Karadeniz insanının en gerçek hikayesi: Yağmur-Kıyamet Çiçeği

Karadeniz insanının en gerçek hikayesi: Yağmur-Kıyamet Çiçeği

En sonda söyleyeceğimi ilk söylemek istiyorum: Sosyal medyanın da gücünü arkasına alarak adeta dayatılan filmlerin içerisinde Yağmur: Kıyamet Çiçeği, gerçekten de, bir çiçek gibi açmış. Net!

Filmin ilk gösterimi 21.Adana Altın Koza Film Festivali'nde gerçekleşti. Aynı festivalde hem SİYAD En İyi Film hem de Adana Seyirci ödülünü aldı. Yapımcılığını Gülay Kuriş ve Şaban Tokdemir’in üstlendiği Yağmur: Kıyamet Çiçeği filmi, yönetmeni olan Onur Aydın’ın aynı adlı kitabından uyarlama. Film ve kitap ufak tefek bölümler dışında kitap ile birebir aynı. Yani, ne olmasını bekliyordun ki, diyebilirsiniz. Aslında demek istediğim tam olarak şu: Filmin daha çok gişe yapması, daha çok adından bahsedilmesi için abartılı sahneler konulabilirdi. Bu önyargı ile sinema salonuna girmiştim. Ama yapılmamış. Ne okuduysak o! Kitabı okurken gözümde canlandırdıklarımı beyaz perdede gördüm. Sadece bu yüzden bile Onur Aydın’a ayrı bir saygı duydum.

Konusu ise, sanılanın aksine, sadece Kazım Koyuncu’nun hayatını anlatmıyor. Evet, Kazım Koyuncu’nun hayatından kesitler var ama sınır Kazım değil. Bir başlangıç noktası var elbette: 26 Nisan 1986’da yaşanan Çernobil Patlaması. Hatırlatmak gerekirse Çernobil: 1986’nın 26 Nisan günü zamanın Sovyetler Birliği’nden (Bugün Ukrayna’nın Pripyat kasabası) dünyaya yayılan zehrin adıdır aslında. 25 Nisan günü, yani patlamadan bir gün önce, patlamanın gerçekleştiği 4.reaktöre bakım yapılır. Güç kesintisinin yapıldığı sırada oradaki mühendisler bir deney yapma kararı alır ve bu deney sırasında oluşabilecek herhangi bir olumsuz durumda devreye girecek güvenlik önlemleri de devre dışı bırakılır. Deney sırasında bir şeyler yolunda gitmez ve o korkulan patlama gece 1 sularında gerçekleşir. Patlama sırasında 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının 100 katı büyüklüğünde radyasyon oluşur ve dünyanın her tarafına yayılır. Avrupa’da birçok ülkesi kendi topraklarında yüksek radyasyon seviyesi ölçer. Sovyetler Birliği ise durumu saklamak niyetindedir. Ama 6 Mayıs 1986’da direnemeyip tüm dünyaya gerçeği duyurur:  Çernobil Nükleer Santrali’ndeki 4.numaralı reaktör deney sırasında kontrolden çıktı ve patladı. Bu facia artık Sovyetler Birliği’nin değil başta komşuları ve Avrupa olmak üzere tüm dünyanın sorunu haline gelir. 31 kişi olay anında hayatını kaybetmiştir. Ama etkileri ve insanın içine işleyen zehri hala içimizden birilerini almaya devam eder.

Çernobilin ardından...

Çernobil ve Kazım Koyuncu aynı kaderi paylaşmış, paylaşan ve paylaşacak olan nicelerinden biridir sadece. Ama ne acıdır ki sadece içinde olanların gördüğü bir gerçektir. Diğerleri içinse "vah vah"'lık bir durumdur. Devletin bile tehlikeyi sakladığı bir durumdur. Karadeniz insanlarının kitleler halinde hayatını kaybetmesinin sebebidir.

Filmin geçtiği tarihler için geniş bir sınır çizersek 1990’ların Trabzon’udur diyebiliriz. 1990’ların Trabzon’unda olan neredeyse her şeyi filmde görmek mümkün: Trabzonspor, şampiyonluk hayalleri, taraftarlık, şike, fuhuş, kanser ve tabi ki olmazsa olmazımız aşk.

5 Mayıs 1996...Trabzonspor-Fenerbahçe maçı.

Kazım, İstanbul’da üniversite okuyan ancak siyasi görüşleri nedeni ile hapse atılmış, çıktığında ise hayatına farklı bir yol çizmek isteyen bir gençtir. Şenol ise genç ve gelecek vaat eden bir futbolcudur. Amacı abisi Ahmet’in de tribün liderliğini yaptığı Trabzonspor’da oynayabilmektir. Ancak hayatı ve kararları Elena ile tamamen değişecektir. 5 Mayıs 1996… Trabzonspor şampiyonluğa bir adım kala Fenerbahçe’ye 2-1yenildiği maç… Halen daha Trabzonsporluların üzülerek andığı maç, Trabzonspor’un tribün lideri Ahmet için ise sonun başlangıcıdır…  Eğer bu üç hikâyeden arasından en etkilendiğin hangisidir diye sorarsanız kesinlikle Ahmet’in hikâyesidir, derim. Farklı renklere gönül veren insanların hislerinin aslında ne kadar aynı olduğunu görmemi sağladı. Trabzonspor’u diğer takım taraftarlıklarından ayıran sözü de Kazım Koyuncu söylemiştir: Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.

Konuların işlenişi daha önceden alışık olmadığımız yenilikçi bir anlayışla hazırlanmış.  Bu üç farklı hikâye, eş zamanlı olarak işleniyor. Ama bu da işlenmesine alışık olduğumuz iki-üç hikâyeden yeni bir hikâye çıkartma değil. Karakterin birbirleriyle kesiştiği sahneler var ama bu durum hikâyelerden değil sahnelerden kaynaklanıyor. Bu da filmin seyrini oldukça etkiliyor. Daha heyecan ve merakla izleme hissi uyandırıyor. Hepsi birer el emeği göz nuru dantel gibi işlenmiş hikâyeler aynı titizlikle de toparlanıyor.

Filmde Kazım Koyuncu'yu Engin Hepileri canlandırıyor

Oyuncular ise tam bir “rüya takımı” olmuş diyebilirim. Engin Hepileri, Elena Viunova, Erkan Kolçak Köstendil, Devrim Saltoğlu, Sevtap Özaltun, Settar Tanrıöğen, Altan Erkekli, Devrim Yakut, Sait Genay, Serap Aksoy, Rıza Sönmez, Hüseyin Avni Danyal, Ruhi Sarı. Bu kadroda “acaba” diye yaklaştığım tek isim Elena Viunova’ydı. Ama o da gayet başarılı olmuş. Engin Hepileri’nin Kazım Koyuncu’ya benzerliğinin avantajı, Elena Viunova’daki doğal aksanı cast konusunda başarıya giden kestirme yol olmuş.

Ezcümle Yağmur: Kıyamet Çiçeği filmi Karadenizlileri sadece Temel ve Dursun’dan ibaret olmadığını, o topraklarda yaşan her insanın içlerinde Karadeniz gibi nasıl hırçın dalgaların olduğunu anlatan arşivlik bir film olmuş. Kazım Koyuncu’nun sesinden dinlediğim şarkılarla ve Pançol’un o güzel manzaralarıyla zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Yazanında, yapanında, çekeninde, oynayanında ellerine sağlık.






BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER