“80’li yıllarda çocuk olanlar” için Star Wars filmleri ne anlama gelir, uzun uzun anlatmaya gerek yok. Sevenleri için adeta kutsal olan bu seri dünyanın en çok izlenen, en çok sahiplenilen, en çok tartışılan filmleri demek. Çocuk kalmaya direnen, bu dünyanın gerçeğiyle barışamayan, iflah olmaz romantiklerin ilk göz ağrısı. Benim için çocukluğum demek, geri gelmeyecek yıllarımın en güzel hatıralarının eşlikçisi bir yol arkadaşı demek. Yaşımı başımı almışken hâlâ masallara, kahramanlara, iyilerin kazanabildiği bir dünyaya inanabiliyor olmak demek. Bu dünyanın gailesinden bıktıkça tekrar tekrar izleyip bir limana sığınabiliyor olmak demek. Umut dünyanın en karmaşık ve taşıması zor duygularından biri, uğruna doğruyu da yanlışı da seçmenin çok kolay olduğu. Umudumu kaybeder oldukça sarıldığım eski bir dostum demek. İlk göz ağrısı işte, sevmeden edemediğim. Dün filmi izleyip salondan çıktığımdan beri bu yazıyı nasıl yazacağımı düşünüyorum. Kendimi filmden duygusal olarak uzaklaştırıp objektif bakmayı deneyeceğim, zorlanacağım. Sürçü lisan edersem şimdiden affola. Aşağıda okuyacağınız yazı Rogue One: Bir Star Wars Hikâyesi filminin değerlendirme yazısıdır.
"Nefeslerinizi tutun"
Star Wars’un IV, V, VI,I,II,III olarak sıralanan tersten bir kronolijisi var malumunuz. Bir de seriye geçen yıl eklenen bir VII. bölüm var. Çok sevememiş olsak da yine de sahiplendiğimiz. Yazının devamında kısaca Rogue One olarak adlandıracağım filmse aslında bir spin-off olarak adlandırılan, “yan film” olarak tanımlayabileceğimiz, oysa serinin bir parçası olarak bakınca hiç de sırıtmayan, III ve IV. bölümler arasında yer alan, hikâyeyi bir bütün olarak düşününce son derece tamamlayıcı ve gerekli bir bölüm olmuş. Serinin ilk filmi olan 1977 yapımı A New Hope filminin öncesini ve 2005 yapımı III. Film Revenge of the Sith’in sonrasını anlatıyor Rogue One. İlk üç filmde tanıştığımız “Asiler” birliğinin Galaktik İmparatorluğu yenmek için giriştiği mücadelenin ilk tohumlarının nasıl atıldığını görüyoruz, tüm Star Wars filmlerinin alt metni olan “umut” temasının altının aynı anda hem en naif hem de en karanlık şekilde çizilmesine şahit oluyoruz. İlk filmden 39 yıl sonra çekilmiş olmasına rağmen sinematografisiyle, senaryosuyla, karakterleriyle, kostümleriyle, kısacası bütünüyle tamamen o evrene ait, yeni olmasına rağmen “eski” gibi görünen bir film var karşımızda. Filmin sahip olduğu söylenen “nostaljik” havasının sebebi bu. Sanırım Rogue One’ı Star Wars hayranları için özel kılacak şeylerin başında da bu gelecek.
"Ölüm makinesi Death Star"
Sürpriz bozan bir duruma sebebiyet vermemeye çalışarak konuyu kısaca özetleyelim: Jedi’lar yenilmiş, sahneden çekilmişler. İmparatorluk faşizan bir güç haline gelmiş. Bu durumdan rahatsızlık duyan, gücün aydınlık tarafında kalmaya direnen bir grup direnişçi, yani “asi” İmparator’a karşı duruyor. İmparatorluk ise “Death Star” yani “Ölüm Yıldızı” adını verdiği, gezenleri bile tek hamlede yok edebilecek güçte silahını tasarlama ve üretme aşamasında. Bu hikâyenin etrafında yolları kesişen kahramanlarımız Death Star’ın planlarını ele geçirme peşinde. Bu silahı yok etmenin adı umutla eş değer. Üstlendikleri görev imkânsızı gerçekleştirmek aslında ama Galaksi’ye barış ve özgürlüğü geri getirmenin tek yolu da buradan geçiyor. Asiler, radikal asiler, babalar, kızları, pilotlar, droidler bir araya ya da karşı karşıya gelip savaşıyorlar. Kayıplar kaçınılmaz ve büyük olsa da umudu geleceğe taşıyorlar, heyecan dolu geçen 134 dakikanın ardından salondan hem üzgün, hem mutlu, hem gözlerimiz yaşlı hem de gülümseyerek çıkıyoruz.
Film biraz bocalayarak başlasa da ilk yarım saatten sonra toparlanıyor, temposu hiç düşmeden devam ediyor, hatta son 20 dakikasında bu tempoyu nefes kesici hale getirerek harika bir finalle sona eriyor. İlk filmlerdeki “Bu planlara ulaşmak için çok büyük fedakârlıklar yapıldı.” cümlesi Rogue One ile çok güzel bir şekilde anlam kazanıyor. Yıllardır dillendirilen “Koskoca Death Star yapmışlar ama tek hamlede patladı.” eleştirisine verilen cevap hem gayet mantıklı hem de bu fedakârlığı yapanların anısına saygı duruşu niteliği taşıyor. Revenge of the Sith’de Darth Vader hakkında aldığımız cevaplar ne kadar tatmin edici ise Rogue One’da da doldurulan boşluklar aynı ölçüde tatmin edici ve faydalı.
"Jedi ruhu ölmedi"
Türün “Seçilmiş Kişi” miti etrafında şekillenen kurgusuna inat Rogue One isimsiz kahramanların filmi. Büyük adamların büyük hikâyeleri yerine zor durumlarda zor kararlar almaya mecbur kalan daha sıradan insanlar var karşımızda. İnandıkları dava için ölümü dahi göze alan ama yine de bocalayabilen, sorgulayan insanlar. Filmin inandırıcılığı, özdeşlik kurmamızdaki kolaylık bundan kaynaklanıyor çoğunlukla. Rogue One’ın bir hayli karanlık bir atmosferi olduğunu da ekleyelim. Savaş kazanmak büyük kayıplar vermeden mümkün değil. Mücadelenin zorluğu ve ölümle el ele yürüyor olması filmin her zerresine işlemiş. Daha az şaka, birkaç sahne hariç çok az komedi unsuru ve kararlı bir ciddiyet hâkim filme. Bu karanlık ve ciddiyetin en büyük sebeplerinden biri de filmin şimdiye kadarki Star Wars filmlerinin hemen hemen hepsinden daha politik bir söylemi olması. Mutlak güçle mücadele ederken durulacak tarafı seçmek çok zor değil. Ancak her özgürlük mücadelesinin arkasında verilen kararları sorgulatacak eylemlerimiz var. İyi ya da kötü olmak konuyu ele aldığınız yere göre değişebilecek bir şey mi? Uğruna mücadele verdiğimiz değerleri neye rağmen savunuyoruz? Film böyle sorular da soruyor, sorduruyor. Asilerin kendi aralarında ayrışmaları ve bazı asilerin tasviri günümüzün değişen siyasi konjoktürünü yansıtıyor içten içe.
Star Wars hayranlarını ziyadesiyle tatmin edecek, hayranı olmayanları da iyi bir bilimkurgu-aksiyon filmi izlemenin keyfiyle baş başa bırakacak bir film Rogue One. VII. bölümde kaybolan “Star Wars ruhu” nu geri getiriyor. “Nedir o ruh?” sorusu bir başka yazının konusu olacak kadar uzun. “Güç” ne demek bilenler filmi izleyince anlayacaklardır diye umuyorum. Kimler olduğunu sürprizi bozmamak için söyleyemiyorum ama izleyince çok özlediğimiz eski dostlara benden de selam söyleyin dilerim. İyi seyirler, güç sizinle olsun.