Daha ilk fragmanlarından ilgimi çeken diziye geçen hafta
yayımlanmış olmasına rağmen ancak önceki gün başlayabildim. Deyim yerindeyse
sabahladım ve dün bitirdim. Yani kimin ilk bakışı ayol diyorsanız bendenizin,
bu perinizin ilk bakışı arkadaşlar! Hafta boyunca spoiler yememek adına hem
kişisel hem de anonim Twitter hesaplarımdan diziyle ilgili tüm kelimeleri
sessize almıştım, bu sayede büyük oranda spoilersız izleyebildim. Öyle ki sezonu 12 bölüm sanıyordum. 8. Bölüme geldim; sağ yapıyorum yapıyorum gitmiyor.
Bir de baktım ki bitmiş. Epeydir bir yerli dizi için, hatta yerli diziyi de
geçtim yakın zamanda izlediğim hiçbir dizi için böyle hissetmemiştim. Oyuncu
kadrosu ve Meriç Acemi kalemi elbette bir beklenti yaratmıştı ancak itiraf
etmek gerekirse bu kadar da beğeneceğimi düşünmemiştim. Hiç olmadı birkaç güzel
sahne izleriz, özlediğimiz oyunculara doyarız demiştim. Ama karşıma gerçekten
de çok kaliteli bir iş çıktı. Gerek çekim kalitesi, efsane müzik seçimleriyle
gerekse ince ince işlenmiş karakter hikâyeleriyle gerçekten ben kendi adıma o
tatmin duygusunu aldım.
Ben dizi müzikleri listesini açtım, kulaklığımı
taktım. Gelin siz de yamacıma oturun, şöyle bir güzel konuşalım. Düzenli
okurlarım bilir. Ben öyle bir yerden girer, farklı bir yerden görünür sonra da
hoop oradan toparlar güç bela bir yere bağlar öyle bitiririm yazılarımı.
Takılın peşime, bir yerden bağlarız^^

Dizide favorim Kaan Urgancıoğlu’ydu. Kara Sevda’dan beri
kendisini izleyememiştim, gerçekten çok özlemişim onu izlemeyi. Üzerine aldığı
rolü böyle çok dolu dolu giyen bir isim. Emir Kozcuoğlu karakterini unutabilen
varsa şahsen kendisinden önce benim kalbimi kırar. Kötüyü giyinebilmek zor
iştir, sevdirebilmek daha da zor iştir. Kaan Bey ikisini de çok iyi başarmıştı.
Yazım bir yerden önüne düşer de okursa buradan kocaman sevgiler kendisine.
Dizideki adının Kara Sevda’daki can düşmanının adıyla aynı oluşu bir tek benim
dikkatimi çekmemiştir herhalde, gülümseten bir detaydı. Birtakım
tesadüfleeeer... “Kemâl” karakteri cool, hatta cooldan da öte insanlarla
muhatap bile olmak istemeyen biri olarak girdi diziye. Bir “John Keating”
olmadığı iddiasıyla başlayan karakter ondan da hallice bir forma ulaştı ya^^
İşte ne oldum demeyeceksiniz, ne olacağım diyeceksiniz arkadaşlar. Sevgi insanı
böyle iyileştirir. Pınar Deniz ile ikisini birleştirme fikri kimden çıktıysa
kendisine de kocaman sevgiler gönderiyorum <3 Enerjileri o kadar güzel uymuş
ki böyle bildiğiniz hayranlıkla izledim.
Pınar Deniz, dizide düzene uymayı reddettikleri için “kötü”
olarak etiketlenen öğrencilerini korumaya çalışan idealist öğretmen “Burcu”
karakterini canlandırıyor. Son derece iyi kalpli ve vicdanlı bir karakter bu
Burcu Öğretmen. Hikâye biraz da onun üzerinden başlıyor. Çünkü aşk oyunumuzun
başrolü o! Serseri dörtlümüz örgün eğitimden atılmamaları için tek şanslarının
Burcu hocalarının İstanbul’da kalması olduğunu öğreniyor. Bunun üzerine
güçlerini birleştirerek harekete geçiyorlar. Plan belli. Bir insanı bir mekâna
mıhlamanın en kolay yolu kalbini oraya bağlamaktır. Aşk konusunda pek işe yarar
fikirleri olmayan ekibimiz bu konuda işin uzmanına başvuruyor: ekibin filozof
serserisi Sinan’a deli gibi aşık olan kızımız Işık!

Genç isimlerden İpek Filiz Yazıcı’nın canlandırdığı Işık
sınıfın çalışkan kızı, okul temsilcisi. Tüm kalbiyle ve en güzel gülümsemesiyle
Sinan’a âşık... Dizide onun sevgisinin güzelliği de içimizi ısıtan
detaylardandı. Şefkatli bir sevgi anlayışı var. Koruyan, kollayan, ince düşünen
bir sevgi bu... Böyle anlatınca sizin de içiniz ısındı değil mi? Ah mine’l
âşk... Işık onlara yardım etmeyi kabul ediyor. Aşk operasyonunda ilk aşama
Burcu Hoca’ya uygun bir “beyaz atlı prens” bulmak! Arayışlar sonunda okula yeni
gelen havalı takım koçu Kemâl Hoca’da karar kılıyorlar. ( Tam isabet!)
Çalışmalar başlıyor. Rock konserleri, kilitli kapılar ardında romantizm
rüzgârları, hoş sohbetler, gençlik bayramı çalışmaları... Ve beklenen oluyor
tabii ki. (Fonda “Ateşle barut yan yana durmaz.”)
Meşhur sandal sefasındaki şarkı çalıyor şu ân. Sabit durup
devam edebilmek çok zor! Ama peri olmak bunu gerektirir. Devam ediyoruz :)

Aşk
kapıyı kırarak giriyor girmesine ama bir engelimiz var. Ali İl canlandırdığında
bile sevemediğimiz karakterde biri kendisi... Tanrım! Burcu Öğretmen’in kazara
nişanlısı oluvermiş. Gündüz Kemâl Hoca’yla basket dersleri, akşam bıçak ucuyla
meyve uzatmaca... Resmen bir hayaller-hayatlar altyazıları görüyorsunuz orada.
Bir ân gerçekten bu olay uzayacak da ilk sezonu böyle bitireceğiz diye korktum
ama çok şükür bizim ekip devreye girdi de kendisini Trabzon’a geri
uğurlayabildik. Ve ah... Favori sahnem Kemâl’in Burcu’nun şahaneliği karşısında
artık dayanamayarak “Senin için savaşmaya varım. Beni seç.” konuşması yaptığı
sahne... Yine Meriç Acemi’nin yazdığı “Kiralık Aşk” dizisinde Ömer’in
tasarımcılara ilham vermek için ayakkabılar üzerinden yaptığı aşk tanımlarının
tadını aldım o sahneden. Kemâl karakterinin ilk bölümden bu yana âşka
uğramasıyla geçirdiği karakter gelişim sürecinin çok net bir biçimde ortaya
konulduğu bir sahneydi. Gerçekten de böyle bir şeydir aşk. “Hiç yapmam.”
dediğiniz şeyleri yaptırır size. Kalp beyni kandırır, tüm “asla”ları bir bir siler.
Bir tanesi hariç! Asla vazgeçemezsiniz. Öyle diye bir şeyin varlığına dahi inanamaz
hâle gelirsiniz. Neticede bir sevmek bin defa ölmek gibidir, bin defa ölüp de
ölememektir. * (Evet doğru tahmin, sıra ona geldi. Bağlıyorum hemen^^)
Kemâl de artık net bir biçimde aşkını kabullendiğini ve
kalbine sahip çıkacağını gösteriyor bu sahnede. Öyle bir ânlık bir şey
olmadığını anlıyor o da. Ve işte orada aşkın en büyük düşmanı, o meşhur gurur
perdesi çekiliyor aradan. Burcu da nişanlısından ayrıldığını, yani çoktan onu
seçmiş olduğunu söylüyor artık gönül rahatlığıyla. Emin olduğunuz bir sevgide
gurur kalmaz çünkü. Ha kaldıysa bence denklemin başına dönmeli, öyle çok da
emin olunmamalı o sevgiden. Periden söylemesi...

Mert Yazıcıoğlu... Genç isimler arasında öne çıkmış durumda.
Çünkü canlandırdığı karakter empati yapmanın hem en zor hem de en kolay olduğu
karakter. Nasıl hem en zor hem en kolay oluyor peri? Hemen açıklayayım sevgili
okur. Empati yapmak çok zor çünkü büyük çoğunluğumuz bir şekilde bir ailenin
içinde büyüdük ve ailesi tarafından direkt reddedilmiş bir karakterin yerine
kendimizi koymak bile bizi çok zorluyor. Hem de çok kolay çünkü Mert Yazıcıoğlu
karakteri sarsak yürüyüşüne varıncaya kadar o kadar güzel giyinmiş ki acısını
da, tereddütlerini de çok net bir biçimde geçirebiliyor izleyiciye. Gerek
hastane sahnesindeki çaresizliği gerek de Işık’ın şefkatli ilgisi karşısındaki
şaşkınlığı ve ne yapacağını bilemez hâliyle hepimizin yüreğine dokundu. Sevgiyi
nasıl karşılayacağını ve nasıl ifade edeceğini bilememesi yönüyle pek bir
umutsuz vakaydı ama neyse ki Eda’cığımız devreye girdi de işler biraz hızlandı.
Burcu&Kemâl’den sonraki favori çiftim o ikisi. Sonradan ayrılmış olmaları
biraz kalbimi kırdı açıkçası ama bir şekilde yollarını tekrar kesiştirecekler.
Cezaevi sahnesini ilk gördüğümde o karakterin Osman olduğunu düşünmüştüm (Kerem
varken ne alakaysa?^^) Ama bölümler ilerledikçe, bir de tabii sonradan sahneyi
detaylı izleyip bardaki “S.A.” (Sinan Artan) ve şal detayını görünce emin olduk
Sinan olduğuna. En sonunda babasını da porselenlerle birlikte denize mi attı
yoksa bir başkasını kurtarmak için mi girdi hapishaneye bilmiyoruz. Ama cidden
kırıcı. Arada yirmi yıllık bir zaman atlaması var ve cidden insanın içine
oturuyor. Zaman geçişlerinin etkileyiciliği biraz da bundan.

Eda karakteri gibi biri illa ki sizin de hayatınızda
olmuştur. Dışarıdan ön yargıyla yaklaşılmaya fazlasıyla müsait olan bu
karakteri biraz kazıyınca Sinan’ın yaptığı muhteşem tespitler çıkıyor ortaya.
Tabii insanlar genelde konuşmaya meyilli ve kimse Sinan gibi kendini biraz geri çekip hayata geniş
çerçeveden bakamıyor. Böyle olunca da görüş açılarımıza aldanıyor, büyük resmi
göremiyoruz. Karakter hatırladığım kadarıyla en son “Elimi Bırakma” dizisinde
Alp Navruz’la izlediğimiz Alina Boz tarafından canlandırılıyor. Twitter’da bir
yorum görmüştüm, Eda’nın Işık’ın annesini ikna etme sahnesinde birden Elimi
Bırakma’daki Azra rolüne dönüvermesiyle ilgili. Muazzam tespit! Sahneye de
yoruma da bir güldüm. Biraz ciddileşirsek, Eda karakteri gerçekten de o hayatta
ne yapacağını bilemeyen, toplum yargıları içinden doğruyu bulmakta güçlük geçen
profilini çok iyi yansıtmış. Şu meslek seçim olayında kendimi gördüm, açıkçası
bu tarz tartışmaları ben de çok yaşadım. Cidden insan bazen sadece kalbinin sesinin
peşinden gitmeli. Diğer seslere kulaklarını kapayamadığında o kafada oluşan
gürültü çok ciddi bir ağrı sebebi oluyor, yükü ağır...
Kerem karakteri benim çok girmek istemediğim bir karakter
aslında, ama hadi yine ufaktan bir girip geçeyim. Kişilerin dış dünyaya karşı
yansıttıkları öfkenin aslında kendilerine olduğunu çoğumuz biliyoruz artık.
Kendi içlerinde yenemedikleri şeylere, altında ezildiklerine yöneltemedikleri
tepkiyi dış dünyaya veriyor bu karakterler. En sonda tam özür dileyecekken
babasının verdiği sözü tutmadığını ve yine aynı şeyin yaşandığını öğrendiğinde
verdiği tepki tam da karaktere uygun bir tepkiydi. O kısmı beğendim. Karakterin
kendi içinde yaşadığı bunalımlar, içten içe yaptıklarının bir hata olduğunu bilse
de başka bir çözüm yolu bulamadıkça delirme hâli... Ne yapacağını bilememesi...
Bir anlamda yalnızlığı... Karakter çok güzel işlenmiş. Meriç Acemi’ye
tebrikler...

Osman... Tanrım! Şu hikâyede hikâyesini en ilginç bulduğum
ve çözmekte zorlandığım karakter o.
Diğer herkes kendini bir şekilde gösterdi ama onda hâlâ boşluklar var.
Günümüz sahnelerinde biraz daha açığa kavuşacağını düşünüyorum. Ve açıkçası
günümüzde onu bir holding kurmuş olarak görsem aşırı mutlu olurum :) Hiç
evlenmemiş ama bir kız çocuğu evlat edinmiş olsa mesela... Selahattin Paşalı’yı
“Kalp Atışı”nda Alp olarak tanımış ve çok sevmiştim. Osman’ı bize sevdiren en
büyük neden de karakteri onun canlandırıyor olması bence. Aşırı cool durmuş! 10
üzerinden 10 verdim, buradan kocaman sevgiler... (Ha bi de gülüm fındık stoğu
tükenirse periniz burada, en alasından ayarlarız^^) Ayrıca son sahnede herkesin
ailesi kalakalırken Osman’ın babasının onu çılgınca alkışlaması <3 ben. İşte
aile olmak budur! Sonda kapıyı çalanın da Osman olduğunu düşünüyorum, çünkü
gruptaki yalnız kovboy o. Bence kızların sevdiceklerine kavuşması için biraz
daha sürünmeleri istenecek. Hatta günümüz sahnelerinde bu üçlü birlikte Kerem
ve Sinan’ı arayabilirler.
Bade İşçil, Işık’ın günümüz hâline olmuş. Sırıtmamış. Işık’ın
günümüz tarzının Sinan’la aynı olması da çok güzel bir detaydı. Bakın yine
gözlerimi doldurdu, bu ikisinin sevgilerinin güzelliği beni çok duygusal bir
peri yapıyor. Tuba Ünsal’ı görmeyi beklemiyordum, bir ufak şaşırttı beni. Ama
cidden Eda karakterine uymuş. Karakterin yıllar içinde geçirdiği dönüşüm güzel
işlenmiş ve gerçekçi duruyor. Ve dizide en çok merak ettiğim kısım Eda’nın ne
yaptığı? Grubu bu dağıtmış gibi algıladım ben ama çözemedim bir türlü.
Yorumlarda bu konuyla ilgili düşüncelerinizi belirtin lütfen. Bana Twitter’dan
ve Instagram’dan da ulaşabilirsiniz. Cidden üzerine tartışılmayı hak eden bir
kısım.

Elimden geldiği kadar 8 bölümün tamamını kapsayan bir yorum
yapmaya ve tüm ana karakterlere değinmeye çalıştım. Umarım sizin için de
doyurucu olmuştur. Bence cidden çok güzel bir iş olmuş. Kötü eleştirilerin “Biz
dizi yapamıyoruz işte kabullenin artık” tayfasından geldiğini düşünüyorum. Ve
bence bir noktada haklılar, kendileri bir şey yapamıyorlar :) Bunu örtmek için
de yapmaya çalışan insanları eleştiriyorlar, bildiğiniz klavye delikanlılığı
olayı. “Sadece yabancı dizi izliyorum.” İfadesinin artık bir “entelektüellik”
göstergesi olmadığı ve Türklerin de oldukça kaliteli işler çıkarttığı aşikâr.
Gittikçe gelişiyoruz dostlar! Uluslararası düzeye erişiyoruz. Yavaş yavaş... “Aşk
101” de benim gözümde Netflix’te izlediğim diğer bazı dizilerle eşdeğer
seviyedeydi, hatta pek çoğundan da iyiydi. Sadece günlük hayatta küfür
kullanmadığı belli olan bazı oyuncuların böyle vurgulu, tane tane küfretmesi
göze batıyordu. Çoğu kişide rahatsız etmedi ama iki üç kişide bu durum
mevcuttu, bence bu sezon arasında bu sorun da halledilebilir. Lise çağındaki
gençler olduğu için aşırılıklar olması gibi bir çekincem vardı ama bence
karakterlerin zaten sorunlu aile yapılarından gelmiş olmalarının ve birtakım
normallere uymadıklarının altı çizildiği için beni rahatsız eden bir yer
olmadı. Biraz “farklı” olsalar da onların birer çocuk olduğunu hep hissettik.
Şu virüs belasından bir ân evvel kurtulup -mümkünse daha çok
bölümlü- ikinci sezona bir ân evvel kavuşabilmeyi diliyorum. Tüm ekibin emeğine
sağlık! İzlenmeniz bol olsun. Burcu ve Kemâl ikilisi benim favorim olduğu ve
onlar üzerine biraz daha konuşmak istediğim için yakın zamanda onlara özel bir
yazı yazmayı planlıyorum. Belki zaman bulursam “Işık-Sinan” ikilisi için de
yazarım. Takipte kalın güzel insanlar...
Sevgiyle, umutla, sağlıkla ve lütfen evlerinizde kalın :)
Not: Müsaadenizle düzenli okurlarım için bu yazıdan alakasız
olarak küçük bir dipnot geçmek istiyorum. “Bambaşka dünyaları evinize
sığdıracak yerli dizi önerileri” yazı dizimi unutmadım. Sadece şu ara araya çok
şey girdiği için ilgilenme fırsatım olmadı. Ama maddelerim hazır. Listenin
ikinci ve üçüncü bölümleri de çok yakında sizlerle olacak. Zaman konusunda
biraz sıkıntım olduğu doğru ama n’apalım artık, siz de beni böyle seviyorsunuz
değil mi? :)