Türkiye'de Online Seç-İzle platformu açma girişimi pahalı bir macera olarak yerel eğlence sektörümüzün "başarısız girişimler" hanesine altın harflerle yazıldı. En başarılı lansman projesi Fi'yi seyircisine sunmuş olan Puhu Tv, tam bir planlama kaosu yaşadı ve bizi hayal kırıklığına uğrattı. Şimdilerde çok pahalı ve havalı bir video portalı olarak sessizce oturup, unutulmayı bekliyor. Demirören Grubu'na yapılan satışa dahil edilmeyerek bir anlamda bağımsızlığını ilan eden Doğan Ailesi'nin portalı Blu Tv ise ilk heyecanla ve hızla özel içerik üretimine devam ediyor. Çok genç, elleri sektör dengeleri ve gelenekleriyle kirlenmemiş bir ekip var başında. Konvansiyonele iş yapma refleksleri kemikleşmiş, dijitali neredeyse hiç bilmeyen ve anlamayan, anlama imkanları da sıfır olan büyükleri kulaklarına küpe takmaktan vazgeçerse ekibin gelecekte çok daha parlak işler yapacağına dair inancım bugün de tam. Bu cepte!
Gelelim Blu Tv'nin son üretimi olan, heyecanla beklenen o Yaşamayanlar meselesine... Hazırlık aşaması yaklaşık 1.5 yıl süren Alphan Eşeli projesiYaşamayanlar'ın çekimleri Haziran ayında bitmişti. 6 Eylül akşamı da (nedense her hareketlerini konvansiyonele göre ayarlıyorlar) ilk iki bölümü yayına verdiler. Yaşamayanlar, ilk vampir dizisi olarak Türk seyircisine sunuldu. Ülkemizde sadece komedi filmlerine malzeme olmayı başarmış vampir dünyası ilk kez drama olarak seyirciyle kucaklaşacaktı. Dünya televizyonlarını kasıp kavuran True Blood, Vampire Diaries gibi örneklerini sezonlarca ağzı açık izleyen kitle, Yaşamayanlar'ı heyecan içinde bekledi. "Hikayen güçlü ve inandırıcı olursa bezelyelerin aşkını bile anlatır, satarsın" diyen Drama Tanrısı bile İlk Türk Vampir Dizisi'ni heyecanla bekliyordu. (İnşallah izlememiştir..)
Blu Tv için üretilen 7 Yüz projesinde bir bölüm çeken ve başarılı eleştiriler alan Alphan Eşeli için bu projenin de fikir babası dediklerinde, sürecini anlatmak için tercih edilen bir cümle beni çok tedirgin etmişti. "Çok acayip değişik bi kafası var". Bu iltifat cümlesi beni daima korkutur. Değişik olana değil zira YENİ olana inanırım. Neyse. Deneyimli ve popüler bir senaristle başlayan yazım süreci aniden "deneyimsiz gençler" ile devam etme kararı aldı çünkü Eşeli'nin kafası çok değişikti ve muhtemelen kimse onu anlamıyordu. Haklı olabilirdi. Zaman zaman genç fikirler sektörün kemikleşmiş ticari zihniyeti tarafından doğru değerlendirilemiyor. Sustuk, bekledik sessizce.. Şans vermek lazımdı.
Yaşamayanlar oyuncu kadrosuna önce Kiralık Aşk namlı romantik komedi dizisi ile sosyal medyada büyük bir hayran kitlesi kazanan ve uzun zamandır "iyi bir hikaye" olmadığı için iş yapmayan genç oyuncu Elçin Sangu'yu dahil etti. Birkan Sokullu ve Selma Ergeç'in ardından Kerem Bürsin projeye oyuncu olarak girdi ve ortak yapımcı da oldu. Neler oluyordu? Sonra projeyi Netflix'in de portalına dahil edeceği dedikoduları çıktı. Aman Tanrımdı! Demek batı yakasında güzel şeyler de oluyor diyerek sessizce bekledim. Ancak iş sahaya çıktığında yani çekimler başladığında ilk memnuniyetsiz ifadeler de dedikodu kulislerine düşmeye başlamıştı. Hele ilk kareler ve video tanıtım geldiğinde şahsen işin kalitesi ve çıtayı nereye koyacakları hakkında net bir fikrim oluşmuştu. Nihayet o gün geldi çattı. Gala gecesi Blu Tv yöneticilerindeki tevazu ile taban tabana zıt kibir dolu yönetmen konuşması, oyuncuların cümlelerine sızan gizleyebildiklerini zannettikleri o ince telaş, yersiz neşe dışa yansıdıkça bendeki mesaj daha da netleşti. "Bu iş olmamış, hep beraber zarfı nasıl kurtarırızın peşine düşmüşler" dedim.
Şimdi size sahne sahne işi eleştirmeyeceğim. Bunu yapmaya girişirsem yazı metrelerce sürer. Yıkıcı eleştiri yapmayı hiç sevmem. Mutlaka projenin içinde bir an'a,bir oyunculuk performansına, sanat yönetimine ya da bi zeka kırıntısına tutunmak isterim. Prensip olarak önce işin içindeki iyi şeyleri över sonra kötü olanı söylerim. Yok. Bulamadım. Bulan varsa beri gelsin. O nedenle hazırsanız, lafımı yekten, süslenip püslenip gizli saklı laf sokmadan, her zaman olduğu gibi açıkça ama bu kez önden uzun övgüler düzemeden söyleyeceğim; Affola!
Galaya gitmedim. Filmloverss röportajında "Bana kötü görünüyorsun dediklerinde seviniyorum çünkü kötü görünmem lazım" diyen (aşağı yukarı bunu söylemiş tam cümleler bu olmayabilir) Elçin Sangu, dönüştüğü andan itibaren ölümsüzlük ile birlikte bir de plastik kusursuzluk ve cazibe armağan edilen, son 50 yıldır literatürde cazibenin, güzelliğin, estetiğin sembolü ilan edilmiş bir ırka mensup karakteri canlandırırken Nosferatu'yu referans aldığını söylemiş. Daha doğrusu röportaj, bulunan felsefi formül sunucu kızımıza söylenmiş, o da ezbere bi pas atmış; Sangu da "Bu oyuncuya dayatılan güzel kadın imajı yüzünden Mia'yı 1922'ye dönüp Nosferatu üzerinden yorumladım" demeye getirmiş gibi duruyordu.. Yine de wow! Derslerini iyi çalışmışlar dedirtecek kadar derinlikli bir yorumdu, tebrik ederim.. Sangu tespitinin sonuna da "İnşallah becerebilmişimdir" diye eklemiş. İçi rahat olsun, becermişler. Mia gerçekten aşırılı pejmurde haliyle sinemanın ve televizyonun dayattığı bütün estetik kalıpları yıkmış. Cinsiyetsiz olmayı becerememiş ama "bu niye değişik la?" dedirtmeyi becermiş. Keşke bu felsefik yorumu bölüme KJ olarak da girselermiş. Madem bu kötü görünmeler taammüdendir, o zaman biri bana ilk bölüme "Beklediğimden de güzelmişsin" repliğinin neden eklendiğini açıklasın? Oysa karakteri bu kafayla okumlarsak Nosferatu'nun kemiklerini sızlatacak seksapeliyle ortada salınan sarı gacının repliği "Kız bu ne hal, perişan görünüyon! 1922'de değiliz git bi saçını başını topla" olmalıydı.. Geçelim bunları arkadaşlar...
