Kiralık Aşk: Benimle Yan*

Kiralık Aşk: Benimle Yan*
"Hüzünlerini de al yanına, ne olacak yanacaksan? Benimle yan, benimle yan..."*
(Yazıya başlamadan önce kısa bir not: Lütfen Güntaç Özdemir - Benimle Yan şarkısıyla birlikte okuyunuz. Ben onu dinleyerek yazdım.^^)

İçinde köze dönmüş bir ateş... Günden güne daha çok acıtıyor ama üşümene de engel değil. Koruyamamış seni soğuktan. Sense alıştığından herhalde mutlu olmasan da mutlu olmaya korkar haldesin. Korkuyorsun, ne kadar "Korkmuyorum!" desen de. Hala kendini bırakmaktan, risk almaktan, ateşe uçmaktan korkuyorsun. Bu öyle bir korku ki bildiğin halde bildiğini kendine bile itiraf etmeye çekindiğin gerçekleri barındıran. Mesela karşındakinin senden daha yaralı olması gibi...

Hatırlarsanız 50. bölümde Ömer içindeki çocuktan bahsetmişti. Kırılanın aslında kendisi değil o çocuk olduğundan. Bense o bunu söylemeden çok daha evvel bahsetmiştim aslında, hatta bir isim bile koymuştum: Defne'nin Ömer'i diye... Defalarca kırılmış bir bu yaralı çocuğu içinde, duvarlarının içine saklamıştı Ömer. Ve bu küçük, kırılgan çocuğa bir abi yetiştirmişti dışında. Belki de bir bekçiydi, belki duvar da denirdi, ne bileyim bazıları da soğuk durmak olarak adlandırır belki bunu. Ama sahibi gelene kadar bekleyecekti, sonra onu kırmayacağına, iyileştireceğine emin olduğu diğer yarısı geldiğinde ona teslim edecekti emanetini. Ömer'in Defne'sine... O gelene kadar tedaviye de çalışmış aslında ama... İnsanın ilacı tektir, iyileştirememiş.

Gün gelip iki yaralı kalp karşılaştığında bir ateş harlanmış aralarında. Aslında daha önce de karşılaşmışlar ama o zaman sadece ılık bir şey akmış içlerine doğru. Şimdiyse uzun süredir içlerinde saklı olan ateş cayır cayır yanıyormuş, yakıyormuş. O an bir şey farketmişler; o zamana kadar aslında hep üşüdüklerini, yarım olduklarını... Ama aralarında bir engel varmış işte. Birbirleriyle konuşmalarını, anlatmalarını engelleyen... Bir büyü belki de. Bir öpücükle bozulacak olan.

Bir gün bu engel ortadan kalkmış, ama arkasında kocaman bir enkaz bırakarak. Ömer, Defne'den almış Defne'nin Ömer'ini, yine saklamış içine ve kaçırmış ondan. Ömer'in Defne'sini de Defne'ye bırakarak. Zamanla iyileştirmiş içindeki çocuğun yaralarının bazılarını. Ama iyileştiremediği bir yara varmış ve çocuk hiç susmadan sürekli ağlamış. İçindeki boşluğu dolduramamış, Defne'yi özlemiş, suçu kendine atmış, boşvermiş, vazgeçmiş her şeyden... Ömer'in Defne'si de pek farklı değilmiş. İkisi de asıl vatanlarından uzakta, sanki kendilerine yabancı yaşamışlar bir sene. Tabii buna yaşamak denirse...

"Geri gelecek misin? Günahın neyse onu bilelim."*

Yaralı yani Ömer, hatta bence bu hikayedeki en yaralı kişi... (Bence.^^) Ama işte bir şekilde sarabildiği kadar kendi yaralarını sarmayı öğretmiş ona hayat. Tek bir şeye çözüm bulamamış ama; içindeki kora... Hem sönmeyen, hem ısıtmayan sadece acıtan, Defne'de de aynısından olan bir kor varmış içinde. Her karşılaştıklarında harlanmak için can atan ama korkan iki kor... O zamanlar daha çok acıtıyor canlarını. Belki de teslim olmalarını istiyor bu yangına... Bu direnişe daha ne kadar devam edebilirler ki? (Edemediler.^^)

