları para kazanma temalı kısa sohbet direkt bu bilgiye ulaştırıyor bizi. “Biz köle değiliz, özgürüz. İstediğimiz zaman işlerimizi bırakıp gidebiliriz.” diye haykıran bakıcının karşısına, “Gidecek daha iyi bir yerin hiçbir zaman olmayacak.” argümanıyla çıkan köpek gezdiricisi çocuk, izleyenlere adeta sınıflı toplum düzeninin ücretli köleliği hakkında devrim niteliğinde bir ders veriyor.

Köpeklerin İsyan Günü, 23 Nisan’dan itibaren Zorlu PSM’de izleyiciyle buluşmaya devam edecek. Gidin, görün, tartışın ve oyundan sonra günlerce içinizden şu şarkıyı mırıldanın: 



Yazan: Ceren Ercan
Yöneten: Mark Levitas
Oyuncular: Zuhal Gencer Erkaya, Kanbolat Görkem Arslan, Elif Ürse, Sercan Gülbahar
Yardımcı Yönetmen: Burcu Salihoğlu
Dekor ve Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Hareket Yönetimi: Candan Baş
Dekor ve Ses Tasarımı:
Ömer Sarıgedik
Kostüm: Mehtap Yılmaz
Proje Asistanları: Mehmet Taşyürek, Yunus Imğa, Umur Berk Seven


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER