"Gerçek hayattaki aşk, rüyalardaki aşka
kıyasla çok daha şiddetli ve acı vericidir. Rüyalardaki aşka herkes şahittir ve
her şey birdenbire olup biter. Gerçek hayattaki aşk ise sabır ister, emek
ister; hatta pek çok kişiye göre gerçek aşk başlı başına bir bilim
dalıdır." demiş Dostoyevski...
Ne de güzel söylemiş, değil mi?
Aşkın en önemli
şartlarından biridir sabır ve emek. Meriç Acemi de geçtiğimiz bölümlerde sık
sık konuşmaların aralarına serpiştirmişti bu kelimeyi bizler için. Defne ile
Ömer’in gelecekteki tehlikelere karşı dimdik ayakta duracak çok sağlam bir
ilişkiye sahip olmaları için hepimizin hayranlıkla baktığı bir aşktan ziyade
daha gerçek bir aşka ihtiyaçları var. Kendisi ilmik ilmik işliyor bu ilişkiyi.
Hepimiz istiyoruz onları en mutlu anlarıyla ekranda seyretmek ancak hayat
işte... Ne yazık ki bazı şeyler o kadar kolay olmuyor ve bize de sabretmek
düşüyor.
Yoksa Meriç Hanım da
istemez miydi Defne ile Ömer’in aşkının gizli meleği Sadri Usta’nın dile getirdiği
gibi sihirli değnekle her şeyin bir
dokunuşla hallolmasını... Ancak gerçek ve kalıcı bir aşk için bu noktada
onların bir diğer meleği Şükrü ağabeyi dinlemek gerekiyor: “Öyle sihirli değneğe de falan gerek yok. Vakti gelince kendiliğinden hallolur. Hala ümit var. Sonuçta görünen dağın, ırağı olmaz.” Sonuçta Defne
ile Ömer aslında çoktan ‘biz’ olmuşlardı. Ancak bazen temelleri sağlam bir aşk
için ‘biz’ olmak tek başında yeterli olmuyordu. Bu tarife aşk dışında başka
içerikler de eklemek lazımdı: Paylaşmak ve emek gibi. Ve galiba bu bölüm ilk
adımı attık. Bir insanın en acı çektiği an çareyi sevdiğinin yanında bulmaktan
daha güzel bir başlangıç ne olabilir ki? Hem de çok basit bir cümleyle:
“Bana çay yapar mısın?
Senin yanında sıcak bir şeyler içmek istiyorum.”
Çok yorulan, yine bir
girişimi başarısız sonuçlanan, içinde bulunduğu cenderede hiçbir şey yapamadan
sıkışıp kalan Defne çaresizce sokaklarda dolaştıktan sonra küçük bir mola
vermek için rotasını Ömer’in evine çevirmişti. Bu cenderede olmasına neden olan
kişiydi, yine onun nefes almasını sağlayan. Kendine koyduğu tüm yasakları
delerek, çay içerek sevdiğinin kucağında sadece susmak istiyordu. Hatta belki de
biraz hayal kurmak: “Keşke hiç böyle derdimiz tasamız olmasa. Yan yana olsak.
Soru sormadan, düşünmeden. Yine böyle birbirimize iyi gelsek. Ben güldürsem
seni, sen öyle hiçbir şey yapmadan yanımda olsan. Mutlu olsak. Hep böyle
zamanların hayalini kuruyorum. Sadece ikimiz.”
Defne hayallerini gerçeğe
dönüştürmek üzere bir yoldaydı. Ama işte Neriman’ın dikenleri batıyordu ona
sürekli. Bir yandan da Ömer’in her şeyi öğrenip kendisinden nefret edeceğine
dair korkusu debelenmesine neden oluyordu. Güven istiyordu Defne. Ömer’in ona
inanmasını. Hiç uyumadığı kadar güzel uyuduğu mola noktasında yine dile
getirmişti bu isteklerini... Hala kendisine inanmayan bir Ömer vardı
karşısında. Onu da anlayabiliyordum. Hayatta en kötü şeydir arafta kalmak.
“Söylemiyorsun, gelmiyorsun, kalmıyorsun da... Ne başlayabiliyoruz, ne
bitirebiliyoruz. Havada asılı kaldık sanki.” diye yakınmak. Ama işte bunları
yaparken Ömer’in gözlerini kocaman açmasını isterdim. Defne’nin de arafta
kalmak istemediğini, onun da kendi cephesinde savaş verdiğini ve onların
beraber olmasını her şeyden çok istediğini görmesini. Her şeyden öte Defne’nin
aşkından emin olduğunu göstermesini. Defne ona karşı bir adım attığında, onun
iki adım atmasını ve her şeyden öte kucağına yatan Defo’yu bir saniye bile
şüphe duymadan anında sarıp sarmalamasını. Çünkü Defne hayatında ne sorun
olursa olsun, Ömer’e karşı hep bu şefkatle ve aşkla yaklaşmıştı. Söz konusu
sevdikleri olduğu zaman içinden herkesi kendine hayran bırakan olgun ve korumacı
bir kadın çıkıyordu. O mola verdiği akşamın ertesi gününde olduğu gibi...
Bir moda tutkunu olarak
Coco Chanel’in sözlerine bayılırım! Kadınların gücüne dair her zaman çok güzel
sözler söylemiş. “Kadınlar her zaman erkeklere güçlü olanın onlar olduğunu
söylemeli. Hatta en mükemmel olanın da... Ancak gerçekte kadınlar daha güçlü olduğuna
şüphem yok.” da işte bu unutulmaz sözlerden... Bir önceki gün Hulusi dedenin
evinin önünde çöküp kalan Defne üstünde çok dert yokmuş gibi sevdiği erkeğe
birinin laf etmesiyle her şeyi unutup dimdik Ömer’in karşısına dikilmişti! Aynen
Chanel’in dediği gibi başlamıştı sevdiğini övmeye: “Ben sana hayranım.
Hayranlığın bence aşkla çok ilgisi var. Birinin duruşuna, yaptığı işe hayran
olmak. Öyle tutuluyorsun herhalde. Kimsenin senin hakkında kötü konuşmasına
izin vermem. Çünkü sen mükemmelsin. Kusursuzsun bence.” Üstelik Defne sadece
Ömer’in değil onun hakkında konuşan herkesin karşısına dikilmişti. Ömer’in
adeta bir avukatı gibi Yasemin, Sude, Kıvanç ve Nazlıcan’a karşı korumuştu
sevdiğini. Elinden gelse Galo’nun bile karşısına çıkabilirdi.
Sadri ustanın onları
hemen bir araya getirecek sihirli değneği belki yoktu ama Defne’nin konu Ömer
olduğu zaman onu ayağa kaldırmakta etkili bir değneği olduğuna şüphem yok. Ömer’in
kaç kere konu iş olduğu zaman sendelediğini ve Defne’nin onu yerinden
kaldırdığını saymakta zorlanıyorum. Ancak 4. bölümde gerçekleşen ilk seferini
kesinlikle hiç unutmam. Ne tesadüftür ki, bu bölümle yansıma içindedir o
sahnenin tamamı.
İtalya’dan Passionis’in
yeni ayakkabısına bakmak için gelen Sinyor, Ömer’in evinden içeri girdiği
an Defne’yi görür ve şöyle der: “Yolda Melek ile konuşuyorduk. ‘Bu Ömer
hayatında bir kadın olmadan nasıl böyle güzel bir kadın ayakkabılar çiziyor’
dedik. Bir kadınla birlikte yaşamadan onun için tasarım yapamaz diyorduk.” Ve
bir anda hem durumu kurtarmak ve hem de sinyorun ayakkabının olmadığını
öğrenmemesi adına başlar Defne nişanlı rolü yapmaya... Aradan geçen 28 bölümün
ardından tam da sinyorun Passionis ile bağlarını kopardığı bölüm yine bir
tasarımcı olan Galo, bu sefer sinyorun dediklerinin tam tersi bir düşünceyle
çıkıyordu karşımıza: “Kadınla beraber yaşamadığı çok belli. Kadın ruhunun
inceliklerini gösterecek çizgileri yok. Çok sert çizgileri var. Yaban.”
Sinyor’a Ömer’in
hayatında aslında bu çizimlere ilham perisi olan biri olduğunu göstermek
amacıyla nişanlı rolü yapan Defne, bu sefer de herkesin çenesini kapamak ve
söylenenlerin aksine Ömer’in bir kadınla yaşayabileceğini göstermek adına onun
evine taşınma fikriyle gündeme bomba gibi düştü. Peki, Ömer İplikçi cidden nasıl biriydi?
Hepimizin bu konuda
birbirinden farklı düşünceleri olduğuna eminim. Kiralık Aşk’tak karakterler de
bu bölüm aslında satır aralarında Ömer’in nasıl biri olduğunu dair
düşüncelerini ifşa etmişlerdi.
Koray, Galo’nun sözlerini
ilk duyduğunda önce “Tabii zorsun. Kapıyı pencereyi yumruklayan sensin şekerim!
Kuru kızı kuruttun beş ayda.” demişti, daha sonra da dedikodular iyice
yayıldığında Ömer’in yeniden odasına girerek arka fonda “Zor adam. Onunla
yaşamak isteyen mi var ayrıca? Koskaca Ömer İplikçi’sin, dehasın falan ama
koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi. Keçi gibi inatçısın.
Huysuzsun bir de. Buzlar kralısın.” demişti. Ardından Sude de “Bir kadınla
hayatını paylaşmadı hiç. Paylaşamaz da zaten terstir biraz.” sözleriyle yine
doğrulamıştı Galo’yu. Tabii arada Sadri Usta’nın Şükrü Ağabey’e “Kolay değildir
öyle Ömer’i çözmek. Zordur.” dediğini de unutmamak lazım.
Yazı devam ediyor..