Aslında daha doğrusu direnen taraf Defne. Ömer bu soğuğu daha fazla istemiyor artık, çoktan teslim olmuş aşkına. Hatta belki de ateşin kendisi olmuş, yanardağ olmuş. Ama Defne o yanardağa uçmaktan korkuyor. Aslında bir savaş var Defne'nin içinde. Diğer cinlerle aşkın savaşı. İçine hapsettiği Ömer'in Defne'si dışarı çıkmak için çırpınıyor, Ömer'e doğru akıyor, ateşe çekiliyor. İçinde kendini de suçlu bulan bir taraf var aslında, Ömer'sizlikten yorulmuş onu isteyen bir taraf var içinde. Ama bir de gururla iş birliği yapan diğer cinleri; yaraları, ailesi, korkuları, en çok da kendine bile söylediği yalanları... Ömer'de bu savaş çoktan sona ermiş, aşkın haklı bir galibiyetiyle. Defne'deyse üstünlük aşktan tarafa geçmeye başladı bile. Ama önce bakması gerekiyordu, görmesi gerekiyordu. Bunun için de yaklaşması... Ömer'in evine gelmesi çok önemliydi bu yüzden. Ömer de biliyordu bunu, aşka takviye kuvvet gönderdi biraz; heyecan, merhamet, mutluluk gibi...

"Sevebilecek misin, nefret gibi beni?"*

"Her şeyi yenilemişsin."

"Takılıp kaldıklarım da var, eskilerden yani."

Sizce de Ömer'e ne hissediyorsa söylemek çok yakışmadı mı? Ne yaşıyorsa filtrelemeden anlatmak hislerini. (Darısı artık Defne'sinin başına.) Böyledir işte takılır kalırsın, aşkın geçmesi, ilacı, telafisi, yerine konulacak bir yenisi yoktur. Belki de eskimediğindendir, her gün yeniden yenilendiğinden... Gerçek aşklar eskimez ki, zayıflamaz, yorulmaz, savrulmaz, azalmaz. Artar aksine, dinlendirir, hep yenidir, güçlenir, toparlar günden güne. Yarımsındır, tamamlar. Sahi aşk rengiyle ne güzel tamamlandı o tablo öyle. O eller birlikte olduğunda daha da güzelleştiriyor her şeyi, sevdikçe renklendiriyor siyahları da, beyazları da, grileri de. Hani denir ya siyah ve beyazların arasındaki griler diye. Aşk ne beyazdır, ne siyahtır, ne de gri. ‘Aşk Rengi'dir. Bu Aşk Rengi, başka renge benzemez.^^

İnsanın ruhu doymadığı sürece, bedeni de bir şey yemek istemezmiş. İçi boşken, dolabını doldurmak aklına gelmezmiş. Kalbi acırken, bedenin acısını hissetmezmiş. Hem kendinden vazgeçmiş insan, kendi acısı umrunda bile olmayan sadece sevdiğini düşünen adam, geri kazanmadan sevdiğini kendini mi düşünecekti?

"Sen girdin hayatıma. Çarparken oralarda, burdaki kalbimdi kanayan. Vazgeçtim aklımdan, eşimden, dostumdan... Alay eder oldum sancımla..."*

"Olur mu öyle aç, aç?"

"Oluyor işte bazen."

Evet Defne oluyor bazen, olduramasa da oluyor. Ömer sana aç Defne şu an, sana muhtaç, sana mecbur. Sen de öylesin. Sen ne kadar saklamaya çalışırsan çalış belli oluyor çünkü, sızıyor duvarının çatlakları arasından Ömer'in Defne'sinin sesi. Kıyamıyor sevdiğine, çırpınıyor ona yardım etmek için. Hadi kabul et, sen de gayet mutlu oluyorsun Ömer için bir şeyler yaparken. Yüzündeki huzur ifadesini saklayamıyorsun. Yemiyorum yani.^^ Hala kendinle savaş halinde olsan da zafer yakındır. Ne de olsa görünen dağın ırağı olmaz.^^

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER