Kiralık Aşk: Aşk bir delilik halidir

Kiralık Aşk: Aşk bir delilik halidir
"Delirmek bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir.”
-Philip K. Dick
 
Delirdin mi sahi? Başardılar mı bunu sonunda? Seni de kaybettik demek diğerleri gibi. Bir gün onca kalabılığın ortasındaki yalnızlığınla, onca yalandan, onca kaosun ortasında kaybolup giderken bunun olacağını biliyorduk aslında. Ama bazen beklediğimiz sonlar bile bizi şaşırtmayı başarabiliyorlar.
 
Uzun bir süre bu karşılaşmayı beklemekle geçti koca bir yaz. Ne haldeydin, ne kadar kırılmış, daha ne kadar olduğundan yalnız kalmıştın diye merak içinde. En çok kime kırılmıştın? "Hayatımın aşkını buldum" dediğin Defneye mi? En yakın arkadaşın Sinan'a mı? Yoksa böyle bir şeyin altından dahi kalkamayacağını düşündüğün Koray'a mı? Neriman bile kendi ağzıyla söylemişti ona güvenmeyeceğini, ama kabul et sen bile tahmin edemezdin bu kadarını yapabiliceğini.

Beni üzense seni bu çirkin oyununun hengamesinde dedenle yüzleşmeye zorlamaları olmuştu. Uğruna oyunlar oynanan köşkün bahçe kapısından girerken, sen hala o kalbi kırık küçük bir erkek çocuğuydun. Annesinin göz yaşlarına şahit olan ve o göz yaşların sebebini bilirken dahi bir şey yapamadığından çaresizce öfkesiyle onca yıl başbaşa kalan o küçük Ömer. Anneni kaybettiğinden beri belki de ilk defa bir aileye sahip olduğunu düşündüğün anda o kötü sürprizle karşılaşmıştın. Dedenin düşüncesizce "acını bir kenara koy, beni de affet" demesiyle, annene ihanet ettiğini düşünüp, yaramazlık yapan suçlu bir çocuk edasında koşa koşa oradan kaçmak isteğini görmüştük. Bu suçluluk duygusu birçok kez yaşadığın bir duygu olacaktı, henüz bilmiyordun.


Kime daha çok kızgın, kırgındın sahi? Onlara mı, yoksa kendine mi?
 
Sen ki yalan sevmem demiştin, şirketin bilmem kaçıncı kez batmak üzereyken bile rakibin olmuş olan Defne'nin çizimlerine bakmayı red etmiş, hep doğru bir insan olmayı savunmuştun. Annen sana böylesini öğütlemişti çünkü ve senin için annenin sözü kutsaldı. Aslında senin hikayenin de en güzel yanı annenle olan bu ilişkinden geçiyor biraz. Erkek çocuklarını büyüten anneler keşke Emine İplikçi gibi olsalar. Yeryüzündeki birçok şiddet, cehalet, kültürel ve adabı muaşaret gibi sorunları çözmüş olurduk. Annen ölürken hayata tutunman için aşktan bahsetmişti sana. Evlendiğin gün ona koşup bu sözünü hatırlatmıştın.. Sanki yalanları öğrenip kendi yaşamına devam edebilmen için bir öngörüydü bu.
 
Seni Neriman'ın anlattığı ilk anı hatırlıyorum, seni ilk tanımaya başladığımız zamanları. "Mükemmel bir erkek varsa sanırım bu Ömer İplikçi olmalı" demiştim. İnsan hayatta bunca kusur ve sorunun arasında bazen böyle kusursuz şeylere ihtiyaç duyuyor. Bir yerlerde böyle adaletli, iyi ve doğruları zorla yapanlara inat, doğruyu kendi iradeleriyle seçenlerin var olduğunu bilmek hoşuna gidiyor. Sinan bile “Senin iyi biri olduğunu” ve “kıskanılacak kadar dürüst” oluşundan bahsediyordu Defne'ye. Sanki günah çıkartıyordu  kendince oyun ilk başladığında. Aslında herkes biliyordu bu gerçeği, ve ilk Necmi olacaktı bunu kabul edip senin aslında bunları hiç hak etmediğini söyleyecek olan. Ancak bunları konuşmak için bir hayli geç sanırım..
 
Senin yine aşk acısı çektiğin zamanların birinde (ki bir hayli fazladır sayıca), İz, Necmi ve Sinan senin serseri zamanlarından da bahsetmişti. Ara ara o duvarlarının ardından görünürdü bu yanın. Şükrü abiyle bir olup Defne'ye takıldığın muzur zamanlardan, graffiti yapacak kadar kanunsuz olmaya kadar. Aslında sen öyle dolu dolu bir insandın ki seni sahiden gerçekten tanıyan yoktu. Aşık olduğunda Sinan anlamamıştı bile ya da gözümde öyle bencil bir insan ki anlamamazlığa vurmuştu. Defne ise çizimlerini Tranba'ya sattığında senin yüzündeki maskeyi ayrılığınızın ardından iyi olmana yormuştu! Halbuki herkesten önce onun görmesi gerekirdi ardında duran o acı tebessümü. Dedim ya, seni aslında hiç kimse tanıyamamıştı, bundandı bu yaşadıklarının bedeli.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER