Steven Spielberg evreni seyirciyi her zaman cezbetti. Akıcı hikayelerin yanına müthiş atmosferler ve görsel zenginlikler de eklenince seyirciye koltuğa iyice yayılmak ve filmin keyfini çıkartmak kalıyordu. Dolayısıyla Bridge of Spies’e de belli bir beklentiyle başlamak kaçınılmazdı. Peki filmin sonunda beklentilerime karşılık buldum mu? Ne doydum ne de aç kaldım diyebilirim. Bridge of Spies’in altı dalda Oscar adaylığı bulunuyor. Bu yazıda gösterildiği adaylıklar için kategorilerine göre kısa kısa fikrimi belirteceğim. Katılmazsanız sabaha kadar tartışırız. Katılırsanız da mutlu mesut yaşarız.
En İyi Yapım Tasarımı: En güçlü olduğu kategorilerden birisi. Özellikle Berlin sahneleri konu ne kadar tatsız olsa da sizi bir kartpostalın içindeymişsiniz gibi hissettiriyor. James Donovan, Berlin sokaklarında biraz daha dolaşsın istiyorsunuz. Fakat ne yazık ki hikayenin New York tarafında aynı çekiciliği bulmak pek mümkün değil. Yine de karlar altındaki Berlin'in ihtişamı, New York tarafının sönüklüğünü kapatmakta hayli yeterli oluyor.
En İyi Ses Miksajı: Yine hakkını söke söke alarak aday olduğu bir kategori. Zaten “En İyi Film”e aday olan bir Spielberg filmi ses adaylıklarında yoksa orada kafalar karışık demektir. Brigde of Spies’daki atmosfer aslında ses miksajı için kolay bir ortam değil. Buna rağmen kusursuza yakın bir iş çıkartılmış.
En İyi Film Müziği: Klasik Spielberg filmlerinden daha farklı ve yeni bir şey sunmasa da Thomas Newman kalitesiyle kategorideki varlığı kabul edilebilir.

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Mark Rylance, Rudolf Abel karakterine gerçekten iyi bürünmüş. Asla abartılı değil ama aynı zamanda sönük de değil. Karakterin oyuncudan istediği her şeyi kusursuz bir performansla ona sunmuş. Tom Hanks’in iki saat boyunca bocalayıp durmasının yanında Mark Rylance de tekleseydi film için büyük bir darbe olabilirdi. Günü kurtaran adam olarak bu kategoride var olmayı kesinlikle hak ediyor.
En İyi Orijinal Senaryo: İşte bu konuda çok şaşkınım. Coen kardeşlerin hayranıyım ama bu senaryo bu adaylığı hak etmiyor karşim. Bir kere film resmen bıçakla ikiye bölünmüş. Sadece mekan açısından değil pek çok açıdan ikiye bölünmüş. İlk yarıda ön yargılar ve sosyal baskıya karşı direnen bir avukatın hikayesini izleyeceğimizi sanırken ikinci yarıda bir soğuk savaş dönemi ajanlık hikayesine dönüyoruz. Ayrıca film bir türlü kara mizah yapıp, yapmamaya karar veremiyor. Yedirebiliyorsan araya serpiştirilmesine de varım ama bu işe kalkıp da ürkek davranıyorsan ne yazık ki hakkını veremiyorsun. Üstelik bu ürkekliğin üstüne Tom Hanks'in düşük performansı da eklenince amacına ulaşamadan pili bitiyor. Senaryo pek çok konuda o kadar kararsız ki sanki Coen kardeşler senaryonun yazımına sonradan yetişmişler de olabildiğince düzeltmeye çalışmışlar. Hafif bir Coen kokusu var ama lezzet, o lezzet değil. Bu adaylıkla kontenjan işgal etmiş.
En İyi Film: Bu kategoride aday gösterilip Tom Hanks gibi bir ismi En İyi Oyuncu’ya aday göstermemek gerçekten takdirle karşıladığım bir duruş. Eğer En İyi Senaryo ile de aday gösterilmeseydi “adamlar teknikten gerçekten çok etkilenmiş ve o yüzden aday gösterilmiş” diyebilirdim ama En İyi Orijinal Senaryo adaylığını da işin içine karıştırınca burnuma biraz eyyam mı desem torpil mi desem bir kokular gelmiyor değil… Zaten adaylıklardan en az birini hep bu torpile ayırırlar. Bu seneki pastayı da Spielberg yemiş. Afiyet olsun.