Muhteşem Yüzyıl Kösem, geçtiğimiz hafta yayınlanan 10. bölümüyle rayına oturmuş, ana hikâye çevresine serpilen karakter gelişimi ve kurguyu çok güzel bir şekilde aktarmıştı. Ayrıca geçtiğimiz haftalarda bol bol eleştirdiğimiz teknik kusurlar ve reji dilini de törpüleyerek izleyiciye "olmuş" bir bölüm izlettirmişti.
Açıkçası bu oturmuşluğun tek bölüme özgü olup olmadığını, rayına oturan dizinin aynı doğrultuda devam edip etmeyeceğini oldukça merak ediyordum. Nitekim 11. bölüm, bu durumun geçici olmadığını bize ispatladı. Yan hikâyelerin ana kurguyla bağlantılı bir şekilde ilerlediği, senaryonun izleyiciyi sıkmadan akıp gittiği ve entrikaların nabza göre şerbet kıvamında dağıtıldığı bir bölüm izledik. Açıkçası haftalardır üç başlık altında (senaryo-reji-teknik) inceleyip kusurlarını ayıkladığımız Kösem’in son iki bölümdür yapım ekibi tarafından bu hatalardan arındırılarak titizlikle sunulduğunu görmek bir izleyici olarak beni mutlu etti. Zira 2. bölümde, Ranini deyimiyle “Kestane Sahnesi” dışında duygu aktarımı gerçekleşmeyen, hatta çoğu karakteri buzdolabına dönüştüren reji ekibinin derslerini iyi çalıştığı ve son bölümlerde sahnelerin detaylarındaki duyguyu izleyiciye fark ettirmeden enjekte ettiğini görebiliyoruz.
Ayrıca iki ay boyunca, senaristlerin senaryodaki hikâye üzerinden karakterler arası haklı bir çatışma kuramaması, kurulmaya çalışılan çatışmaların ise temeli olmayan, karakterleri zalim ve entrika robotu olarak lanse etmesi günümüzde televizyonun “gözle” değil “kulakla” izlendiği TOTAL grubuna çok sıkıntı çektirdi. Gelgelelim çatışmalar Muhteşem Yüzyıl’da o kadar sağlam bir temele kurulmuştu ki Hürrem’in belki de yaptığı her zalimlik izleyici tarafından haklı karşılanmıştı çünkü bunu yapması için oluşan sebepler mantıklı bir şekilde verilmişti. Muhteşem Yüzyıl Kösem’in ilk bölümlerdeki karakter çatışmaları ise sebepsiz, nefrete ve kine dayanan, öncesi izleyiciye anlatılmayan kurgular şeklinde oluşturulmuştu. Bu durumun son bölümlerde aşılması ve karakterlere entrika çevirmek ve oynadıkları oyunlar için sebepler sunmak, durumu kabullenmemiz ve izlerken zevk almamız kısmında önemli bir detay düzenliği oldu. Zira Kösem’in Safiye’den nefret etmek ve onu Eski Saray’a göndermek için yapacağı zekice planları izlemek, ilk bölümlerde Safiye ve tüm karakterler arasında kurulan sebepsiz, zalimce ve amaç-sonuç ilişkisi kurulmadan oluşturulan çatışmaları izlemekten daha büyük zevk veriyor çünkü ilk durumda, karakterlerin ve izleyicilerin ellerine bunları yapmaları için ‘nedenler’ veriliyor.
Detaylı bir şekilde bölümü yorumlamadan evvel, kafaları karıştıran bir hususta açıklık getirmek istiyorum. Muhteşem Yüzyıl, Kanuni Sultan Süleyman’ın kudretinin ve kurallarının hareme de yansıdığı bir dönemde gerçekleşiyordu. Harem, sıkı nizam ve kurallarla, yöneticilerinin de bilhassa seçildiği, valide sultanın aman dedirtmediği bir sistemle ilerliyordu. Haliyle Hürrem’in, saraya bir ganimet olarak gelişiyle başlayan “yükselme” evresi, bu sıkı kaideler arasında zor ve uzun bir süreçten geçmişti. Zira Muhteşem Yüzyıl’da ki harem kaideleri hatunların yükselişinin basamak basamak olması yönünde baskı yapıyordu. Bu yüzden Hürrem’in padişahın aşkını yakalaması, şehzade verilip kaidelere uygun bir şekilde yavaş yavaş yükselmesi icap etmişti.
Ancak iş boyut değiştirdi. Duraklama döneminin izlerinin haremde de kendini ele verdiği Sultan Ahmed döneminde, kuralları kaideleri kesin olmayan, her harem ağasının, kalfasının kendini yanına çektiği sultanların laflarıyla yönetilen bir sistem, objektif olmayan ve rüşvet-adam kayırmaya yönelik bir işleyiş hâkim. Valide sultanların sürekli değiştiği, haremde cariyelerin üzerine tokmağını indirecek güçlü kadın figürlerinin olmadığı boş ve karışık bir alan. Haliyle, bambaşka iki farklı haremde yaşayan iki kadının yükselişlerinin hızının da bambaşka düzeyde olması gerekir. Geniş çaplı baktığımızda, bir tarafta saraya bir “ganimet” olarak getirilen Alexandra’nın ancak ve ancak bir şehzade doğurduğu takdirde nüfus toplayabileceği bir politika, diğer tarafta ise saraya “özel” olarak getirilen bir kadının, zaten daha en baştan padişahın aşkıyla ve güçlü bir kadının desteğiyle girdiği bir politik savaş var.
Haliyle Kösem’in, kaideleri belirsiz ve sıkı olmayan bir düzende, Mahidevran gibi kendinden önce gelen bir haseki olmadan başlayan yükselişinin hızı zaten durdurulamazdı. Bölüm içinde Kösem’in de itiraf ettiği gibi: “Ben basamakları teker teker çıkan cariyelere benzemem.” Bu durum şuan izleyiciye abes gelebilir ancak Kösem’le ilgili onlarca kitap ve makale okuyan biri olarak söylüyorum ki Kösem her şeye birden sahip olan ancak Sultan Ahmed’in vefatıyla sahip olduğu her şeyi kaybeden bir kadın. Asıl mücadele de o zaman başlayacak zira Kösem’i Kösem yapan, eşinin ölümüyle tekrar sıfırdan başlayıp zirveye çıkmasıdır.