Haklı çıkmak kadar insana keyif ve haz
veren çok az şey vardır sanıyorum. Böyle nasıl desem, soğuk bir kış günü
yatağınızdan zar zor çıktıktan sonra okulun tatil olduğu haberini alıp sıcacık
yatağa dönmek gibi bir his bu. Geçen hafta "Meriç Acemi bunu bize, daha da
önemlisi Defne'ye neden yaptı?" sorusuna senaryo matematiği içinde
kendimce bir cevap ararken tam olarak şu satırları yazmıştım;
“Defne de aralarındaki aşka ihanet etmese de, o çok zor
inşa ettikleri güven hissine ihanet etti maalesef ve güven mutluluğun temelidir. Üçüncü
bir ihtimal; mutluluklarının temeline yerleştirilen bu dinamitin patlamasıyla
yaşanacak sarsıntının bölümlerdir kurdukları tekinsiz dengeyi yıkarak
yerine gerçek bir dengenin kurulacağı ortamı yaratma çabasında olmalarıdır.” Ve şimdi aynen bu yola girdiğimizi görmenin haklı gururu ve mutluluğu
içerisindeyim. Demek ki Meriç Acemi de Behzat Amirim gibi “Sahici bir sarsıntı
sahte bir dengeden iyidir.” düsturunu benimsemiş, çok da iyi etmiş.
Aradan geçen 23
haftaya ve her bölüm uzayan yayın süresine rağmen varılacak yol başından beri
belliymiş diyorum şimdi bu mola yerinde dönüp ardıma baktığımda. Yaşanan ve
yaşanamayan hiçbir şey boş değilmiş. Her bir yük Defne’nin sırtına adım adım
yüklenmiş. Oyunla başlanan bu çarpık yolda, hisleri içinde filizlenmeye
başladığından beri boynu eğikti zaten, sonra beli büküldü ve son kertede
dizleri de ağır yükünün altında titrerken “Eyyvah şimdi yere kapaklanacak!”
diye panik yaptık hepimiz. Tam da düşmek üzere olduğunu sandığımız anda ise bir
deli gücüyle silkinip kendine geldi. Çok şık ve kıvrak bir hareketle kurtuldu
kızım bu gitgide ayağını sıkan, bileğini morartmaya başlayan oyun prangasından.
Maalesef kendisinin de
dediği gibi “başkasının kurduğu bir oyun” idi bu. Tanımadığı bir sahnede
oynaması için, dilini dahi bilmediği bir oyunda, başrol verilmişti kendisine. Prova
imkanı da yoktu, paldır küldür attılar sahneye. Eh, sahne tozunu ilkten bir
yutunca tıkandı, aksırdı tıksırdı. Repliklerini unuttuğunda bir sufle vereni de
olmadı. Üstüne senaryoda olmayan sahneler yüklendi; aşık oldu!! Doğaçlama
yapmak zorunda kaldıkça panikledi, dili dolandı. En nihayetinde de bu bölüm
perde indi! Ama sanmayın ki seyirciye selamını vererek indi sahneden Defne.
Aksine “Bu rol bana uymadı!” dedi ve terk etti sahneyi.
“Affet beni affet kaldıysa aşkımın hatırına
Elimde olsaydı danışmazdım yalan dolana
Dert etmemek elde mi? Küçük bir adım ve uçuruma
Bana dar sahnesi dünyanın sığamadım aşkın boşluğuna
Tahammülüm yok daha fazla bu oyuna
Ne yapayım olmadı uyamadım senaryoya”*
Peki neden daha önce,
atlattığı onca badireden sonra değil de şimdi? Mesela, Ömer’le mutluluğunun
hep sürebilmesi için, Neriman Hanım’ın karşısına çıkıp “Ben bu oyunu artık
oynamayacağım, sizin de oynamanıza izin vermeyeceğim. Ömer’e de hiçbir
söyleyemezsiniz.” diye diklenmesini içten içe hep çok istemiştim. Ama demek ki
Neriman’ın yaptıkları, söyledikleri onu adamakıllı yaralamamış. Oysa ki en
sevdiğinin tek bir cümlesi en derinden yaralanıp küsmesine yol açabildi.
Anlattığı onca şeye rağmen Ömer’in “Hadi bana açıkla.” cümlesinden sonra
Defne’nin gözünde beliren hayal kırıklığını görmeyenimiz yoktur sanırım. Kendini
en sevdiğine, canından saydığına ifade edememiş olmanın hüznünü de… Bunun üstüne
bize balyoz gibi gelen “Güvenmiyorum!” sözü bile anca artçı deprem etkisi
yarattı Defne’de.
Defne’nin güven
konuşması oyunu bildiğimizde biraz haksızca, biraz fazla talepkar belki. Ama
oyundan bağımsız olarak, “evlilik arifesindeki bir çift” olarak konuştuklarını
göz önüne aldığımızda anlaşılır hale geliyor. Defne’nin dağ evinden bu yana
anlaşılmaz, dengesiz, kendi tabiriyle “biraz şey” hareketleri oldu. Altlarında
yatan temelleri biz gördük, bildik ama Ömer için manasızdı hepsi. Bu açıdan
Ömer, ilişkide “Defne’nin varlığına” güvenmeyebilir. Ancak “Defne’nin
kendisine” güvenmemek farklı bir şey. Çünkü bu kız Tramba’ya kadar hiç yalan
söylemedi Ömer’e. Şimdi bile kendini para konusunda aklamak uğruna “Abimin
borcu vardı./Düğün için lazımdı.” gibi bir yalana başvurmadı. O yüzden güven
talebinde Defne’ye hak veriyorum. (Defne haklı demeyi ne çok özlemişim!)
Zira Ömer’in Defne’den
bağımsız bir “güven” sorunu olduğu inkar edilemez bir gerçek. Önceki
tecrübeleri göz önüne alındığında normal de karşılayabiliriz elbette. Ancak,
hayatını insanlara güvenmek üzere kurmadığına göre Defne’yle normal bir şekilde
bu ilişkiye başlamış olsalar da içinde hep bir güvensizlik taşıyacakmış demek
ki. Bu açıdan baktığımızda Defne Ömer’i doğru tahlil edebilmiş. Evlilik teklifi
ederek “İki kişi olmaktan” ilk bahseden, Defne’nin hayatını kendi hayatına
katmak, onunla harmanlanmak isteyen Ömer idi üstelik. Neyse ki Ömer olağanüstü
zeki bir adam. “Ayrı konuları” olduğu için gönül koyarken, Defne’nin onu kendi
hayatından uzak tutmasına ve ona güvenmeyerek dertlerini açmamasına içerlerken,
bir yandan da kendisinin Defne’ye güvenmemesinin yarattığı çelişkinin farkına
varacaktır eminim.
Çünkü karşısındaki, dediği
gibi “Defne işte..”. “İnsanlar
gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler. Gitmeleriyle kendilerini
yalnız bırakanlara aşık olurlar.”** Yalnızlığı yollarına pusu kurmuş olan Ömer
de Defne’yi çok sevdi; çünkü aldığı yaralar yüzünden usulca sığındığı inlerden onu
Defne çıkarttı. Ve Ömer Defne’ye çok da aşık oldu; çünkü Defne’nin yokluğu onu
eskisinden daha da koyu bir yalnızlığa mahkum etti. Yalnızlığın sonu olmadığını
anlamasına yol açtı. Belki de bu koyu yalnızlığın sonunun gelmesi için biraz
daha esnemesi gerektiğini de öğretecek ona Defne, farkında olmadan yaptığı daha
bir dolu şey gibi… Defne için tentürdiyot gibi diyebiliriz sanırım; hem
renginden ötürü hem de Ömer’in canını yakarken aynı zamanda onu iyileştirebilme
kabiliyetinden dolayı. Ömer, hele bir onun yokluğunu yaşasın, hayatındaki tüm
çatlakları usul usul nasıl doldurmuş olduğunu ve her şeye rağmen hayatındaki en
sağlam kara parçasının yine de o olduğunu görsün bakalım. Prensipleri ve öğretileri
ile mutluluğu arasında seçim yapma aşamasına adım adım gelsin ki o seçim anında
gözü kapalı mutluluğunu tercih edebilsin.
Ömer’in yaşayacağı bu
süreçte senaryoyu ise Defne yazacak artık. Üstelik bu sefer dilini bile
bilmediği bir ülkede kaybolmuş gibi paniklemeyecek. Kendinden son derece emin,
makyajını yapmış, ezberini tamamlamış bir şekilde; bildiği sahneye çıkacak,
tanıdığı oyuncularla kendi hayat oyununu oynayacak. Neticede bir kere sahne
tozu yutan bir daha iflah olmaz derler. Piyesin ikinci yarısı başlıyor,
yerlerimizi alalım…
*Funda Arar, Affet
**Özdemir Asaf