Yazı yazmak için açık hava bir mekân düşünürken, bir anda rotamı çocukluk anılarımın en çok olduğu yerlerden biri olan, Kültürpark’a çevirdiğimi fark ettim. Çocukken her hafta sonu mutlaka ailece buraya gelir, lunaparktaki oyuncaklar arasında mutlulukla koşuşturur ve her birine keyifle binerdim. Birçoğunun tutkunuydum, ama çarpışan otoların yeri ayrıydı. Ona doyamaz ve bu yüzden de her defasında birden fazla binerdim. O küçük arabaların içinde diğerlerine çarpmamak için direksiyon kıvırırken, arkadan başka birinin bana çarpmasıyla kahkahalara boğulur, bazen de bir sürü arabanın arasında sıkışmanın çaresizliği ile ileri geri manevralar yapar dururdum. Çocukken neşeli anlar yaşatan bu oyuncak, şimdi anladım ki aslında hayatın ta kendisiymiş. Bazen kahkaha, bazen heyecan, bazen sıkışıklık, bazen de çaresizlik…
Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler ve diziler hayatın içinden tatlar sunar bize. İşte bizim dizimiz Kiralık Aşk da yukarıda belirttiğim gibi, çarpışan oto tadında aslında. Hem bize yaşattığı duygular, hem de kahramanlarımızın yaşadığı duygular açısından. Hele sezon finalinde kaldığımız yeri düşünürsek, hepimizin heyecanı ve merakı tavandı zaten. Özlemden bahsetmiyorum bile, o her daim zirve.
Defne Topal ve Ömer İplikçi… Başlarına gelen aşkla bizi serseme çeviren iki genç insan. Tam da hayat yolunda beraber yürümeye söz verecekleri yere varmak üzereyken, çok kritik anda bıraktık onları. Koca bir yaz kafamızda her türlü ihtimal, her türlü senaryoyu döndürerek. "Ömer oyunu biliyor… Yok, yok bilmiyor… Affedecek… Yok, yok Ömer bu, kestirip atacak... Evlendiler… Hayır evlenmediler…" Bütün bunların cevaplarını öğrenmek için, KA severler olarak cuma akşamı geçtik ekran karşısına. Meğer nasıl özlemişiz, nasıl… Tarifi yok. Hani çok sevdiğin birini beklerken geç geldiği için kızmaya, habersiz bıraktığı için hesap sormaya hazırlanırsın, ama onu gördüğün anda aslında hiçbir şeyin önemi olmadığını ve sadece önemli olanın onun varlığı olduğunu anlarsın ya, dizi başladığında bende uyanan his tam da buydu. O yüzden ben de İplikçi tarzıyla diyorum ki; yeni sezon mu? Yuvarla gelsin!
Aşk; insanın var olduğundan beri kafa yorduğu, ciltler dolusu kitaplar yazdığı, sayısız filmler yaptığı ama çözüp çözemediği hala sır olan o muamma... Esip gürlese de, kasıp kavursa da, omurgayı un ufak etse de, aşk tam bir hizmetkâr aslında. Nasıl mı? Birine tutsak ederken insanı, kendinde özgürleştirir de ondan. Sınırlarından kurtararak, kontrolsüzleştirir de ondan. Neyi neden yaptığını bildiğini zanneden insanı, neyi neden yaptığını anlayamaz hale getirir de ondan. Sınırsızdır, aşkındır orada duygular. Hem uçurur, hem süründürür. Hem çocuklaştırır, hem olgunlaştırır. Hem yaralar, hem sarar. Hem acıtır, hem keyiflendirir. Uçtan uca sürüklerken, kaptan kaba boşaltır, yanında bir de diyar diyar dolaştırır.
Tam da bir yıldır tanık olduğumuz Defne ve Ömer’in aşkı gibi. Çok farklı yaşamın içinden çıkıp aynı kalpte birleşen, engelli koşunun iki atleti onlar. Kim geçti, kim kaldı henüz bizde bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, ayrılsalar da birbirlerinin yörüngelerinden çıkamamaları. Kısaca Defne di Ömer… Ömer di Defne…
Yazı devam ediyor..