Unutmayalım, damak tatları en az aralarındaki görsel kontrast kadar net olsa da oturup birlikte tarhana içebilecek çiftimiz de, uykularına verdikleri önem bambaşka olsa da beraberce orta yolu bulabilecek çiftimiz de aynı, hala burada ve hiçbir yere gitmiyor.
Gelelim benimle birlikte çoğu izleyici için dünya meselesi haline gelmiş olduğuna inandığım dertlere. Nihan hanım kızım, bak bu şehrin isi pisi, gürültüsü, hormonlu sebzesi yaramaz sizin bebeğinize. Şöyle bir gidin bakalım memleketin el değmemiş –nadir- yerlerine, organik organik büyütün yavrunuzu tamam mı? Yoksa hep birlikte sonumuz felaket! En sonunda hepimiz bir gece sinir krizi geçirip Defne’yle Ömer’den bile beter halde ya tabak çanakla ya tekme tokatla girişeceğiz duvarlarımıza. Defo’nun tatlı hamileliğini, Ömüş’in babalık heyecanını görmek için tutuşan gözlere Nihan’ın şımarıklığını, Serdar’ın dramını reva görmek niye?
Bunun doğurduğu asıl büyük problemse, herkesin beyninde ve de gönlünde kalan yan roller arasında esas karakterlerimizi görmeye çalışma hissi. Önce iğneyi batıralım kendimize, evet bize 120 dakikanın 100’ünde DefÖm verseniz de yetmez ama bu sizin payınıza düşen çuvaldızın büyüklüğünü de azaltmaz gözümde. İşte şimdi sizi anladığımı sanıyorum. Galiba Kiralık Aşk ekibinin sözünü dinlediği büyüğü buldum: Einstein!
O da nereden çıktı derseniz, kendisinin ünlü bir sözü vardır. ‘Hayal gücü bilgiden önemlidir’ der. Şimdi koskoca bilim insanını da karşıma almak gibi olmasın ama böyle yaşamak da pek zor be Aynştayn amca?
Ömer’le Defne’sini official olarak ‘kız arkadaş-erkek arkadaş’ yapan gecenin Koriş’in doğum günü olduğuna eminiz ama aynı gecenin nasıl bittiğinden de yine o kadar bihaberiz. Ömer’in evde yemek yapma alışkanlığı olduğunu biliyoruz, fakat birlikte yaşadıkları o kadar gün boyunca meşhur uzay üssü mutfağa girdiklerini izlemek yerine ancak hayal edebiliyoruz. Kıskanma konusunda bir değil çifte master degree’yle dolaşan Defne’nin elleriyle Ömer’i Fikret’in evine yollarken yüzünün girmiş olabileceği şekilleri de yine sadece tahmin edebiliyoruz. Daha fazla uzatmayayım, ihtimaller Sinyor İplikçi'nin hayal ettiği gibi heyecanlandıracak cinsten değil olsa olsa depresyonlara sürükleyecek kadar çeşitli bizim açımızdan bakıldığında. Resmen kendin yaz-kendin oynat günlere kaldık Yarebbim! Bu acılar gerçekten de ne derin acılar!
Tabii Defne ve Ömer için daha fazla, daha özenli, daha tutarlı sahneler beklerken –başrol olur ya hani kendileri- yine de tedbiri elden bırakmıyorum. Çünkü maalesef onlara layık görülen ve sanki seyrettirmek için değil de saklanmak için varlarmış gibi duran çekim açılarını da (x16) hızla sararken bile sonu gelmeyen slow motionları da içime sindiremiyorum.
Yine atımıza atlayıp gitmişken, son bir şey daha… Madem 2. perde sahneye konmaya başlandı artık, hali hazırda pişmekte olan Defne’nin kime, nerede, ne zaman güvenmesi gerektiğini idrak etmesi fakat asıl önemlisi oyunun paradan ibaret olmadığıyla ve yalanların kendi kendiliğine silinmediğiyle yüzleşmesi en büyük kazancımız olur. Hem bizler hem de pek tabi güven duygusunu kaybetmemek için çabalayan Ömerler için. Yoksa ‘Aşk’la başladığımız –pek de şahane bulduğumuz- Candan Erçetin lezzetimiz yavaş yavaş ‘Sitem’e doğru gider…
Bildiklerimizin hayallerimize boyun eğmediği günleri görme ümidiyle ^.^
NOT:
Gönderme is accepted.
Ömercim, salon serserisi, cool Sinyorum… Bunda anlaşılmayacak bir şey yok hayatım. Yukarıda görmüş olduğun alevli nesne bir miktar Sinan metaforu olup, önce iğneleyici eleştirilere sonra esprili göndermelere alet edilmiş bir garip meyve tabağıdır. Mesajın alındığına dair umutlanıldı -tabii bu sırada o umudu yakalayabilmek için içimizdeki realist ağzı kapatılarak sandalyeye bağlandı- ve asıl büyük problemlere köklü bir çözüm bulunması için de sabırsızlıkla beklenmeye başlamıştır. Yoksa kiralıkçılar kuruyup gidecek ilk 20’ye, o naif detaylara, titizlikle hazırlanan sahnelere, temposunu kaybetmeyen bölümlere özlemden… Göndermeler elbet yakışır size, yalnız üzerinde asıl muazzam duracak olan bize eski günleri iade etmek olacaktır. ^^