Yüksek Sosyete: Bitti demek bu kadar kolay mı?

İkisi de ‘anne’siz kalmışlar çocuk yaşlarında, kanatları kırık devam etmiş hayatlarına… Bu nedenle ikisi de yaralı oldukları gibi benzer korkulara sahip: sevdiğini kaybetme korkusu… Mert’in ailesi de Ece’nin annesi gibi bir gece eve gelmemiş. Her ne kadar Mert’in hayatı bir istediği iki edilmemiş boşluğu hissetmesin diye kolaylaştırılmışsa da, onun kalbi de aynı Ece gibi sevdiklerini kaybetme korkusu ile dolmuş, ikinci bir kayıp daha yaşamamak adına, anlık yaşayıp gerçek duygularına gem vurmuş. Çok doğru: ‘Bir dal aynı yerinden iki kere kırılmaz.’

Belki Mert’in annesi geri gelemeyecek ama Ece’nin annesi bu ilişkinin devam etmesi kilidini açacak tek anahtar… Yıllar önce çocuklarını tatile götürmek için kolundaki tek bileziği satan bir anne tanıdım, tatilin ardından çektiği zorluklara niceleri eklendi o bileziğin hızlıca çözeceği belki ama o tatil anısı diğer kötü anıların yanında hep daha önde oldu ailenin annesi göçüp gittikten sonra… Bu nedenle anlayabiliyorum Ece’nin annesini. Hep ‘mutlu anılar’ bırakabilmek için çabalamamış, gerisini düşünmeden. Bu nedenle Ece elindeki fotoğrafa baktığında “Hayatımın en mutlu günlerinden biri.” cümlesini kurabiliyor… Mert fotoğrafı cebine koyduğunda ‘Hadi, Mert! Sen halledersin, Ece ile annesini kavuşturabilirsin.’ dedim, yanılmadım. Bir saatte sokak lambası diktiren Mert Çalhan sözümü dinleyip dedektif ordusunu kayıp annenin bulunmasına yönlendirdi yönlendirmesine de tek çekincem bu araştırmanın Bedia Çalhan’dan gizli yürütülmesi gerektiğini söylemeyi unuttu.

Zuhal Olcay… Her sahnede devleşiyor, hangi birini sayalım? Sevgiyi, umudu, kızgınlığı, çaresizliği öyle güzel aktarıyor ki… Pişmanlıkları arasında sıkışıp kalma halini de, gözlerinin aşk ile parıldadığı halini de pek seviyorum, ama Süreyya Koran’ın ‘atarlı hali’ bir başka oluyor. Metin diye çığlık atarak eve dalması, avına saldıracak panter gibi ilerlemesi ve ardından izleyicinin bile acısını hissettiği o güçlü tokat… Metin’in kapının önüne konulması ile içimizin yağları eridi değil mi?  “Def-ol” Metin… Cehennemin dibine kadar yolun var…

İkinci “Bitti.” de Metin’den Işıl’a geldi… Ama yüksek sosyete kuralları ağlarını sarmış bile, kurtulmak kolay mı?  En iyisi Metin’e kendi ektiklerini biçtiği cehenneminde Türk dizi tarihinin görüp göreceği en haddini bilmez metresi olan Işıl ile mutluluklar dileyerek Süreyya Cansu ilişkisine bakalım; doğru ki Süreyya bugüne kadar annelik yapmadı Cansu’ya; bırak annelik yapmayı, küçük bir böcek gibi ezdi geçti her davranışı ile, nice psikolojik baskılar yaptı. Ama bu acılı gününde Cansu’nun yanında olmasını isteyerek ‘Gitme.’ dedi, kendi için kocaman bir adım attı Süreyya, huzurlu bir gelecek için kocaman bir adım… (Cansu’nun bu özel duygularını Kerem ile paylaşmasındaki kendi hakkında verdiği bilgi kırıntısında aldığı ilk yorum “Sağ ol Cansu, lütfettin” oldu ama hak etmedi diyemeyiz, değil mi?)

Kerem yanlış ipuçları peşinde Cansu’nun ailesi hakkında yanlış bilgiler edindi ya: “Dayakçı aile, her ay ev değiştirme zorunluğu, töre kuralları..." O kahroldukça Cansu ve ailesi için bizler de ekran karşısında onun için kahrolmadık mı? Mert’ten onu biraz olsun gerçeğe yönlendirmesini beklerdim. Gerçi hakkını yememek gerek, Ece’den sonra büyüdüğü olgunlaştığını hissettiğimiz konuşmasında biraz olsun açıklama yapmaya çalıştı.

“Metin Koran, senden boşanıyorum”

İade-i ziyarete dair de birkaç şey yazmak gerekir. Süreyya’nın en acılı halinde bile gösterebildiği tutum ile Işıl’ın basitliğini karşılaştırabildiğimiz güzellikle yazılmış bir sahne oldu. Hele Süreyya’nın Işıl’ı susturması, Metin’e tavsiyesi ‘Bu kadının fazla zekâsı yok, yanında kalacaksa geliştir onu.’ önerisi hedefi tam yerinden vurdur. Boşanma haberini verdiği anda Süreyya’nın asaleti, Metin’in yüzündeki şok ve saftrik Işıl’ın sevinci izlenmeye değerdi. 


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER