Adı Efsane: Gölgede büyüyen çiçekler

Adı Efsane: Gölgede büyüyen çiçekler
Öncelikle Adı Efsane’de emeği geçen herkesten özür diliyorum. Hakkında bir iki kelam ettiği her dizi en nihayetinde biten biri olarak bilgisayarın başına dualarla, okunmuş sular içip, pirinçler yeyip, şekerler kemirerek, hatimler indirerek geçtim. Ben elimden geleni yaptım. Bundan sonrası sizde. Türk dizilerinin ritüelini bilirsiniz. İlk başlarda her şey güzeldir. Mutluluk, coşku, heyecan, sevgi, ne ararsanız vardır. Siz de kendinizi kaptırırsınız. “Dizi dediğin böyle olur be! Feda olsun ömrümden yediğin üç saate.” der, durursunuz. Ne safsınız ya. Sonra bir yerden sonra anlayamadığınız bir anda her şey garipleşmeye başlar. Karakterlerde mutasyonlar falan olur. Garip gurup hareketler, gereksiz gereksiz karakterler, dramlar, matematikler falan filan ayağına inşa edilen her şey tek tek yıkılır. Ama siz saf, temiz insanlar olduğunuz için hala olaya pozitif tarafından bakmaya, pembe panjurlu evlere inanmaya devam edersiniz. Daha dank etmez çünkü olay o kalın kafanıza. “Aman canım birkaç bölüme düzelir, koskoca senaristin bizim gördüğümüzü görmeyecek hali yok.” dersiniz demesine de… Sonra PAT! Yere çakılırsınız, çakılır çakılır aynı heyecanla sekersiniz, bir daha çakılırsınız, bir daha sekersiniz… Cinnet, nefret, bıçak, kin, öfke evresine geçersiniz. Sonra malumunuz İstiklal Marşı ve kapanış. Ya dizi sapıtır, psikolojinizi pert eder, biter, gider ya da yüce, ulu, iki bin küsür kişilik kabilemiz öyle buyurur dizi reyting adı altında öbür tarafı boylar. End of story...
 
Ben yine kanmazdım, kandıramazlardı beni de… Kandırıldım. İnsanın doğasında var tabii kandırılmak. Sonra da “Kandırıldım.” deyip paçayı sıyırmak. İlerde bir olumsuzluk olursa ben de bu hakkımı kullanacağım, baştan diyeyim. Hadi bakalım o zaman, cendere cendere cendere, bu sefer hikayenin sonunda kayalıklara saplanıp paramparça olmamak, karayı görebilmek dileğiyle yelkenler fora efenim!!!

Bu zamana kadar genelde hep babalar ve oğullarıyla ilgili hikayeler izledik. Oysa babalar sadece erkek çocuklarının hakkı değil. Biz kız çocuklarının da hakkıdır babalar. Bizim de anlatılacak hikayelerimiz, kanayan yaralarımız, hayal kırıklıklarımız var. Evet, belki ilk defa anlatılmıyor ama sonunda birileri kız çocukları ve babalarını anlatıyor. Babalar bizim ilk aşkımız… İlk kahramanımız… Ne olursa olsun düşerken bizi tutacağını bildiğimiz ilk kişi… Sonra bir şey oluyor, ilk aşkınız en çok nefret ettiğiniz kişi oluyor. İlk kahramanınız olması gereken kişi, en büyük hayal kırıklığınız oluyor. Düşüyorsunuz, “Babam beni tutar.” diyorsunuz ama sizi kimse tutmuyor. Sonra bir kez daha düşüyorsunuz “Bu sefer babam beni kesin tutar.” diyerek ama sizi yine kimse tutmuyor. Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha… Ta ki sizi kimsenin tutmayacağını anlayıp düştüğünüz yerden tek başınıza kalkmayı öğrenene dek. Bir kez kalkmayı öğrendiniz ya, ona artık ihtiyacınız olmadığını sanıyorsunuz. Bunca zaman nasıl tek başınıza kalktıysanız bundan sonra da kalkarsınız sanıyorsunuz ama… Ama öyle olmuyor. Kendinizi ondan nefret ettiğinize ne kadar inandırsanız da düştüğünüz her seferinde babanızı arıyorsunuz. Elinizden sımsıkı tutsun, “Bir şey yok kızım.” diye sarılıp, sizi kanatlarının altına alıp, o duyguyu tekrardan tattırsın: Güven. Ama o gelmiyor. Her seferinde bekliyorsunuz, bu sefer babam tutacak elimden diye fakat yine, daha önceki yaralarınız kabuk bile bağlamamışken düşüyorsunuz, yenileri açılıyor ve siz tek başınıza kalkıyorsunuz. Yıllar geçiyor. Bir çiçek gölgede büyüyor. Sonra bir gün. Uzun zaman sonra. Bunca zamandır beklediğiniz o kişi, kendinizi artık beklemediğinize inandırdığınız o kişi geliyor. Babanız. Fakat… Fakat bunca yıldır bu kelimenin yerini alan hayal kırıklığı, öfke, nefret öne çıkıyor. Babanıza karşı başka hiçbir şey hissedemiyorsunuz. Saçma. Babanız o sizin. Kendinizi zorluyorsunuz, çocukluğunuzu, geçmişi, babanızın yanınızda olduğu zamanları hatırlamaya çalışıyorsunuz. Olmuyor. Hatırlayamıyorsunuz. Tık yok… Sadece terk ediliş var. Böyle olunca daha da öfkeleniyorsunuz ve kendinize soruyorsunuz: “Bunca zaman ben düşerken nerdeydi?” Yoktu. Evet, siz ondan nefret ediyorsunuz. Ve bu sizin en doğal hakkınız.
 
Melis haklı. Gidenler her zaman suçludur Tarık. Oyunun kuralı bu. Bir baba eğer kızını terk ediyorsa o, herkesten daha da suçludur. Babaların kızlarını terk etmeye hakkı yoktur, olamaz da. Kendince ne sebebin olursa olsun hiçbir şey bunu haklı çıkaramaz. Çıkaramayacağını sen de gayet iyi biliyorsun. Geriye tek bir seçenek kalıyor: Kendini kızına affettirmek. Evet, zor. Sen yanındayken, kabuk bağlamış her yara yeniden kanarken çok zor ama başka da seçeneğin yok. Affettireceksin. Zamanla. Kızına kendini affettirirken yapman gereken bir şey daha var. En az bunun kadar önemli olan bir şey. Bu olmazsa diğerinin hiçbir anlamı olmayacak bir şey. O son topu alman gerek Tarık. Bu sefer hayata karşı mağlup değil, galip olman gerek. Yapacaksın hocam, yapacaksın, yapacaksınız. Yalnız değilsin, pırıl pırıl dört tane genç daha var o son topu almak için her şeyini ortaya koyan. Beraber alacaksınız. Savaşarak.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER