Kiralık Aşk Vol. II

Kiralık Aşk Vol. II
Yine bir bölüm ertesi, yine sussam gönül razı değil, konuşsam hanımefendilik çizgimden çıkacağım konulu ikilemimiz geldi kucağımıza oturdu. Oysa konuşmak şart ve de kaçınılmaz şu geldiğimiz noktada. Çünkü artık elimizde yeni bir hikâye var: Kiralık Aşk Vol. II

Üstelik bu sefer 25. bölüm sonunda olduğu gibi yalancıktan sıfırlanan bir başa dönüş de değil karşımızdaki, resmen level atladık. Kanıtlarla konuşalım mı?

Yerli yersiz ‘Ömer de beni seviyor di mi?’ diye defalarca inandırılmaya fırsat kollayan Defne’den, gayet emin biçimde ‘Biz sevgiliyiz… O da beni çok seviyor’ diyebilen bir Defne’ye geçtik bir defa ki bu resmen minik Defne’nin dev adımı oldu. İkincisi ise, en dar vakitte dahi kendilerine ‘Barış en güzel çözüm’ ilkesini edinmiş Passionis ortaklarımız, ‘Savaş başlasın!’ dedi, intikam yemini etti. Ve elbette ki –hiç olmazsa kısmen- oyun bitti! (Hatta ve hatta saçını toplayan Defne’miz bile var, o kadar yani! ^.^)

Peki, ortada bunca kırılma noktası varken, yeni dönemeçlere girme ihtimallerimiz doğmuşken ve haftalar sonra devamında kazançlı çıkabileceğimiz gelişmeler kaydedebilmişken, neden herkes fazlasıyla kızdın, bıkkın ve mütemadiyen mutsuz? Gördüğüm kadarıyla sosyal medyada, forumlarda, sohbetlerde genel olarak kesinlikle haklı bulduğum bir memnuniyetsizlik hâkim.

En başta gelen sebep de Gallo deyip geçebileceğimiz, Hızır mı yoksa kötü kalpli cadı mı olduğunu anlamak için biraz daha beklememiz gereken, yine yeni yeniden karşımıza çıkan, bu gidişle de sonu gelmeyecek gibi duran konuk oyuncu kontenjanı. Ama kendisi benim haklı memnuniyetsizlikler listemde değil baştan söyleyeyim. Potansiyel tehlike saymama nedenim de eninde sonunda esas kızın esas oğlanı kapma gerçeğinden biraz daha farklı.

Ömer ve Fikret arasında durmadan vurgulanan hatta neredeyse Neriman’ın özel siparişiymiş gibi duran ‘aynı bünyelerin insanı’ olma halinin bizi bir yere götüremeyeceğini düşünüyorum. Hatta düşünmekten fazlası, iddiamı güçlendirecek tezler bile sunabilirim. O zaman başlıyorum.

Dünyadaki tüm fiziksel büyüklükler, ancak aralarında belli bir fark olduğu zaman transfer edilebilir. Sıcaklık farkı, hız farkı, voltaj farkı… Artık hangisi söz konusuysa… Eh, en nihayetinde aşk da bir duygu aktarımı olduğuna göre ikisi arasındaki bu kadar benzerlik de stabil bir düzenden öteye gitmez, gidemez. Aklında başka planları olanlar bir daha düşünsün, hatta hiç düşünmeden vazgeçsin. Ben söylemiyorum, doğanın kanunu bu. Bu yüzdendir ki ‘Her şey sana benzesin istiyorum artık’ denildiği an power couple DefÖm’ün bile yalpalaması. Ömer’in Defne gibi olup fevri davranmasında yada Defne’nin Ömer gibi başarılı tasarımcı unvanını yakalamasında değil ki onlarla birlikte bizim de başımızı döndüren ve de en az onlar kadar bizi de öldüren aşk.

Defne ile Ömer arasındaki kalpten kalbe giden yolu her iki şeritte de 7/24 yoğun trafiğe boğan,  zaman zaman zincirleme kazalara yol açan ve o duygu aktarımı dediğimiz hayali transferi yalnız gönül gözüyle değil kanlı canlı izlenir hale getiren aralarındaki bin bir farklılık değil miydi bunca zaman? Günlük kapasitesi kelime için elli, tebessüm için 0.2 olan Ömer Beylere karşılık nefes almadan dakikada seksen kelimeyi tüketen, her an gülücüğünü yüzünden eksik etmeyen Defne’lerle başlamadı mı bu masal? Bir yanda atacağı adımın bir, iki, üç (ve Neriman gibi otomatikman 4,5,6,7 diye sıralayabileceğim kadar) hamle sonrasını hesap eden Ömerler, diğer yanda önünü ardını hiç düşünmeden bulduğu ilk fırsata balıklama atlayan Defne’ler izlemedik mi? Ne çabuk vazgeçiyoruz biz öyle her şeyden?


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER