Pazartesi akşamı (27 Ekim)
galası yapılan, Çağan Irmak imzalı Unutursam
Fısılda filmi dün (29 Ekim) görücüye çıktı. Film, ulusal anlam ve değeri
büyük olan bir güne armağan gibi geldi. Başta Çağan Irmak, Gökhan Tiryaki,
Hümeyra, Işıl Yücesoy, Farah Zeynep Abdullah, Mehmet Günsür, Kerem Bürsin,
Gözde Çığacı ve parmağı değen herkesin emeğine sağlık (Romeo’yu buradan
öperim). İzleyenlere şiir ile müziğin harikulade uyumunu sundukları için de
ayrıca teşekkür ederim.
Seansa yetişebilmek için
evden çıktığımda aşırı soğuk ve yağışlı bir hava ile karşı karşıyaydım. (Film,
bereketiyle geldi.) Gişeye geldiğimizde ise abartısız 20 dakika bekledik. Bu
sırada diğer sinemaseverlere gözüm kaydı. İç sesim sürekli olarak “Acaba hangi
filme gidecekler? Neyi seçecekler? Salon dolmadan bileti alabilsek iyi olurdu.”
gibi hararetli düşüncelerle meşguldü. Gördüğüm kadarıyla – çocuklu ebeveynler
haricinde – önümdeki çoğu kişi biletini Unutursam
Fısılda’ya kestirdi. Salona girdiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşı
karşıyaydık (Recep İvedik filmleri haricinde, hiçbirine gitmediğimi belirtmek
isterim, en son bu kalabalığı Issız Adam ve Anadolu Kartalları’nda görmüştüm).
Bütün koltuklar satılmıştı. Koltuklarımıza yerleştikten sonra telefon elimde
dakikaları saydım. Tam olarak 27 dakika sonra film başladı. Ben dâhil salondaki
herkes sıkıldı. Buradan Cinemaximum Sinemaları'nın kulaklarını çınlatmak isterim...
Filmin daha ilk dakikasında “Evet,
Çağan Irmak filmine geldim.” dedim. Hikâyede keşfedilme, var olabilme ve hesaplaşmalara tanık olduk. Pişmanlığın, karşılıksız
-yarım kalmış ve hiç yaşanamamış aşkları tattık. Kendimi yer yer, Emel Sayın, Filiz Akın, Türkan Şoray'ın olduğu bir yeşilçam filmi izliyormuş gibi hissederken
yakaladım. Bazen filmden bir karakterdim, bazen de sokaktan geçen 161.
kişiydim. Ayperi’nin mutluluğu benim mutluluğum, kederi ve çaresizliği ise
benim keder ve çaresizliğim oldu. Kâh salondakilerle güldük, kâh ağladık.
İçime en çok dokunan ise filme adını veren o kavram yani unut(ul)mak oldu. Nelere mâl
olabileceğini çok iyi biliyorum. Her an bir umutla gözünün içine bakıyorsun ama o,
hep geçmişte. Sürekli yaptıkları ve yapamadıklarıyla hesaplaşıyor. Son
nefesini verirken dünya ile olan hesabını kapatıyor mu? Bilmiyorum. Çünkü verilecek çok
hesabı var. Geçmiş, hatalarına beddua gibi geliyor. Gözümdeki
yaşın bir sebebi de budur. Ayperiler içimizde hep var. Bazen şarkı söyler, bazen
de müzik dinler. Ama hep vardır. Bekli de unutmak denen şeyi genlerimizde taşıyoruzdur. Bilemeyiz
ki…
Oyunculuk performansı olarak Hümeyra, Işıl Yücesoy ve Farah Zeynep Abdullah'dan etkilendim. Müzikler, Farah Zeynep Abdullah’ın sesi ve danslarını izlerken uzaklara gittim.. Farah Zeynep'in bu filmden
sonra ünü daha da alır, yürür. Beyazperde'de gerçek bir yıldız gibi parlıyor. Ayperi karakterini
su gibi içmiş. Hayranları üzerime saldırmayacaksa –ki ben de severim-,
Kerem Bürsin’in performansını izlerken ikinci yarının son çeyreğine kadar tatmin
olmadım. İçinde Kerem Sayer’den kırıntılar duran Erhan, benim için, olmadı.
Mehmet Günsür’ün çıkışları çok iyiydi. Hele bir sahnesi var ki içimi titretti...
Sanat ve kostümü ayrıca
tebrik etmek isterim. Bir mecmua koleksiyoncusu olarak baskılar gözüme
çarpmadı değil. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Fakat mekânlar
hakkında bir çift sözüm olacak. Ayperi ev olarak kullanılan mekân, daha önce Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde Aylin-Soner ev olarak kullanılmıştı. Aynı oyuncuyu, aynı mekânda, farklı bir işte
görmek mekâna olan inandırıcı-lığımı kaybetmemi sağladı. Bunun dışında zaman
nasıl geçti anlamadım. Tekrar tekrar izleyip, bu sıcacık hikâyeyi yaşamak isterim.
( Filme giderken yanınıza
muhakkak mendil alın. Zira ben almadığıma pişmanım.)