Yaşadığımız yerdeki en büyük
problemlerden biri, herkesin her şeyi adından bile iyi bilmesi. Hepimiz siyaset
bilimci, hepimiz teknik direktör, hepimiz edebiyatçı, hepimiz müzisyen, hepimiz
oyuncu, hepimiz beslenme uzmanı, hepimiz operatör doktoruz. Saçını kestirirken kuaförle
dünyayı kurtarmak naifliğinde başlayıp, yakıcı bir öfkeye kadar gidebiliyor bu
hal. ‘Ben en iyisini bildiğime göre, sen benle aynı fikirde değilsen elbette
ölmelisin.’ altyazılarıyla gezen bir kalabalığın içinde hayatta kalma savaşı
yaşadığımız. Twitter bile iki şaka üç espri görüp çıkacağımız bir yerken, her
seferinde yara bere içinde kaldığımız bir ortam haline geldi. Baktığımızın
ötesi hiç yok aklımızda, ‘Ya öyle değilse?’
demeyeli yıllar olmuş. Sözde önümüz arkamız sağımız solumuz iletişim ama
kimsenin birbirinden haberi yok. ‘Kardeşin duymaz, eloğlu duyar’ ne demekmiş
öğreniyoruz.
Bütün bu kargaşa ve toz duman
içinde ciğerlerimize çekebileceğimiz bir miktar taze hava 12 Angry Men ile 1957’den
doğru gelebilir belki. Babasını öldürmek suçuyla idama mahkûm edilmiş 18
yaşında bir çocuğun gerçekten suçlu olup olmadığına karar vermek için bir odaya
toplanmış 12 kişilik bir jürinin öyküsünü anlatan siyah beyaz film, etkileyici
olmak için çılgın efektlere ve türlü numaralara ihtiyaç olmadığının dev bir
ispatı adeta. Filmin başında o çocuğun katil olduğuna emin 11 ve bundan şüphesi
olan 1 adam varken, filmin sonunda o şüphenin büyüyüp bir çocuğu elektrikli
sandalyeden kurtarmasına şahit oluyoruz. Kararlı tek bir insanın bile neler
yapabileceğini, haklı olmak için illa seslerin yükselmesinin, öfkelerde
boğulmanın gerekli olmadığını görüyoruz. Şüphenin bir öcü olmadığını, aklın ve
mantığın ne kadar kıymetli olduğunu izliyoruz. İzlemediyseniz acele izlemenizi,
izlediyseniz bir tur daha dönmenizi tavsiye ederim, inanın çok iyi gelecek. İyi
seyirler dilerim.