Hayatımın Aşkı: Olmadı ama olacak çünkü istiyoruz!

Hayatımın  Klişesi
Ilgaz Gökırmaklı

Pucca’nın yeni yeni kitaplarının çıktığı dönemlerdi. Çevremdeki insanların elinde kitabı görüyordum ancak okurların yorumları iki çeşitti. “Çok güzel, çok samimi” diyenler diğer yandan da “O ne ya öyle, aç klasikleri oku” diye, Tolstoy külliyatını hatim edenlerin pek sevgili yol göstericiler. Çok şükür hem Pucca’yı severek okudum hem de elimden geldiğince her türden kitabı okumaya devam ettim. Neyse, neden mi Pucca’dan girdim? Çünkü Hayatımın Aşkı’nın ilk fragmanını izlediğim zaman “Ay bu resmen Pucca” dedim. Hatta “ben ve  lanetlik sevdiği şeyler arasında bağ kurma huyum” diye söylenerek, paranoya olduğunu düşündüm ama çok şükür tek çılgın ben değilmişim benzer tepkilere rastlayınca rahatladım. İtiraf etmek gerekirse, bu benzerlik bana “kesin izleyeceğim, eğlenceli iş olacak” dedirtti. İşte bu duygularla başladım izlemeye.

Hikaye bu coğrafyada her zaman geçerli. 30 yaşında evlenmemiş kadının, kırmızı alarm verdiği bir toplumda yaşıyoruz! Geçerli olan bir diğer şey ise, bu romantik komedi türünün her zaman izlenilir olması. Şöyle ki, “Sen benden daha iyilerine layıksın” klişesi kadar tanıdık ve bizden. Bir romantik komedide olması gereken neredeyse bütün unsurlara sahip. Hafif saf, genç güzel kadın, yakışıklı ve üzerine baklava serpiştirilmiş iki jön, bu iki jön arasında kalan saftan hallice kadının maceraları, araya giren çatlak aile bireyleri işte, oldu bitti! Lakin tüm bunlardan klişelere düşman olduğum sonucu çıkmıyor, kimseden tutup da uzaya füze fırlatmasını beklemiyorum. İşte bu nedenle yazılan diyaloglar önemli hale geliyor. Hayatımın Aşkı ilk bölümde, diyalogları ile bana kendini izlettirdi mi? Evet, bence başarılı sayılacak şekilde götürdü işi.

Oyuncu kadrosu için “Keşke o olmasaymış” dediğim ya da inanmadığım bir isim olmadı. Özel bir parantez açmak gerekirse Zafer Alagöz içinde olduğu bütün işleri eğlenceli hale getiren biri. Bu hikayede gönül rahatlığı ile “iyi ki” dediğim ilk isim. İkinci “iyi ki” ise Yonca Evcimik için. Yıl olmuş, 2016 ancak ben ara ara Çılgın Bediş’i açıp izliyorum ve değişmeyen tek şey Yonca Evcimik desem? Kendisi ekranda sık sık gördüğümüz ve hep sahip olmak istediğimiz “best  teyzoş” rolü ile karşımızda. Yonca, olarak karşımızda olması da oldukça keyifli. İzlerken ne kadar çok özlediğimi fark ettim, heyo heyoooo! 

Başrollere gelecek olursak, çiftlerin uyumu ile ilgili bir sıkıntım yok, gayet olabilitesi yüksek, yakışan enerjileri bize geçen isimler. Lakin birkaç kelam da Hande Doğandemir için etmek isterim. Bugüne kadar Hande Doğandemir’i izlerken keyif aldım. Canlandırdığı bütün isimlere inandım, onun gözünden bakmaya başladım. Enerjisinin çok yüksek olduğu aşikar.  Ancak Gökçe’yi izledikten bir müddet sonra izlerken yorulmaya başladım. Ben zaten Gökçe’ye inanmıştım fakat bazı anlarda sanki “Bakın ben Gökçe oldum!” diye bağırıyor gibi hissettim. Çok hareketli olmasının verdiği "ne tatlı" duygusu, bir süre sonra zorlama oluyor, hissine dönüştü. Umuyorum ki, sonraki bölümlerde Gökçe’yi daha yakından tanıyacağız, kaynaşacağız ve alışacağız.

Son olarak, sürenin uzunluğundan mıdır, konunun kısır döngüsünden midir bilmem bir müddet sonra kendimi sıkılırken buldum. O nedenle olayların oturması için biraz zaman vererek, “uzun yaz akşamları için elbette gideri var, hatta yürüyüp gider” diyerek noktayı koyuyorum. Bazıları klişe sever diyerek, daha eğlenceli bölümler olmasını dileyerek, haftayı merakla bekliyorum. Herkesin emeğine sağlık, bol şans.
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER