Bu Hollywood’da işler hiç belli olmuyor. Bazen yıllarca
debelenip, tam bu işlerden elini eteğini çekeceğin anda üne kavuşuyorsun, bazen
de birkaç filmden sonra dünya çapında yıldızlığa oynuyorsun. Alicia Vikander de yıllardır oyunculuk
yapmasına rağmen, son zamanlarda birçok başarılı filmle bir anda gündeme gelen
ve bence ikinci kategoriye giren başarılı bir oyuncu. Her şeyin başı şan şöhret
mi? Tabii ki değil ama Hollywood’un plastik dünyasından bahsediyoruz, malzememiz
bu.
Kariyerine dansçı olarak başlayan, fakat birkaç sakatlıktan
sonra tam zamanlı oyunculuğa geçiş yapan Alicia, birçok filmde irili ufaklı
rollerde yer aldıktan sonra, 2015’te tam bir patlama yaşayarak, aynı yıl içindeThe Man from U.N.C.L.E., Burnt,
Ex Machina ve tabii ki
Danish
Girl filmleriyle karşımıza çıktı. Özellikle
Ex Machina ve
Danish Girl
filmlerindeki rolleriyle şimdiden birçok ödül kazanan Alicia’nın Oscar’da da bir
ihtimal yüzü gülebilir. Haydi hayırlısı.
Alicia, 1988 doğumlu
Dünyadaki ilk cinsiyet değiştirme ameliyatlarından birini
konu alan “Danish Girl / Danimarkalı Kız”, taa 1900’lerin başında yaşamış ressam Einar
Wegener, nam-ı diğer Lili Elbe’nin kadınlığa giden yoldaki mücadelesini
anlatıyor. Lili’nin karısı, ressamGerda Gottlieb'i Alicia Vikander’in canlandırdığı film, Türkiye’de 12
Şubat 2016’da gösterime girdi. Filmin yönetmeni,
King’s Speech, Les Miserables gibi başarılı filmlere imza atan Tom
Hooper. Aslında hikaye, oyuncu, yönetmen kombinasyonuna bakıldığında harika bir
fırsat yakalanmış gibi görünse de, film bir türlü potansiyeline ulaşamamış. Bu
kadar etkileyici ve transgender komünitesinde marka haline gelmiş bir hikaye,
maalesef aynı etkileyiclikte bir filme dönüşememiş.
Ne var ki, filmin görsel
yanı, özellikle Kopenhag’da geçen renkli sahneleri, iki ressamın hayat
hikayesine yakışır nitelikte. Nitekim, bu yavan ama bilgilendirici filmin en
başarılı yanları, görsel zenginliği ve oyuncuların performansı. Lili
karakterine dönüşmesiyle övgülere gark olan ve oyunculuğunu yer yer
abartılı/yorucu bulduğum Eddie Redmayne yanında, Alicia Vikander’in oyunculuğunun
son derece abartısız, içten ve etkileyici olduğunu belirtmek isterim.
Film, ülkemizde 12 Şubat'ta gösterimegirdi
Los Angeles’da filmin özel gösterimine katılan Vikander,
oynadığı karakter Gerda’nın, dönemin şartları göz önüne alındığında, çalışan
bir kadın olarak (ev kadınlarına nazaran) “erkeksi” addedilmesinin anlaşılır
olduğunu söylüyor.
“Gerda’nın aktif olarak çalışması ve ressamlık yaparak
hayatını kazanması, yaşadığı dönemde nadir görülen ama bizim son derece normal
karşıladığımız bir durum. O yüzden Gerda’yı ‘erkeksi’ olarak tanımlar mıydım,
bilmiyorum. Filmin çekimlerinde ben de kendimi çok sorguladım; feminen ve maskülen
yanlarımı anlamaya çalıştım ama cinsiyet algısı o kadar geniş bir konu ki, ben
bile kendimi tam olarak nereye oturtacağımı bilemiyorum.”
Vikander, senaryoyu okuduğunda Lili’nin hikayesinden çok
etkilendiğini ama sevdiği kişi için türlü fedakarlıklarda bulunan Gerda
karakterinin kendisine daha çok ilham verdiğini söylüyor. Böylesine güçlü ve karmaşık
bir karakteri canlandırmanın, oyunculuk yeteneği adına büyük bir test olduğunu
anlatan Vikander, rolüne hazırlanırken bayağı zorlanmış. Resim konusunda son
derece yeteneksiz olduğunu belirten ünlü oyuncu, birkaç ressamla uzun süre
vakit geçirdikten sonra, bir şekilde fırçayı tutup, büyük darbelerle boyama
yapmayı başardığını söylüyor.
Vikander, Gerda ve Lili’nin aralarında tam anlamıyla bir güven
ilişikisi olduğunu ve Lili’nin “kendini bulduğu” dönemlerde, ikilinin bir kez
daha birbirlerini ve aralarındaki özel bağı keşfettiklerini söylüyor.
“Filmin başlarında Gerda ve Lili’nin etkileyici bir sahnesi
var; Gerda, kocasının gömleğini çıkardığında, kendi iç çamaşırını giydiğini
görüyor ve o anda farkında olmasalar da, Gerda’nın tepkisi, kocasıyla arasındaki
ilişkinin bütün seyrini değiştiriyor. Bu sahneden sonra adeta aralarında tuhaf
bir güven anlaşması yapıyorlar ve bu tecrübe sonrası, ikisi de kendileriyle ilgili
yeni bir şey keşfediyorlar. İlşkileri boyunca birbirlerine en açık oldukları an
da, bu an bence.”
Karakterinin, yaşadıkları karşısında bütün enerjisini resim
yapmaya verdiğini söyleyen Vikander, Gerda’nın durmak bilmeden kocasının
resimlerini yaptığını ve Lili’nin tüm değişim sürecinin bu resimlere
yansıdığını anlatıyor. “Çekimlerden sonra Gerda’nın resimlerine bir kez daha
baktığımda, Lili’nin değişimini adım adım izlediğimi hissettim.”
Lili ve Gerda’nın o yıllarda verdiği mücadelenin, yüz yıl
sonra transgender komünitesinde hâlâ devam ettiğini ve film sayesinde en
azından konunun gündeme geldiğini belirten Vikander, insanların filmden çıkıp
evlerine gittiklerinde, bu karakterlerin hayat hikayelerini ve cinsiyet
değişimini araştırdıklarına tanık olduğunu söylüyor. Gerçekten de, konusu
itibarıyla günümüzde hâlâ son derece hassas addedilen bir duruma değinen film,
bizim gibi sade vatandaşlara bu karakterleri tanıtarak, konuyu tartışmaya
açıyor.
Ödül töreni sezonunu oldukça yoğun geçiren Vikander,
filmdeki rolüyle, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde Oscar’a aday.
“İsveç’te büyüdüğüm için, bu tip şeylerin ne kadar önemli
olduğunu hiç farketmemiştim. Buraya geldiğimde anladım ki, ödül töreni sezonu
diye bir şey var ve bu, aylar süren bir dönem. Her adaylıkla birlikte, film ve
karakterler bir kez daha gündeme geldiği için çok mutluyum. Gerçekten anlatılması
gereken bir hikayeydi ve bunun bir parçası olmaktan çok gurur duyuyorum.”
2016’da da "Jason Bourne" ve "The Light Between Oceans" gibi önemli filmlerle seyirciyle buluşmaya
hazırlanan Alicia Vikander’e Oscar yarışında başarılar diliyoruz.