“REYTİNG”. Çok havalı bir kelime değil mi? Anlamını bilmediğini, ilk defa duyduğunu düşün bu kelimeyi bir. “Oha ya reyting mi, vay anasını be! Ay, inanmayoggrrruuumm elin adamları nasıl kelimeler buluyor ya, vaoovv.” Hafif aksanlı falan oku, şöyle bir. Allah’ım ne kadar mükemmel bir kelime. Şimdi sana bu harika, devşirme kelimenin mealini söyleyeyim ben:
“70-80 milyonluk halkın neyi izlemeye, neyi izlememeye hakkı olduğunu belirleyen, ortalama iki bin kişilik kabile.” Yok, çadırda falan yaşamıyor bunlar. Hayır, at üstünde ellerinde ok falan da fırlatmıyorlar. Ay saçmalama, tabii ki taşları birbirine sürtüp ateş yakmıyorlar. Bu arkadaşlar sadece, işte ortalama 80 milyon kişinin falan neyi izleyeceğine karar veriyorlar. Çok manyak bir iş değil mi? Bence çok havalı. Böyle kanalları açıp açıp “Ay, senin canın reyting mi istiyor, mor renk sana çok yakışacak tatlum.” diye kötü kadın kahkahasıyla kanalı değiştirdiğini düşünsene. Hayalimdeki meslek. Reis-i Cumhur gibi bir şeysin, bir bakıma. 80 milyonun televizyonunu yönetiyorsun. Ha, gerçi onların haberi yok diyorlar, bu harika aletin kendilerinde olduğundan falan filan da, yine de şükela iş. Üniversiteye hazırlanan arkadaşlar, sizlere sesleniyorum bence siz bu işi bir düşünün. Bir adet kumandayla 80 milyonu kontrol etmek mi?
Dünyanın en aptalca şeyi. Yıl olmuş 2016. İki bin on altı yıl. Bunun bir de milattan öncesi falan var. Koskoca insanoğlu sen uzaya git, binalar, köprüler inşaa et, onu yap, bunu yap, sonra gel böyle bir saçmalığı uygula. Tabii koskoca dünyaya da atar yapmaya gerek yok. Türkiye diyelim. Amerika’da, Avrupa’da daha farklı bir sistem var sanırım. İnternetten izleyenlere, başka yerlerden izleyenlere falan filan da ‘insan’ muamelesi yapıldığı bir sistem. Ulen, ne izleyeceğimize bile karar veremiyoruz. Gel de çıldırma.
Ben buralara nerden geldim? Ben diziyle ilgili bir iki kelam edecektim göya. Ha! Doğru! Yine, yeniden izlediğim bir dizi, hatta tek dizi kurban ediliyor. Gerçekten düşünüyorum. Bende mi bir sorun var diye. Gidip izdivaç programlarına mı vurayım kendimi? Zengin kız, fakir oğlanın 153648. versiyonunu mu izleyeyim? Ağa dizilerine yönelip tespih mi sallayayım? Kadınların ezildiği, aşağılandığı, her türlü hakarete uğradığı ve bunun olağan bir şey gibi gösterildiği güzide eserlere mi yöneleyim? Bana söyleyin. Merak ediyorum. Çünkü ben televizyon izlemiyorum, izleyemiyorum. Hadi, diyelim konulara dayandım. 3 saatlik dizide bir buçuk saat bakışmalar, ‘zoom in’ler olurken kalbim sıkışıyor. Hayır, artık teknoloji coşmuş durumda. Telefonla da yapabiliyoruz o, ‘zoom in’ işini. Hop yakınlaştır, hop uzaklaştır. Bitti, gitti. Neden farklı şeyler izleyemiyoruz? Neden bu kadar çok korkuyoruz? Farklılık iyidir oysa. Hep aynı at gözlüğüyle bakmak yerine farklı gözlükler denemek, farklı karakterler tanımak, farklı hikayelere konuk olmak… “Ya kardeşim, sen ne anlarsın bu işlerden? Git, kendi işine bak.” diyebilirsin. Seni yadırgamam. Ben sadece ‘seyirci’ yim . Bahsettiğiniz gibi televizyonlar da birer sihirli kutuysa, ben bir sihirbazlık gösterisinin seyircisiyim hem de. Sarı, mavi, yeşil, kırmızı, mor... Şapkaların renkleri değişse de içlerinden çıkan tavşanın hep aynı olmasından bıkmış bir seyirci. Bu numarayı ezberlemiş, ardındaki hileyi öğrenmiş bir seyirci. Ne kadar imkansız gibi görünse de, bu sefer tavşandan şapka çıkarsanız? Ne de olsa bir sihirbazlık gösterisi bu. Bu sefer beni, bizleri buna inandırsanız? Olmaz değil mi? İlla, o tavşan, o şapkadan çı ka cak. Birileri yine hayran hayran izleyecektir ama. “Vay be, şapkadan tavşan çıktı.” “Daha önce de çıkmıştı, ne var bunda?” “Ama bu şapka başka bir şapka.” “Nesi başkaymış?” “Bu şapkanın rengi kırmızı.” “Şapka değil mi en nihayetinde?” “Hayır, bu, kırmızı bir şapka.” Her neyse…
Üzülüyorum ya. Gerçekten üzülüyorum. Bu dizinin harcanması ciddili kırıyor kalbimi. Oysa farklı. Şu an televizyondaki en farklı iş, konusu itibariyle. Aslında çok basit bir konuyu anlatıyor: “Arkadaşlık.” “Puff…Bu mu yani?” diyebilirsin. Ne gıcıksın sen de ya. :) Öyle düşünme ama. Unuttuğumuz bir kavram bugünlerde. Tabii, hayatın genel döngüsü gereği hep bir arkaya hançer saplamacılık, hep bir yere sabunu iyice sürüp sürüp ayağı kaydırmacılık, vay efendim ihanet, nefret, ihtiras, hırs, kin, kan, bıççaaaaakkk… Tabii bu dizinin de pek hayırlı başladığı söylenemez. Baştaki o aşk üçgenleri, beşgenleri, kazıklar, kim kimin kuyusunu alttan kazıyor falan çözeceğiz diye sağ olsunlar matematiğimiz iyice gelişti. :) Bence hatalardan dönmek, dönmeye çalışmak, hata yapmamaktan daha büyük bir erdemdir. Erdemli bir davranış sergilemek, hele de günümüzde, na nay canım na nay. Ama bunu başardıkları için bile kocaman teşekkürler, başta senarist olmak üzere, herkese.
Yazı devam ediyor..