Poyraz Karayel: Sezon Finaline Bir Kala

Seni görmediğim günler
Karanlıktayım, katran gecelerdeyim
Cehennem misali bir yerdeyim
Bir demir nasıl paslanır, bir elma nasıl çürürse
İşte öyleyim*

Poyraz ve Ayşegül’ü hâlâ çok seven dört kişiden biri olmama rağmen, benim bile ‘öehh’ dediğim zamanlar olabiliyor. Öncelikle, konular öylesine tüketildi ki, dizi her anlamda tekrara düşmeye mahkum oldu. Ayşegül bu sezonda ikinci kez kaçırıldı mesela. Arada başına gelen on bin tane felaketten zaten bahsetmiyorum. Hani birinci sezon finalinden bir önceki bölümde de kaçırılmıştı; ama bizzat Poyraz tarafından. Bir başkaydı yani, sıradan değildi o zaman. Bugünse önce Ufuk, sonra Neşet tarafından kaçırılıyor. Hikayenin devamını da biliyoruz işte, Poyraz gelip kurtarıyor.

Haksızlık etmeyeyim, Poyraz’ın ne kadar ileriye gidebileceğini tahmin edebiliyoruz mesela ama Rus başkonsolosunun oğlunu öldürür mü diye düşünmek de aklımıza gelmiyor bölüm başında. Gidişatın nasıl kötüleştirileceğine karar vermek gerekiyor. Malum Fuat, İhsan, Şevket bunlar hep pert. Neşet’in sonu yaklaşıyor derken ortada antagonist kalmıyor. O da ne? Yoksa her şey yoluna mı girecek derken, dizi üçüncü sezonunda hikayesini devam ettirebilmek için yeni kötüler yaratmak, ayrıca da Poyraz’cım Karayel’in başına devasa dertler açmak zorunda. Yapacak bir şey yok.

Hikayeyi bu haliyle kabul ettim, tamam. Yine de birinci sezon finaline yaklaşırken Poyraz’ın o çaresizliğini kendi derdimmiş gibi haftalar boyu içimde taşımamdan eser yok şu zamanlarda. Belki o zamanlar herkesin Poyraz’ı hain bellemesiyle, hepsinin ona düşman olmasıyla ilgilidir bu durum. Poyraz’ın yalnızlığındandır belki dertlerini o kadar içselleştirişim. Kimse bilmiyor sen aslında ne haldesin; ama üzülme bak ben burdayım, senin yanındayım demeye çalışmamdandır. Bu da kabulüm; fakat bugün o çaresizliği hissedemiyorum ben. Nedense bir yavanlık var ve Poyraz’ın başının bunca dertte oluşuna yeterince üzülemiyorum. Dilerim haftaya içime yeni bir öküz oturtursunuz sevgili Ethem Özışık. Zira tüm eleştirilerime rağmen, bütün yazı yeni sezonu hevesle ve sabırsızlıkla bekleyerek geçirmeyi çok isterim.

 

Rus konsolosluğu meselesine değineyim azıcık. Ya siz şapşik misiniz? Neden ikide bir uluslararası arenada birtakım problemler çıkarmak suretiyle ‘ya savaş çıkar mı acaba?’ diye düşündürüp eğlendiriyorsunuz bizi? Şaka bir yana, İlker Kaleli bir ara ‘Nasıl da düşürdük uçağınızı hehehe’ bakışı attı Rus adamlara. Bunu yazmayacaktım da neyse, arada kaynasın.

(Yazıyı yazmaya başlamadan önce hazırladığım outline’a ‘Uçağımızı düşürdünüz, yetmedi bir de başkonsolosumuzun oğlunu öldürdünüz esprisini yapsam mı acaba…’ yazmışım. Yapmadım sayın.)

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER