Dünyanın herhangi bir yerinde, yılın en kısa ayı olmasından
başka bir numarası bulunmayan Şubat, Los Angeles’da ödül töreni sezonunun zirve
yaptığı kutlu ay, bir nev-i Nirvana’ya ulaşma zamanı. Yeterince filmle yatıp
filmle kalkmıyormuşuz gibi, bütün ay günlük hayatı iyice rölantiye alıyoruz ki sosyal
takvimi ödül töreni aktiviteleriyle doldurabilelim. Biz, Angelenolar. Teknik
olarak yılın sadece bir gününü işgal etmesi gereken Oscar ödüllerinden önce, ay
boyunca her gün mutlaka ilginç bir söyleşi, davet ya da film gösterimi oluyor.
Bize hava hoş; her sinemacının birkaç farklı söyleşisine denk gelmek harika ama
adaylar, adeta kapılmış gidiyorlar bahtlarının rüzgarına. Aynı gün içinde üç söyleşi,
dört parti, iki çekim derken ordan oraya sürüklenen ve papağan gibi sürekli
aynı beyanatları tekrarlayan ünlülerin milyoner olduklarını bilmesek, hallerine
üzüleceğiz! Partilerde mütemadiyen bir “arkadaşa bakıp çıkma” hali, sürekli
kolundan çekiştiren bir ekip ve sonuç: kafası ambale ünlüler. Maraba Hollywood.
Oscar söyleşileri içinde beni en çok heyecanlandıranı, dokuz
yıldır aralıksız düzenlenen Yazarlar Paneli. En İyi Senaryo dalında (hem
orijinal, hem uyarlama) Oscar’a aday gösterilen filmlerin senaristlerinin
halkla buluştuğu söyleşide, yüzlerini pek görmediğimiz senaryo yazarlarından
filmlerin ortaya çıkış hikayelerini, yönetmenlerin/ oyuncuların türlü türlü
kaprislerini dinlemek mümkün. Bir nevi kaliteli, entellektüel gıybet seansı.
Bu uzun söyleşiden bahsetmeden önce, katılan senaristlere
bir bakalım: The Big Short (En
İyi Uyarlama Senaryo) Charles Randolph, Bridge
of Spies (En İyi
Orijinal Senaryo) Matt Charman, Carol (En İyi Uyarlama Senaryo) Phyllis
Nagy, Inside Out (En İyi Uyarlama Senaryo) Meg LeFauve
& Josh Cooley, The Martian (En İyi Uyarlama Senaryo) Drew
Goddard, Room (En İyi Uyarlama Senaryo) Emma Donoghue, Straight
Outta Compton (En İyi Orijinal Senaryo) Jonathan Herman & Andrea
Berloff, Spotlight (En İyi Orijinal
Senaryo) Josh Singer & Tom McCarthy. Bu listede sadece Ex Machina ile Brooklyn
filmlerinin yazarları eksik. Eh, o kadar da olsun.
Bu panelin ilham katsayısının diğerlerine nazaran çok daha
fazla olmasının en önemli sebebi, yazarların son derece gizemli olmaları.
Mevzubahis filmlerin yaratıcısı olmalarına rağmen, hiçbir zaman yönetmenler
kadar ortalıkta görünmeyen (ve onlar kadar takdir edilmeyen) yazarların, yıllarca sürünmelerinden olsa
gerek, kara mizaha yatkınlıkları ve olaya bakış açıları, yapılan söyleşileri her
daim ilginç kılıyor. Nitekim, bu durumun farkında olan moderatörün ilk sorusu,
“Bugüne kadar kariyerinizde en dibe vurduğunuz nokta neydi ve ertesi gün nasıl
yataktan çıkıp yazmaya devam ettiniz?” oluyor. Buyur, burdan yak.
Amerika’da mortgage sisteminin çöküşünü anlatan The Big Short filminin yazarı Charles
Randolph, bir keresinde Steven Spielberg’un kendisini sabah 6:30’da kovduğunu,
buna rağmen hiçbir zaman kariyerinin bittiği hissine kapılmadığını söylüyor. Tom Hanks’in rol aldığı Bridge
of Spies’ın yazarı İngiliz Matt Charman, vakt-i zamanında berbat bir oyun
yazdığını ve açılış günü çok kötü eleştiriler aldıktan kısa süre sonra sahneden
kaldırıldığını anlatıyor.
1995 yılında vefat eden arkadaşı, Carol kitabının yazarı (kitabın orijinal ismi Price of Salt) Patricia
Highsmith’in anısına, aynı isimli filmin senaryosunu 18 senede (yazıyla on
sekiz!) yazdığını belirten Phyllis Nagy, altı yıl kadar önce bu projenin
neredeyse rafa kaldırıldığı dönemde ciddi ciddi Las Vegas’a gidip krupiyerlik
okuluna yazılmayı düşündüğünden bahsediyor. Vegas’ta okul araştırması yaparken,
projenin bir şekilde hayata döndüğünü ama kariyerindeki o düşüş anını hiç
unutmadığını söylüyor.
Pixar’ın ödülleri silip süpüren yeni animasyonu Inside Out’un yazarlarından Meg LeFauve,
filmi ilk yazmaya başladıklarında çok zorlandığını söylüyor. Günün sonunda eve gidip
kocasına bundan şikayet ettiğinde, “Pixar gibi bir yerde çalışmanın neden kolay
olacağını düşündün ki?” yanıtını aldığını ve yeniden işe koyulduğunu anlatıyor.
Bu cevap biraz fazla Hollywood klişesi, biliyorum ve fakat tek bir animasyon
üzerinde dört seneden uzun süre çalıştığınızı ve sürekli baştan yazdığınızı
düşünün. Oh.
Meg LeFauve söyleşide ayrıca, çok ilham verici bulduğum bir
konuya değinerek, yazarlık yapmaya nasıl başladığını anlatıyor. Kalem tutabildiği
andan itibaren yazan ama bunu yapmaktan da çok korkan Meg, yıllarca Jodie
Foster’ın şirketinde Proje Geliştirme alanında, titrinin ardına gizlenerek,
başka insanların senaryolarını düzeltiyor, bazen de baştan yazıyor. Bunun iki
taraf için de çok tehlikeli olduğunu belirten LeFauve, gerçekten yazmak
istediğinin farkına vardığı an, ailesinin itirazlarına aldırmadan işini
bırakarak tam zamanlı yazar hayatına atılıyor. Başta biraz bocalasa da, yapmak
istediği işe yönelmenin verdiği tatminle, yazarlık kariyerini devam ettiriyor.
The Martian filmiyle gündeme gelen ve bundan
önce, “Buffy The Vampire Slayer” gibi ünlü dizilerin yazarlığını yaparak
sektörde isim edinen Drew Goddard, kariyerindeki en kötü anlardan birinin ünlü
korku filmi “Cabin in the Woods”un test gösteriminde yaşandığını söylüyor.
Filmin görsel efekt eklenmemiş versiyonunu test etmeye kalkıştıklarını ve
izleyicilerin bir sebeple, “Altıncı His”
benzeri bir film izleyecekleri vaadiyle davet edildiğini söyleyen Goddard, Shyamalan’ın
ünlü filmiyle hiçbir ortak noktası bulunmayan kendi filminin sonunda, beklediği
sürprizi bulamayan izleyicilerin filme çok kötü yorumlar yaptığını anlatıyor.
Aynı isimli kitabını senaryoya uyarlayan Room filminin yazarı İngiliz Emma Donoghue,
son kitabı için New York Times’da iki eleştiri yayınlandığını ve ünlü gazete
tarafından yalnızca bir değil, iki kez yerin dibine sokulduğunu gülerek
anlatıyor.
Harika kadrosuyla birçok ödül alan Spotlight filminin yazarlarından Josh Singer, 2008’deki
yazarlar grevi sırasında bütün işlerin durduğunu ve grev sonunda “Law and Order
SVU” dizisine dönmeyi beklerken, tamamen işten çıkarıldığını anlatıyor. Bu
dönemde vakit bolluğundan ilk senaryosunu yazan Josh, film piyasasına bu sayede
giriş yaptığını söylüyor.
Spotlight’ın
bir diğer yazarı ve aynı zamanda yönetmeni olan Tom McCarthy,
oyunculuktan geldiği için reddedilmeye çok alışık olduğunu, o nedenle yazarlığı
çok da zor bulmadığını belirterek, zaman zaman herkes gibi hayatındaki her şeyi
sorgulayıp depresyona girdiğini itiraf ediyor.
Son dönemlerde çok ses getiren ve 1988 yılındaki hip hop
dünyasını anlatan Straight Outta Compton filminin yazarlarından Andrea
Berloff, ilk filmini yazmayı bitirdiğinde, senaryoyu sektörde tanıdığı dört beş
kişiye gönderdiğini ve birkaçının fikri beğenmediği için senaryoyu okumayı dahi
reddettiğini anlatıyor. Ne var ki, tam bir mutlu son misali, senaryoyu son bir
kişiye daha yolladığında hemen satılıyor.
Filmin diğer yazarı
Jonathan Herman’ın hikayesi çok daha trajikomik ama Amerika’da debelenen
gençliğe hiç uzak değil. Akşamları Hollywood’daki bir Hint restoranında yemek
dağıtırken, gündüzleri yazan Herman, bir senaryosu sayesinde kendisine menajer
bulduğu anda, o gazla işini bırakıyor. Ne var ki senaryosu satılamadığında, 35
yaşında annesinden aldığı borçlarla hayatta kalmaya çalışıyor. Annesi de birkaç
ay sonra pes edince, bir süre dibe vuran, akabinde başka bir senaryosunu
satmayı başaran Herman, o dönemin kariyerindeki en üzücü anlardan biri olduğunu
söylüyor.
Yazı devam ediyor...