Kiralık Aşk: Ve perde!

Kiralık Aşk: Ve perde!
Haklı çıkmak kadar insana keyif ve haz veren çok az şey vardır sanıyorum. Böyle nasıl desem, soğuk bir kış günü yatağınızdan zar zor çıktıktan sonra okulun tatil olduğu haberini alıp sıcacık yatağa dönmek gibi bir his bu. Geçen hafta "Meriç Acemi bunu bize, daha da önemlisi Defne'ye neden yaptı?" sorusuna senaryo matematiği içinde kendimce bir cevap ararken tam olarak şu satırları yazmıştım; Defne de aralarındaki aşka ihanet etmese de, o çok zor inşa ettikleri güven hissine ihanet etti maalesef ve güven mutluluğun temelidir. Üçüncü bir ihtimal; mutluluklarının temeline yerleştirilen bu dinamitin patlamasıyla yaşanacak sarsıntının bölümlerdir kurdukları tekinsiz dengeyi yıkarak yerine gerçek bir dengenin kurulacağı ortamı yaratma çabasında olmalarıdır.” Ve şimdi aynen bu yola girdiğimizi görmenin haklı gururu ve mutluluğu içerisindeyim. Demek ki Meriç Acemi de Behzat Amirim gibi “Sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.” düsturunu benimsemiş, çok da iyi etmiş.

Aradan geçen 23 haftaya ve her bölüm uzayan yayın süresine rağmen varılacak yol başından beri belliymiş diyorum şimdi bu mola yerinde dönüp ardıma baktığımda. Yaşanan ve yaşanamayan hiçbir şey boş değilmiş. Her bir yük Defne’nin sırtına adım adım yüklenmiş. Oyunla başlanan bu çarpık yolda, hisleri içinde filizlenmeye başladığından beri boynu eğikti zaten, sonra beli büküldü ve son kertede dizleri de ağır yükünün altında titrerken “Eyyvah şimdi yere kapaklanacak!” diye panik yaptık hepimiz. Tam da düşmek üzere olduğunu sandığımız anda ise bir deli gücüyle silkinip kendine geldi. Çok şık ve kıvrak bir hareketle kurtuldu kızım bu gitgide ayağını sıkan, bileğini morartmaya başlayan oyun prangasından.
 
Maalesef kendisinin de dediği gibi “başkasının kurduğu bir oyun” idi bu. Tanımadığı bir sahnede oynaması için, dilini dahi bilmediği bir oyunda, başrol verilmişti kendisine. Prova imkanı da yoktu, paldır küldür attılar sahneye. Eh, sahne tozunu ilkten bir yutunca tıkandı, aksırdı tıksırdı. Repliklerini unuttuğunda bir sufle vereni de olmadı. Üstüne senaryoda olmayan sahneler yüklendi; aşık oldu!! Doğaçlama yapmak zorunda kaldıkça panikledi, dili dolandı. En nihayetinde de bu bölüm perde indi! Ama sanmayın ki seyirciye selamını vererek indi sahneden Defne. Aksine “Bu rol bana uymadı!” dedi ve terk etti sahneyi.
 
“Affet beni affet kaldıysa aşkımın hatırına
Elimde olsaydı danışmazdım yalan dolana
Dert etmemek elde mi? Küçük bir adım ve uçuruma
Bana dar sahnesi dünyanın sığamadım aşkın boşluğuna
Tahammülüm yok daha fazla bu oyuna
Ne yapayım olmadı uyamadım senaryoya”*
 
Peki neden daha önce, atlattığı onca badireden sonra değil de şimdi? Mesela, Ömer’le mutluluğunun hep sürebilmesi için, Neriman Hanım’ın karşısına çıkıp “Ben bu oyunu artık oynamayacağım, sizin de oynamanıza izin vermeyeceğim. Ömer’e de hiçbir söyleyemezsiniz.” diye diklenmesini içten içe hep çok istemiştim. Ama demek ki Neriman’ın yaptıkları, söyledikleri onu adamakıllı yaralamamış. Oysa ki en sevdiğinin tek bir cümlesi en derinden yaralanıp küsmesine yol açabildi. Anlattığı onca şeye rağmen Ömer’in “Hadi bana açıkla.” cümlesinden sonra Defne’nin gözünde beliren hayal kırıklığını görmeyenimiz yoktur sanırım. Kendini en sevdiğine, canından saydığına ifade edememiş olmanın hüznünü de… Bunun üstüne bize balyoz gibi gelen “Güvenmiyorum!” sözü bile anca artçı deprem etkisi yarattı Defne’de.
 
Defne’nin güven konuşması oyunu bildiğimizde biraz haksızca, biraz fazla talepkar belki. Ama oyundan bağımsız olarak, “evlilik arifesindeki bir çift” olarak konuştuklarını göz önüne aldığımızda anlaşılır hale geliyor. Defne’nin dağ evinden bu yana anlaşılmaz, dengesiz, kendi tabiriyle “biraz şey” hareketleri oldu. Altlarında yatan temelleri biz gördük, bildik ama Ömer için manasızdı hepsi. Bu açıdan Ömer, ilişkide “Defne’nin varlığına” güvenmeyebilir. Ancak “Defne’nin kendisine” güvenmemek farklı bir şey. Çünkü bu kız Tramba’ya kadar hiç yalan söylemedi Ömer’e. Şimdi bile kendini para konusunda aklamak uğruna “Abimin borcu vardı./Düğün için lazımdı.” gibi bir yalana başvurmadı. O yüzden güven talebinde Defne’ye hak veriyorum. (Defne haklı demeyi ne çok özlemişim!)
 
Zira Ömer’in Defne’den bağımsız bir “güven” sorunu olduğu inkar edilemez bir gerçek. Önceki tecrübeleri göz önüne alındığında normal de karşılayabiliriz elbette. Ancak, hayatını insanlara güvenmek üzere kurmadığına göre Defne’yle normal bir şekilde bu ilişkiye başlamış olsalar da içinde hep bir güvensizlik taşıyacakmış demek ki. Bu açıdan baktığımızda Defne Ömer’i doğru tahlil edebilmiş. Evlilik teklifi ederek “İki kişi olmaktan” ilk bahseden, Defne’nin hayatını kendi hayatına katmak, onunla harmanlanmak isteyen Ömer idi üstelik. Neyse ki Ömer olağanüstü zeki bir adam. “Ayrı konuları” olduğu için gönül koyarken, Defne’nin onu kendi hayatından uzak tutmasına ve ona güvenmeyerek dertlerini açmamasına içerlerken, bir yandan da kendisinin Defne’ye güvenmemesinin yarattığı çelişkinin farkına varacaktır eminim.
 
Çünkü karşısındaki, dediği gibi “Defne işte..”. “İnsanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler. Gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.”** Yalnızlığı yollarına pusu kurmuş olan Ömer de Defne’yi çok sevdi; çünkü aldığı yaralar yüzünden usulca sığındığı inlerden onu Defne çıkarttı. Ve Ömer Defne’ye çok da aşık oldu; çünkü Defne’nin yokluğu onu eskisinden daha da koyu bir yalnızlığa mahkum etti. Yalnızlığın sonu olmadığını anlamasına yol açtı. Belki de bu koyu yalnızlığın sonunun gelmesi için biraz daha esnemesi gerektiğini de öğretecek ona Defne, farkında olmadan yaptığı daha bir dolu şey gibi… Defne için tentürdiyot gibi diyebiliriz sanırım; hem renginden ötürü hem de Ömer’in canını yakarken aynı zamanda onu iyileştirebilme kabiliyetinden dolayı. Ömer, hele bir onun yokluğunu yaşasın, hayatındaki tüm çatlakları usul usul nasıl doldurmuş olduğunu ve her şeye rağmen hayatındaki en sağlam kara parçasının yine de o olduğunu görsün bakalım. Prensipleri ve öğretileri ile mutluluğu arasında seçim yapma aşamasına adım adım gelsin ki o seçim anında gözü kapalı mutluluğunu tercih edebilsin.
 
Ömer’in yaşayacağı bu süreçte senaryoyu ise Defne yazacak artık. Üstelik bu sefer dilini bile bilmediği bir ülkede kaybolmuş gibi paniklemeyecek. Kendinden son derece emin, makyajını yapmış, ezberini tamamlamış bir şekilde; bildiği sahneye çıkacak, tanıdığı oyuncularla kendi hayat oyununu oynayacak. Neticede bir kere sahne tozu yutan bir daha iflah olmaz derler. Piyesin ikinci yarısı başlıyor, yerlerimizi alalım…
 
*Funda Arar, Affet
**Özdemir Asaf
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER