-- Dikkat spoiler içeriyor olabilir--
Bir mucize eseri
yıllardır konuşulan hayal gerçek oluyor. The
Comeback yeni sezonuyla 9 Kasım’da HBO’ya geri dönüyor. Ben de bu müthiş
olayın şerefine yıllar sonra ilk sezonu bir kere daha izleyip yazmak istedim. 10 yıl önce artık
kült statüsüne erişmiş efsane komedi The
Comeback başladığında herkesin beklentisi çok yüksekti. Friends’in tartışmasız en iyi oyuncusu,
-ki bence tüm zamanların en iyi komedi oyuncularındandır- Lisa Kudrow
yeni bir projedeydi ve dizi kalitenin diğer adı olan HBO’da yayınlanacaktı. The Comeback beklendiği üzere dahice yazılmış ve oynanmış bir yapımdı. Fakat izlenme
oranları beklendiği gibi olmayınca yayından kaldırıldı. Ta ki sektör büyük
yatırımlar yapmadan içerik üretmeyi öğrenene ve televizyon dünyası dijital
çağda tamamen değişene kadar...
The Comeback eski popülerliğini yitirmiş, Hollywood
standartlarına göre “yaşlı” bir oyuncu olan Valerie Cherish’in yeni dizisiyle
eş zamanlı çekilecek kendi realite programıyla tekrar gündeme gelmeye
çalışmasını anlatıyor. Valerie tam anlamıyla bir 90’lar sit-com yıldızı.
Kendine has söylemlerinden tutun hareketlerine, esprilerinden tutun görüntüsüne
kadar ona popülerlik kazandıran karakteri gerçek hayatına sindirmiş ve bunun
ünlü kalmasına yeteceğini ummuş bir kadın. Ve tıpkı tozpembe sit-com
dünyalarında olduğu gibi etrafına ve insanların hakkında düşündüklerine kör
biri. Her odaya hiç bitmeyen bir neşe barındıran üç merhabayı arka arkaya dizerek
giriyor. Dizinin büyük bir kısmında Valerie’ye acıyıp onun için ağlamak ile ona
kahkahalarla gülmek arasında gidip geliyorsunuz. İşin vurucu tarafı, Valerie
tüm yapmacıklığıyla o kadar “gerçek” bir karakter ki; ağlasınız da, gülseniz de
günün sonunda kendinizi izlediklerinizden rahatsız olmuş bir halde
buluyorsunuz.
Dizinin en
keyifli anları Valerie’nin suratına çarpan tokatlarla mücadele edip acısını
çaktırmamaya çalıştığı anlar. Ki işbu anlar dizide istemediğiniz kadar çok
sayıdalar. En basitinden, popülerliğini 97 bölümlük I’m It dizisine borçlu olan Valerie için bu durum bile bir darbe
aslında. Düşünsenize, diziniz dalya diyemeden bitirilmiş, kanal size üç bölümcük
daha katlanamamış.
Valerie, yüzünden sahte gülümsemesini asla eksik etmiyor.
Valerie lüks bir
evde kocası (ki ona Mark Whalberg’in lakabı olan Marky Mark diye sesleniyor,
sanki çok benziyorlarmış gibi…), zaman zaman onları ziyarete gelen üvey kızı, elbette
ki İspanyol olan hizmetçisi ve başarısını temsil eden pek kıymetli People’s Choice ödülüyle birlikte
yaşıyor. Bir realite ekibi gelip o
güzelim eve kameralarını kuruyor ve Valerie’nin ekran macerası yeniden
başlıyor. Konsepti bir türlü kavrayamayan, herkese doğal olmayı öğütlerken bir
türlü kendisi olamayan Valerie “gerçek” anlar yaşayacağı zamanlarda sıklıkla kameralara
durmalarını emrediyor; ancak azılı düşmanı, programın yapımcısı Jane onun
“kayıt dışı” olduğu anlardan eti bol malzemeler çıkarmayı çok iyi biliyor.
Dizinin eğlencesi de buradan geliyor. Kurgulanmamış bir gerçekliği
izliyorsunuz.
Bu kurgulanmamış
gerçeklik Valerie ile başka hiçbir hesaplı kitaplı karakterle kuramayacağınız
bir bağ kurmanıza yol açıyor. Dizinin izlenmemesinin asıl sebebinin de bu
olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir karakteri bu kadar çıplak görmek çok korkutucu
bir durum. Biz kendimize aynada o kadar çıplak bakamazken, Valerie’nin başına
gelenler ve kalp kırıklıklarının sesi gümbür gümbür duyulurken takındığı
maskeler canımızı haddinden fazla acıtıyor. Evet, bir komedi dizisinden
bahsettiğimin farkındayım. Efsane olmak için sınırları aşmak ve kendi
kurallarını yazmak gerekmez mi? The
Comeback tüm saydıklarımla bunu yapıyor işte.
Emmy
kazanabilecek kadar iyi bir oyuncu olmayan, ancak popülerliğin yeteneğin önüne
geçtiği ödül töreni People’s Choice’tan
ödül kapan Valerie her zamanki sorunların etrafından dolanma becerisiyle
elindeki ödülü diğer hepsinden daha kıymetli göstermeye çalışmaktan geri
kalmayan biri. Sonuçta insanların seçerek ve beğenerek verdiği bir ödülden daha
kıymetli ne olabilir ki? Ayrıca özellikle 90’larda ünlü olmanın kıstası olan The Tonight Show’a konuk olabilmenin de
hayatında çok önemli bir yeri var. Jay Leno’nun şovunda klasik bir ana imza
attığının inancıyla hayatına devam eden Valerie için aynı başarıyı tekrarlamak,
geri dönüşünü tamamladığının tek kanıtı olacağından sezon boyunca gözümüz hep
dağın zirvesinde, yani Jay Leno’nun çenesinde. İlk bölümün sonunda “ün duvarı”
tıpkı kariyeri gibi yerle bir olan Valerie’yi sezon boyunca onu yeniden inşa etmeye
uğraşırken izliyoruz.
Valerie kamerada
ancak etrafındaki insanlar kadar iyi görünebileceğinin bilincinde bir kadın.
Dolayısıyla realite şovunda yanına kim gelse onu kameraya satmaya çalışan bir
pazarlamacı gibi davranıyor. Kocasını pohpohluyor, ona köpek gibi davranan
birine karşı tepki vermiyor, herkesi çok seviyor ve onların müthiş insanlar
olduğunu söyleyip duruyor. Çünkü “etrafında söylendiği kadar müthiş insanlar
barındırabilen biri en az onlar kadar muhteşem olmalı” algımıza seslenerek
gözümüzde yükselmeye çalışıyor. Genelde etrafındakiler kullanıldıklarının
değişen seviyelerde farkındalar ancak onlar da Valerie’den bir şeyler aldıkları
için bu duruma göz yumuyorlar. Valerie’nin onlara olan ilgisi sadece işe
yaradıkları kadar. Dikkatini başka bir şey çektiğinde “bu konuya biraz mola
verelim,” diyerek karşıdakinin tepkisini beklemeksizin bir sonraki dala
uçuveriyor.
Valerie, sezon boyunca defalarca itinayla küçük düşürülüyor.Bazıları ise
Valerie’nin ne kadar acınası bir durumda olduğunun farkında. İlk bölümde onunla
aynı rol için seçmelere gelen iki aktristin davranışları buna örnek
gösterilebilir. Kameralara mümkün olduğunca dostane gözükmek isteyen Valerie
onlara “Sizin kesinlikle bir ‘geri dönüş’e ihtiyacınız yok,” deyip onların da
kendisine aynı şeyi söylemesini bekliyor; ancak beklediğini alamayınca durumu
kendisi kurtarıyor. “Hiçbirimizin ‘geri dönüş’e ihtiyacı yok, nereye gittik
ki?” Aslında gerçek ortada. Valerie de, onlar da artık toplumun hafızasından
silinmiş “eski” oyuncular ve evet, bir realite şovundan medet umacak kadar
çaresiz haldeler. Bazıları bunu kendine itiraf edemeyip içinde kendisiyle
savaşıp dışarıya çaktırmazken Valerie bu durumun farkında bile değil. O
halinden ve gösterilen ilgiden çok memnun.
Sezon boyunca
Valerie’nin oyunu kurallarına göre oynamayı öğrenmesine şahitlik ediyoruz. Yeni
dizideki rolü aldığındaki sevincini yeterince heyecanlı bulmayan Jane’e “Bu bir
realite programı ve benim realitem bu,” diyen kadın (cevap olarak “Bence
realiten bundan daha heyecanlı olabilir,” cümlesini duyan kadın) gidiyor;
yerine kendi gerçekliğini seyircinin beklentisiyle çakıştırmayı çok iyi bilen
bir profesyonel geliyor. Bir yandan şovun yıldızı olduğu için tüm iplerin
elinde olduğunu zannedip ona göre hareket ederken, bir yandan da aslında
yapımcıların elinde kukla olduğunu bilen biri haline geliyor. “Ben artık yokum,
bunu çekemeyeceğim,” diye sinirlenerek odadan çıkıp yaptığı hatayı saniyeler
içerisinde anlayıp kuyruğunu kıstırarak geri dönen Valerie gerçekleri yavaş
yavaş kavrıyor.
Valerie,
realitenin kurallarını bilmese de sit-com kurallarını çok iyi biliyor.
Yeteneksiz yazarların eline kalmış, pilot bölümü çekilirken ikide bir rolü
değişen, bir karakter yerine sıradan bir tipleme oynaması istenen Valerie
aslında tüm deneyimi ve iyi niyetiyle
Room
and Bored dizisini bir başarı hikayesi haline getirmeye çalışıyor. İlk
bölümde genç ve çıtır kızların ev arkadaşından üst katta yaşayan işsiz güçsüz
ev sahibesi halaya (hala mı, teyze mi yazarlar da bilmiyor gerçi, ama Valerie
ileride daha büyük bir konuk oyuncu ayarlayabilirler diye karakterinin bir hala
olduğuna karar veriyor) dönüştürüldüğünde yeni karakterine tutunma ve onu
anlama çabaları göz yaşartan cinsten. Ancak TV dünyası ona bu fırsatı sunmuyor.
Ya bunu kabul edecek, ya da bu diyardan gidecek. Durum bu. Valerie her şeyin
kontrolünde olmadığını anlıyor, ancak yine de birkaç cephane biriktirmekten
geri kalmıyor. Yeni yıldız Juno’yu yanına çekmek için daha ilk tanıştıkları
andan itibaren ona “bebek kız” diyerek ilişkilerinden kendisini anne olarak
konumlandırıyor ve biraz gerçek, biraz sahte bir kanat germeyle dizinin kamera
arkasında da yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor.
Ünlü oyuncu Valerie Cherish Sassy, Hala rolünde harikalar yaratıyor.
Görüldüğü gibi
Valerie o kadar salak ya da savunmasız değil. Yeri geldiğinde o da boks
eldivenlerini ellerine geçirmeyi biliyor. Yeni sezonun programlarının
tanıtıldığı (America’s Next Porn Star ülkemize
ne zaman uyarlanır acep?) toplantıda adı unutulunca kendini kaybedip sahne
yönetmenine çemkirmesi dizinin Valerie’nin karanlık tarafına açılan ilk kapısı
oluyor. Sonra sezon boyunca kamera karşısında uslu durmaya ve her şeyi içine
atmaya çalışan Valerie yerini sıklıkla gerçek bir kadına bırakıyor. İşte o
anlarda Lisa Kudrow usta oyunculuğuyla bambaşka bir karaktere bürünerek koskoca
Valerie Cherish’in o aşağılamalar karşısında nasıl köşeye kıstırılmış bir kedi
gibi kaldığını ve savaş verdiğini iliklerinize kadar hissettiriyor.
Tüm sezonu uzun
uzun didiklemek isterdim. Ama belki meraklanıp yeni sezon öncesi 13 bölümlük
ilk sezonu izlersiniz diye burada kesmek istiyorum. Karakter analizlerinden
hoşlanıyorsanız, mükemmel bir oyunculuk izlemek istiyorsanız, farklılıklara
açık ve açsanız The Comeback mutlaka
deneyimlenmesi gereken bir “kara” komedi. Valerie’ye kulak vermeyin. Bunu
görmeye ihtiyacınız var!