Yorgun bir günün ardından eve geliyorum. Kapıda Aysel
karşılıyor, ayağıma terliğimi uzatıyor aceleyle. Ceylan sofraya tabakları
dizerken Bayram Bey salonda bir o yana, bir bu yana gidiyor. Karnı çok acıkmış,
ne yapsın? Sofra hazırlanıyor, tüm aile masanın başında yerini alıyor böylece.
Baş köşede Bayram Bey, onun hemen yanında Süheyla Hanım, yanında Hülya ve
Kerim, hemen yanlarında da mama sandalyesine kurulan Mehmet. Karşıya geçiyorum,
Hüseyin babasının hemen sağında, yanında Zeynep, ortalarında Ceren. Bir de sofranın olmazsa olmazı Bade.
İşte böyle geçiyor Salı akşamları. Bazen o sofranın
tabakları eksiliyor, bazen çoğalıyor. Cevher Malikanesi’nin neşesi ise hep baki
kalıyor…
Geçen sene bugün, migren krizimin tuttuğu bir günde
tanışmıştım Hayat Şarkısı’yla. Normal şartlarda değil dizi izlemek, o şiddette
bir ağrıyla ayakta bile kalamam, kendimi karanlığa hapsederim. Ama başından
sonuna gözümü kırpmadan izlemiştim bölümü. Bölüm bittikten sonra yatıp uyumaya
çalışmak yerine de hakkında iki kelime yazmak istemiştim. O gün bugündür
bilgisayarımı açıp da Hayat Şarkısı başlığını attığım her an, büyük bir
mutlulukla akıyor kelimeler klavyemden.
Şurada tek kelimeyle Hayat Şarkısı’nı anlat deseniz; kocaman
bir ‘iyi ki’ bırakırım orta yere. Hem her şeyi anlatır hem de birçok şeyi bana
ait kılar.
Uçsuz bucaksız çöllerde susuz kalmış gibi koşuyorum salıları
televizyon başına. Neden? Niçin? Birçok sebep var heybemde. Oyunculukları,
senaryosu, rejisi ve emeği geçen her bir bireyiyle dünyanın en güzel bestesi var
karşımda. Bazen sessiz sessiz dinlediğim, bazen boğazım patlarcasına eşlik
ettiğim.
Size Hayat Şarkısı’nın sevdiğim detaylarını tek tek
anlatmayacağım, zaten 1 yıldır anlatıyorum. Öyle bir oradan bir buradan
konuşacağım işte.
Hülya’nın cesaretinden, Kerim’in güzel yüreğinden, Bayram
Bey’in babacanlığından, Süheyla Hanım’ın heyecanından, Hüseyin’in abiliğinden, Melek’in
korkularından, Mahir’in dostluğundan, Zeynep’in neşesinden bir parça; hepsinin
bir araya gelişiyle kusursuz bir senfoni değil mi Hayat Şarkısı, hayatın
şarkısı…
Kattığı, katacağı her şey için sonsuz ‘iyi ki’ler
bırakıyorum buraya… İyi ki doğdun Hayat Şarkısı, iyi ki bir Salı akşamında
kesişti yolumuz…
Hayat Şarkısı’na emek veren, iz bırakan, yüzümüzü güldüren
herkese teşekkürler… İyi ki Mahinur Ergun’un kelimelerini, Cem Karcı’nın
gözünden dinliyor, izliyoruz. İyi ki Burcu Biricik’in Hülya’sını, Birkan
Sokullu’nun Kerim’iyle izliyor; Ahmet Mümtaz Taylan’ın Bayram Bey’inin omzuna
yaslanıyor, Seray Gözler’in Süheyla Hanım’ıyla yepyeni diller öğreniyoruz. İyi
ki Tayanç Ayaydın’ın Hüseyin’ini, Ecem Özkaya Üstündağ’ın Melek’i ve Pelin
Öztekin’in Zeynep’i arasında zikzak dokurken görüyor; Olgun Toker’in Mahir’iyle
dostluğu pekiştiriyoruz.
Ve dahasıyla gülüyor, hüzünleniyoruz...
Bade'si, Kaya'sı, Atıf'ı, Arda'sı, Hatice Hala'sı, Aysel'i, Ceylan'ı, Nilay'ı, Ceren'i...
Bahar'ı, Mehmet'i, Düğme'si...
Bazen hüzünlü, bazen neşeli çalan notaların hiç susmasın;
nice yılların olsun Hayat Şarkısı…