"Seher yeli eser yırtar eteğini gülün/Güle baktıkça
çırpınır yüreği bülbülün"
İlk olarak
9.bölümde duymuş olduğumuz “Kimse Bilmez” şarkısının sözleri bunlar, cuma gecesi
de dinlediğimiz... O günden bu güne, ayrılık aşamasındaki asistan-patron
ilişkisinden, ayrılmış iki sevdalı konumuna gelmiş olmalarına rağmen gül ile
bülbül, aşık ile maşuk olmaları o kadar değişmemiş ki yeniden aynı şarkıyı
dinledik. Divan edebiyatının en çok kullanılan metaforlarındandır gül ile
bülbülün hikayesi. Aşklarına dair çeşitli hikayeler, ihtimaller sıralansa da
genellikle gül, aşık olunan kadını, onun mağrur ve güzel duruşunu; bülbül ise
onun aşkından deli divane olan, çırpınıp duran erkeği simgeler. Şarkıyı ilk dinlediğimizden
beri Defne ile Ömer’in hikayesini de bu aşka benzetiyorum. Ama ufak bir farkla;
Ömer’i gül, Defne’yi bülbül olarak canlandırıyorum kafamda.
Ömer durduğu yerde,
en güzel rayihasını etrafa saçarken Defne minicik canına, etine buduna bakmadan
bu kokunun peşine düştü, meftunu oldu. Ömer de ona en güzel halini sunabilmek
için uğraşıp durdu elbette hakkını yemeyelim. Fakat bir yandan da dikenleri,
sevdiğine kavuşmak uğruna devamlı kanat çırpan Defne’nin kolunu kanadını çizdi,
yaraladı. “Gül kokar dikenler batar
kaldım biçare”* Boşuna mı yapıştırdı Ömer o yara bandını? Ama yaşananlar o
kadar ağır ve derin ki tek bir yara bandı iyileştiremez kırık hayatları.
Bundandır Defne ile Ömer’in, iki raund arasında köşelerine çekilmiş yorgun
boksörler gibi yaralı ve durgun bir şekilde bölüme başlamaları.
Gerçi Ömer gibi
zarif bir adama boks gibi sert bir spor yakışmıyor elbette. O yüzden de
rüyasında bile son derece karizma bir şekilde kendini eskrim yaparken görüyor.
Rakibi kimdi, kimi yumuşak karnından vurdu ve mağlup etti pek anlam veremedim.
Bölüm sonunda Defne ile birbirlerini rakip konumunda bulmuş olmalarından
hareketle rüyasındaki rakibinin Defne olduğunu düşünüyorum ama sonra Defne’nin
“yenilmiş” olmasını, “yeniden, sil baştan ve doğru yerden başlayan hikayesine”
yakıştırmıyorum. Güçlenen, hayatının dizginlerini eline alacak, başını dik
tutacak bir Defne’nin bu işin sonunda yenilmiş olabileceğine ihtimal vermek
istemiyorum. Dizide yapılan her metafor bölüm içinde veya en geç iki bölüme
yerini buluyor nasıl olsa. Zaten bu bölüm, en az 3 yerli diziye yetecek kadar metafor
yaptı. Bunun da açıklamasını alırız elbet. Ama Defne’nin yumuşak karnından
kastımız İz ise buna inanırım işte zira kendisi benim de yumuşak karnım.
Devamlı “Sevişelim mi?” alt metniyle ortalıkta patlamaya hazır bir bomba gibi
gezinen İz bende karın ağrısı, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına yol açıyor.
Halk sağlığı açısından kendisinin en kısa zamanda yok olmasında fayda var.
Ömer, her ne kadar
rüyasından zaferle uyanmışsa da güne ne kadar da mağlup başlıyor değil mi? Aşk
hala acemisi olduğu bir alan, o yüzden en iyi bildiği, en başarılı olduğu
alanda kendini ve gönlünü avutmak istiyor. Ama kolay değil o “yok saydığı”
ilham perisinin gerçek yokluğunda bu alanda da başarılı olması, şirketini büyütmesi.
Defne de o kadar ifade ettiğim, sesiyle gülü kendine aşık eden bülbül gibi
değildi esasında bölüm başında. Aksine “gül
dalında bülbül değil bir garip serçe”* idi. Ömer’in omzunda yaşamak uğruna
ömrünün sonuna kadar uçmamaya, kanatlarına yazık etmeye razı olanından hani…
Ömer, parçalarını
toplamaya çalıştığını itiraf ediyor Defne’ye ama tek dağılıp, parça tesirli
bomba gibi etrafa saçılmış olan o değil elbette. Elimizde parçalanmış iki hayat
var. Bu sevdadan önce tam ve eksilmemiş iken şimdi birer kollarını, karaciğerlerinin
bir kısmını kaybetmiş gibi hisseden iki aptal aşık... Defne’nin çizmesini
Ömer’in evinde unutmuş olması gibi birbirlerinde bıraktılar tüm bunları ama
haberleri yok henüz. Sadece nefes almakta zorluk çektiklerini idrak edebildiler
bu, süresi hem bizim için hem de onlar için muallâk olan, ayrılık diliminde.
Nasıl olduklarını bilseler, karşılıklı olarak sorulan “Nasılsın?” sorusuna net
bir cevap verebilirlerdi belki. Hasretleri öyle çok ki, bir daha ne zaman
göreceklerini bilmedikleri o gözlerde biraz daha kaybolmak için tabiri caizse top
çevirme diyebileceğimiz kariyer, çizme gibi manasız konularda, metaforlarda
boğuluyorlar.
Şu dizinin en
sevdiğim sahnelerinden Sadri Usta ile Ömer’in dertleşme sahneleri. Koskoca
ustanın sadece dert yüklemek için aranmasına hafiften bir bozulmuyor da değilim
elbette ama adam da yaptığı tespitlerle, verdiği akıllarla, aşk acısına bir
kadeh rakı, bir Orhan Gencebay şarkısı kadar çok yakışıyor, yalan yok! “Sürekli
iyi şeyleri hatırlıyor insan.” Ayrılığa dair nasıl da güzel bir tespit? Hele de
severek ayrılmışsanız, salt “sevmek” iki kişi arasındaki beklenti
farklılıklarını kapatmaya yetmemişse… Fakat başkasının merhametine kalmaktan,
hayatının kontrolünü başkasının eline bırakmaktan ürküyorsa insan hala, gül
gibi sevdiği uğruna solup solup yeniden açmayı göze alamıyorsa, bülbül gibi
durmadan şakımaktan bitap düşmeyi kendine yediremiyorsa, daha gidilecek yolu
var demektir. “Aşk, birine seni yok etme kudreti verip onu kullanmama hususunda
ona itimat etmektir.” demişler neticede. Ama belki de aranılan umut ışığı daha
ilk sahnede bize yakılmıştır. Ömer’in eskrim yaptığı, amansızca mücadele ettiği
ve sonunda devirdiği rakibi; yanlış yapıp yapmadığı, daha fazla toleranslı olup
olamayacağı hususunda çatıştığı “eski Ömer”dir belki de. Aşık Ömer, eninde sonunda
sevmezden evvelki Ömer’i yenecektir elbette.
“Olmasaydı
hatıralar kahrolası yaşananlar
Geceleyin
deli eder beni
Şu
gözlerim olmasaydı yüreğim taştan olsaydı
Ne
kolaydı unutması seni”*
Peki unutmak
isteyen var mı? Aşk acısı öyle çok matah bir şey değil bana kalırsa ama aşkın
kendisi yaşanamıyorsa insan sevdiğinden soyut veya somut bir hatıra ister
yanında. Bu aşkın acısı olsa dahi… Ömer’i sonsuza dek kaybetmekten korkan
Defne, şimdi onun varlığını kaybetmişken yokluğunun acısıyla, acı tatlı tüm
hatıralarıyla avunmayı tercih ediyor. Elinde aksi imkan olsa bile bu yolu
seçeceğinin üstüne basa basa hem de…
Yalnız Ömer’in
kıytırık bir röportajda ayan beyan belli edemeyeceği ilham perisi mevzusuna
verdiği tepkiyi çok anlamlandıramıyorum. Ömer’in “hayır, yok!” lafına kızmadım,
Defne’yi yok saydığını düşünmedim. Belki biraz daha yuvarlak bir cevap
verilebilirdi elbette ama Defne verilen cevabın doğru olmadığını biliyor.
Ömer’in hayatında tek bir yaprağı bile kıpırdatamadığını düşünmesi biraz abartılı
değil mi? Ömer’in bu ayrılık sürecinde dimdik duramadığını, en ufacık bir el
temasında bile darmadağın olduğunu görmüşken üstelik.(Benim bile ekran
karşısında kalbim tekledi o minik dokunuşta.) Defne’yi büyümeye ve Yasemin ile
çalışmaya ikna edecek sert bir adım lazımdı ve ani kararlarıyla ünlü Defne de,
Ömer’in tek bir “Hayır!” cevabıyla önceki gün onun gözünde gördüğü tüm acıları,
sesinde duyduğu hasreti bir çırpıda siliverdi.
Dilerim büyüyen Defne bu ani
karar verme alışkanlığını da çocukluğunda bırakmış olur. Daha kırgın ama daha
olgun, daha sakin ve daha güçlü bir Defne izlemeyi hayal ediyorum artık.(Yine
de çocuk yüreğindeki güzellikleri yitirmeden.) Neriman’a posta koyuşundan bunun
ilk kıvılcımlarını da aldım. O cepheden aklıma takılan tek soru; Defne borcu
tamamen kapattığında, isminin başındaki “kiralık” sıfatını temizlediğinde,
Ömer’e doğru sahici bir adım atar mı? Yoksa hem Ömer’e kırgınlığı, hem de
gereksiz İz’in varlığı onu yine sabit kalmaya mı zorlar?
Ekmek Teknesi
dizisinin meşhur hikayecisi Herodot Cevdet, gül ile bülbül için “Her aşkın bir
cilvesi vardır. Bülbül ile gülün aşkının cilvesi ise birbirlerine aşık olup,
kavuşup, hasretlerinin son bulmamasıdır. Yani vuslatın hep bir başka bahara kalmasıdır.”
demiş idi. Bizim hikayemizdeki gül ile bülbül de aşık oldular, yeri geldi
kavuştular ama hasretlerini bir türlü dindiremediler. Tez vakitte hasretlerin
dindiği, vuslatın olduğu baharlara geçiş yapmamız dileğiyle…
*Kayahan, Bir Garip
Serçe