Tarihi anlatan, tarihsel olarak
kurgulanan filmler, kitaplar, diziler, hatta oyunlar bile hiç ilgimi
çekmemiştir. Bir çoğunu toplum baskısından dolayı
izlemek ya da okumak zorunda olduğum için katlanmışımdır. Game
of Thrones da ''Abi herkes izlemiş ya, ben de izleyeyim bari.'' diyerek,
geç başladığım bir diziydi. Şimdi ise bu haldeyim!

Okuyup büyük adam olacam anne
Böyle uzun soluklu izlediğim her
dizide serinin içinden, aileden biri olurum. Çok duygusal
yaklaşırım, takım tutar gibi dizi izlerim. (Türk'üz la işte,
sevdiğimize laf söyletmeyiz!) Game of Thrones da öyle oldu benim
için. Dördüncü sezonu bitirdikten sonra baktım özlemimden
yanıyorum, tutuşuyorum; kitaplara geçtim, soundtrackleri dinledim,
bölümleri tekrar tekrar açıp izledim. Öyle ki Game of
Thrones'daki oyuncuları gerçek hayatlarında sosyal medya'dan takip etmemeye çalışıyorum diziyi izlerken önyargılı
olmayayım, etkilenmeyeyim diye. Artık Orta Dünya'dan biri haline
geldim vallahi. Bugün yine internetten dizi filmlerde geçen
repliklere bakıyordum dövme yaptırmalık. Tabii geniş bi yelpazem
yok, benim için değerli olanların sayısı az. Bir baktım, Game
of Thrones da bu ekibe dahil olmuş! Sonra tıkk! O müthiş
aydınlanma sorusunu sordum kendime: Neden canısı?
Khaleesi – Sör Jorah Mormont Uyumu
Ya da OF KORS IAIN GLEN!
Tamam Jorah'ı sevmiyorum,
öldürme nolur
Tamam bu yazının amacı Iain Glen'e
(Bence ismindeki ikinci 'i' harfi fazla) ne kadar aşık olduğumu
anlatmak, koskoca efsane diziyi, dev prodüksiyonu, senaryoyu Jorah
Mormont'a bağlamak değil. Ama şunu da belirtelim; George R.R.
Martin, Khaleesi ve etrafındaki olay örgüsüne fazla özeniyor.
İçten içe en sevdiği karakter olabilir. Bu noktada aynı tarafta
olsak da kendisine pek güvenmediğimi söylemek istiyorum. Çünkü
George R.R. Martin denildiği zaman aklıma şöyle bir şey geliyor.
Hepinizi Öldüreceğim Politikası
(Ağır Spoiler içerir, karışmam.)
İzleyici olarak yerli dizi ve filmlerin hikayesini takip ederken (Hatta bazı bazı yabancı projeler de dahil) hep bir rahatlık vardı üzerimizde. Başrol beş yerinden vulur, arabası üç takla atar,
sırtına saplanan bıçağı kendi çıkarır, hastaneye yürüyerek
gider (Kurtlar Vadisi Pusu: Polat Alemdar) nabzı durur, elektroşok
manyağı olur, hayata döner filan falan.. Ölmez o başrol
işte. Eleştirmek için söylemiyorum bizim sektördeki her anlaşma,
her planlama, ticari ilişkiler, reytingler buna göre. Bunun değişmesi için büyük bir devrim lazım, sektörü baştan kurmak lazım. Ancak
o dizi final yapıyorsa ve dramatik son isteniyorsa ya da
başrol oyuncumuz tükenmişlik sendromuna girdiyse öldürülür. Kısacası ''başrol ölürse dizi biter.'' Ben de
böyle bir mantığa sahip Türk izleyici olarak yaymışım kanepeye
kendimi Game of Thrones'un ilk sezonunu izliyorum. Sezonun ortasında
Kral Robert Baratheon öldü. Neyse, dedim. Ned Stark abimiz başrol
zaten ne güne duruyor? Kral olacak şimdi, yürüyecek buradan.
Birinci sezon bittiğinde benim başrol bellediğim Ned ve Kral
Robert ölmüştü. Ve bu iki ölüm hikayeye iyice bağlanmamı
sağladı. Sonraki sezonlarda da anladık ki bu hikayede her an her
şey olabilir. Red Wedding diyor ve susuyorum.
Ama açmayaydın o şom
ağzını
Eğer merak edenler ya da kitaplara
başlamak isteyenler olursa şunu söyleyeyim; diziyle kitaplar arasında hiç
fark yok gibi. Diziye uyarlandığı için küçük çaplı
farklılıklar mevcut izlenebilirlik açısından fakat replikler,
ana karakterler, kitapta hayati önem taşıyan her şey aynı
şekilde dizide de var. Yani bu ekip ''Bir edebiyat ürünü ekrana ya da perdeye uyarlanırsa yarısını kaybeder.'' öngörüsünü de yıkıyor.
Sezonları izlediyseniz bile kitaplara başlamanızı öneririm zira
George Martin'in yarattığı ihtişamlı dünya, o betimlemeler
okunmaya değer. Sırf Sur'u ve Sur'un ötesini betimleyişi için
bile okunur bu kitaplar.
Cast direktörlerini oyuncu
seçimlerindeki başına buyruk hareketlerinden ötürü kutluyorum.
Cast seçimlerine gelirsek, konuk
oyuncusuna kadar her oyuncu muhteşem performans sergiliyor. Benim
için tek sorun Kit Harrington'ın (Jon Snow) ağzı açık ayran
budalası gibi ortada dolaşması. Dört sezon geçti çocuğun hala
ağzı açık. Bu saatten sonra kapatırsa dikkat çeker o da olmaz
ama yine de beni sinir ediyor. Neyse hoş çocuk, temiz çocuk.
Kitaptakine göre dizideki karakterler birkaç yaş daha büyük
yansıtılmış. Kitapta 13-14 yaşlarında olarak anlatılan Dany,
dizide 16 olarak karşımıza çıkıyor. Stark kızları da 16-17
yaşlarında. Ekipteki oyuncuların yaşça daha büyük olmasından
dolayı da o şiddet dolu sahneleri izlerken bu durum gözümüze
batmıyor, rahatsızlık vermiyor. Ama şimdi size George Martin'in
benim sevdiceğime attığı kazığı açıklama zamanı geldi: Ah be Corç sen bu kahraman, asil
karakteri böyle mi hayal ettin aklında? Yani izleyici faktörü
olmasa bayağı kamyon şoförü Sör Jorah Mormont olacakmış
dizide!
Taht oyunları oynuyorsan ya
kazanır ya da ölürsün.
Game of Thrones'da her an her şey
olabilir politikası sadece ölümlerle alakalı değil.
Karakterlerin psikolojik gel-gitleriyle de alakalı. İyi-kötü
çatışmasına yer veriyor vermesine ama ne iyilik meleği
diyebileceğiniz gibi iyi bir karakter ne de direk kötü
diyebileceğiniz bir karakter yok. Oldukça gerçekçi psikolojik
analizler mevcut. ''Her insanın içinde iyi ve kötü taraf bulunur,
önemli olan seçimlerimizdir.'' (Selam Dumbledore) mottosundan yola
çıkarak bu karakterler ''gerçekten'' hatalar yapıyor, bedellerini
ödüyor, pişmanlık duyuyor ve iyi ya da kötü bir değişim
süreci gösteriyorlar. Karakterlerin hiçbirini belirli bir kalıba
sokamamamız, kimin ne yapacağını kestiremememiz de bu diziyi daha
izlenilebilir kılıyor. İlk sezonda Ned'in kellesinin
uçurulmasından çok Ned'in Joffrey'e karşı suçlarını(!)
kabullenmesine şaşırmıştım. Ned gibi kararlı, onurlu bir adam
bile ölümden korkabiliyormuş onu anladık. Hadi bazılarımız
ölüm korkusu değil diyecek ama benim o kısacık sezonda tanıdığım
Ned onurunu, doğru bildiği şeyleri yapmayı ailesine bile tercih
ederdi. Bu da Ned'in yaşadığı bir ikilem ve karar değişikliğine
örnek aynı zamanda.
Karakterlerin hepsinin spin-off'unun
çekilebilir olması
Ortada bir taht ve bunun için verilen
mücadele var. Hikayedeki karakterlerin hepsinin ayrı ayrı dünyası
ve her birinin hanedanı, geçmişi, yaptıkları, amaçları derken
hepsinin hikayesine tek tek film çekilir yahu. Sen gel, böyle
bağımsız karakterleri bir taht mücadelesi etrafında birleştir.
Olmuş mu, hem de süper olmuş!
Üçüncü sezonda geçen Yunkai & Pentos
Ve tabii ki dev prodüksiyon, şahane
mekanlar, Kuzey'in ihtişamı...
''Bir sezonda on bölüm çekiyorlar ve
bütçeleri çok geniş hede hödö'' demeye gerek yok, adamlar
yapmışlar. Her şey planlı, öyle iki ev bir araba kiralayıp dizi
çekmiyorlar bizim gibi. İki ay yayın yapıyorlar ama aylar boyunca
sinema filmi tadında çalışıyorlar. E böyle uzun bir zamanda
haliyle İskoçya'dan İzlanda'ya, Hırvatistan'a, Fas'a dünyanın
bir ucundan bir ucuna kurgulanan müthiş bir Orta Dünya haritası
çıkıyor ortaya.
Ramin Djawadi, müzikler ve jenerik.
Legolar.. Lego sevmeyen yoktur bence aramızda. Game of Thrones'un
jeneriğini izlerken bile tüylerim diken diken oluyor. Bu yazıyı
da ''The Children'' fon müziği eşliğinde yazdım. Yine gerildim
bak! Sezon 5'i istiyorum, hem de hemen!