Drive, Valhalla Rising ve Only God Forgives ile tanıyıp sevdiğimiz Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn, bu yılki Cannes Film Festivali’nde görücüye çıkan ve bir hayli tartışma yaratan filmi The Neon Demon / Neon Şeytan ile nihayet ülkemiz sinemalarına konuk oluyor. Kışkırtıcı, vahşi ve zorlayıcı Neon Şeytan, sebep olduğu tartışmaların hakkını veren sarsıcı bir film.
Kanla yıkanıp kutsanan güzellik
Los Angeles’e ünlü bir model olma hayaliyle gelen Jesse’nin hikâyesini izliyoruz Neon Şeytan’da henüz 16 yaşında olan Jesse ürkek bir ceylan gibi. Bir yandan da güzelliğinin ve bu güzelliği nasıl kullanabileceğinin farkında. İyi bir modellik ajansıyla sözleşme imzalayıp şansı yaver gidince kendini istediği yerde bulabileceğini anlayan Jesse film boyunca yaşı hakkında yalan söylemekten tutun da kendine yardım eli ve sevgisini sunan erkek arkadaşını yüz üstü bırakmak da dâhil olmak üzere birçok değişim geçiriyor. Tam ortasına düştüğü modeller dünyasında bir makyöz iki de hemcins rakip edinen Jesse, muhteşem ve el değmemiş güzelliğiyle basamakları hızlı tırmanacağını düşünürken hem etrafındaki hem de kendi içindeki şeytanlarla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Elle Faning göz kamaştırıyor
Gerek Hollywood’un gerekse Yeşilçam’ın defalarca ele aldığı bir konu var karşımızda: Yıldız olma hayalleriyle yola çıkan genç kadının yükselişi ve ardından gelen sert düşüş. Dışarıdan bakan gözler için son derece çekici görünen parıltılı hayatlar ve gözümüzü alan neon ışıkların hangi karanlıkları örttüğü, daha doğrusu o karanlıkların genç kurbanların üzerine nasıl örtüldüğü daha önce sayısız senaryoda karşımıza çıkmıştı. Neon Şeytan’ı senaryo açısından ele bu şekilde almak gerekiyor. Filmin metin anlamında söylediği yeni bir şey yok. İyi yazılmış diyaloglardan, zekice twistlerden de bahsedemeyiz belki. Oysa Neon Şeytan bu handikapına rağmen etkileyici bir seyirlik. Bunun iki sebebi olduğunu düşünüyorum. İlki elbette son derece etkileyici görselliği, oyuncu yönetimi, özenle seçilmiş ve kurgulanmış atmosferi. Yönetmen Winding Refn, seyirciyi rahatsız etmesi kuvvetle muhtemel bir renk ve ses bombardımanı yaratıyor adeta. Tüm güzelliği ve doğallığıyla perdede parlayan Jesse’yi parlak kumaşlara sarıp, altın yaldızlı boyalara bulayıp, neon ışıklarla donatılmış podyumlarda yürütüp seyircinin gözüne sokuyor. Jesse’yi canlandıran Elle Faning’in de yaşının henüz 18 olması, çocuk yıldızlıktan daha henüz sıyrılmış olmasının etkisiyle olmuş olsa gerek filmin içerdiği erotizm dozunun yüksekliği çıplaklıktan kaynaklı değil. Kamerasını başrol oyuncusunun arzu nesnesine dönüşen vücudunda gezdirirken son derece dikkatli davranan yönetmen filmin alt metnine yerleştirdiği cinsellik, rekabet ve şiddetle sağlıyor bu erotizmi. Jesse’ye sahip çıkma heveslisiymiş gibi görünen ancak onu çok arzulayan makyöz Ruby, onu defilesinin yıldızı yaparken saklamakta zorlandığı hayvani hevesini yutkunmakla yetinen ünlü modacı, kenar mahalledeki motelinde Jesse gibi kızları barındıran tecavüzcü motel sahibi, Jesse’yi ölesiye kıskanan ondan yaşça büyük iki model; hepsi bir şekilde onu ve sahip olduğu masum güzelliği kullanmak, özümsemek, zarar vermek ve yok etmek derdindeler. Burada hemen bir parantez açıp bu tablodaki en masumların erkek karakterler olduğunun altını çizelim. Kadın kadının kurdudur gibi bir yere bağlamak doğru değil elbette bu söylediğimizi. Ancak bu, erkeklerin yönetir gibi göründüğü ama kadınların her şeyiyle en büyük parçası olduğu bir dünya ve birbirinin yaşam alanını yok edenler kadınlar. Tam da burada filmi özel kılan ikinci sebebe geliyoruz. Neon Şeytan’ı geçmişte izlediğimiz örneklerden daha etkileyici kılan ikinci sebep basit aslında: İçinde yaşadığımız çağ. Güzellik kavramı hiç bu kadar içi boşaltılarak, hiç bu kadar acımasız ve keskin çizgilere hapsolarak var olmamıştır desek çok da abarmış olmayız herhalde. Sıradan kadınların bile kendini manken gibi görünmek zorunda hissettiği, en ufak kusurlarımızın bile etrafımızdaki herkes tarafından gözümüze sokulduğu, çoksesliliğe açık gibi görünen ancak hepimizi tektipleştirmeye çalışan bir çağın esiriyiz. “İç güzellik her şeyden önce gelir.” Şiarının çoktan yok olduğu, dışını güzelleştirme çabalarının içini kirlettiğini bile bile bundan vazgeçemeyen imaj kurbanlarıyız. “Güzellik her şey demek değil. Güzellik tek gerçek şey.” diyor Neon Şeytan filmi bir sahnede. Öyle ki 20 yaşına gelen modellerin emekli olması uygun görülüyor, daha genç ve güzel kalmak için çok acılı operasyonlar geçiriyor kadınlar. Bütün bunlarsa yetmiyor. Bir yeniyetme gelip bu kadar uğraştığınız, uğruna her şeyi feda ettiğiniz kariyerinizi elinizden alabiliyor. Rekabet çok acımasız artık, hatta boyutları ölümcül. Nicolas Winding Refn bu gerçeği görüp en can alıcı yerinden sarıldığı için etkileyici bir filme dönüştürmüş Neon Şeytan’ı. Hadi canım bu kadar da olmaz diye düşüneceğimiz, finalini az çok tahmin ettiğimiz ama yine de şaşırdığımız hikâyesi aslında uzaktan görüp, izlediğimiz bu dünyanın gerçeğine tahmin ettiğimizden daha yakın. Zayıflamak uğruna hastalanan, geçirdiği estetik operasyonlar yüzünden hayatını kaybeden, yeterince güzel bulunmadığı için bunalıma sürüklenen ve intihar eden kadınların öyküleri kaç kez çalındı kulaklarınıza bir düşünün. Bu sert gerçekliği oldukça sert ve soğuk bir çıplaklıkla anlatıyor Neon Şeytan. Üstelik bizi ilkel insanlar olduğumuz günlere taşıyan, cadılık, insan kurban etme, yamyamlık gibi ritüellerle baş başa bırakıyor, kullandığı imgelerle, metaforlarla özümüzdeki çirkinliği gösteriyor.

Parlak kumaşlara sarılmış Barbie bebekler
İzlemesi zor bir film Neon Şeytan. Güzellik denen şey uğruna ölmeye ya da öldürmeye değer mi diye soruyor. Bunu yaparken de gözlerimizi yoracak kadar zorluyor bizi görsel olarak. Kullanılan müzikler çok etkileyici, ancak çoğu zaman kulaklarımız tırmalayacak kadar yüksek. Bunların hepsi bilinçli yönetmen tercihleri. Neon Şeytan bağıran bir film kısaca. Ve tüm bu gürültünün arasında söylemek istediği şeyi tam olarak aktaramadığını düşünebiliriz. Aslında büyük ihtimalle verilecek çok önemli bir mesajı da yok. Bir dünyayı anlatıyor, o dünya hakkında bir yargıya varmıyor. “Ben böyle görüyorum, size de böyle gösteriyorum.” diyor en basit tarifle. Estetik kaygıları, stilize olma çabaları, öykündüğü David Lynch ya da Dario Argento filmleri daha önemli belli ki yönetmen için. Neon Şeytan bir biçim filmi; tıpkı anlattığı hikâyedeki gibi görüntüsü içindekinden önemli, ambalajı çok parlak çünkü bu şekilde satılması çok daha kolay. Bunu bir zafiyet değil de hikâyesiyle kurduğu paralellik için yapılmış bilinçli bir tercih olarak düşünmek filmi daha tutarlı kılabilir. İlla sinema perdesinde izlenmeyi hak eden bu zorlayıcı ama büyüleyici görsel şöleni kaçırmayın deriz. İyi seyirler.