İlk ve ikinci bölümlerin başına koydukları açılış sahnesinde (ekranda yazmasa 1800'ler olduğunu asla anlamayacağımız o zindanda), Mia'dan gelen (ağzında görmediğim için ancak sahnede başka kadın görmeyince Mia'dan geldiğini anladım) belli belirsiz mırıltıyı anlamsız ve yersiz bulunca araştırdım. Zira bölümlerin kurgusu boyunca hep hissettiğim gibi ses montajında da çapak kaldı zannettim. Dedim o ne mırıltısı Hacılar? Dediler ki o mırıltı bir Bulgar ninnisi aslında. Vay anasını dedim. O, kulak kabartmazsan dikkatini çekmeyecek olan mırıltı aslında bir NİNNİ mi? Peki seyirciye karakter ve motivasyonu hakkında çok net bir ipucu verecek olan bu -cılk klişe ama razıyım- bilgi neden önemsenmemiş? Neden Mia o ninniyi tane tane içimizi eze eze söylememiş? Bu hata/eksik kime ait? Yönetmene mi? Oyuncuya mı? Oyuncunun ezberi mi zayıf, yönetmen işini mi umursamıyor? Olmuyorsa, at arkadaşım o mıyıltıyı! Atmayacaksan, o ninniyi taş gibi söylet. Söyleyemiyorsa, bi yolunu bul, dublaj yaptır. Nerde duysak tanır mıyız sanıyorsunuz Sangu'nun sesini? 10 bölüm, beheri 60 dakikadan oluşan bir proje için iki satır Bulgarca ezberlenemiyorsa, olmadı Bulgarca bilen birine o ninni söyletilip montajlanamıyorsa ben sizin ciddiyetinize, projeye aşık olduğunuza, riske koşan değişik kafalarınıza nasıl inanayım? Elin oğlu keman çalıyor ayol üç ayda!
Yaşamayanlar'da sergilenen oyunculuk performanslarını olmamışlar, olamazlar ve yabana gitmişler olarak üçe ayırdım. Selma Ergeç ve Birkan Sokullu "şimdilik" o kaosun içinde ayaklarını yere sağlam basarak macera aramadan durmayı becermiş, yabana gitmişler sınıfına kafadan yazılmışlar. Ellerine sağlık. Zira macera arayanların nasıl mundar edildiğini de izledim. Salt bir korku öğesi olarak kullanılmasının haksızlık olduğunu görerek Eğlence Tarihi'ne "vampir" figürünü popüler ve çok satan bir öğe olarak hediye eden Neil Jordan'dan beri ırk böyle bir eziyet görmedi. Her biri diğerinden pejmurde, pasaklı, yüzüne bakılamayacak kadar tiksinç olmaya çalışan bir takım garip karakterler dünyası yaratılmış ve buna Eşeli'nin zihni Nosferatu öykünmeli "hip hop" demiş. Oldu canım. Hayrını gör!
Fantastik kurgu temelli hikayelerde çok basit bir kural vardır. Herkesin "Vampirler sadece gece gezer ve güneş ışığı onları öldürür" dediği yerde, siz çıkıp "Hayır, onlar artık gündüz de gezebiliyor" diyebilirsiniz. (Bakınız:Interview with the Vampire -1994) Ayakları kıllı ve büyük olur diye bilinen Hobbitler için de çıkıp "Hayır onların ayakları kıllı ve büyük değildi" diyecekseniz sizden makul bir açıklama bekleyen milyonları ikna etmeniz, teorinize inandırmanız gerekir. Bu tip dünyaları ilerletmek, yeniden yorumlamak, geliştirmek, geleceğe taşımak için öyle af buyur götünden element uydurmak yetmez. Seyirciyi inandırmak gerekir. Aksi halde ahvaliniz Dünyayı Kurtaran Adam'dan da beter olur zira yıl 2018.
Mia, 164 yıl sonra kendini ısıran Dmitry'yi bulup öldürmek ve yeniden insan olmak için İstanbul'a geliyor. Neden? 164 yıl sonra ne oldu da Mia'nın canına tak dedi? Son zamanlarda euro çok yükseldi ondan mı? Başarısız ninni söyleme meselesiyle "anne" olduğu ima edilmek istenen Mia neden yeniden insan olmak istiyor? Son torunu da ölmüş geçen yaz ondan mı? Bunu bilmeyeceksek, bu gerekçeyi bir sır gibi SONRA öğreneceksek siz zaten hiç drama bilmiyorsunuz, kapatın dükkanı gidin organik tarım yapın, seyircinin zekasıyla alay etmeyin. Dünya üzerinde "yarattın bari takip et" denmeyecek nadir ırklardan biridir vampirler (anladınız siz onu). Koca koca insanlarsınız, ayıp!
Velhasılıkelam iki koca bölümde karakterler hakkında hemen hemen hiçbir şey öğrenemiyoruz pejmurde vampirler olmaları dışında. İlk bölüme hikayesiyle Dmitry hakim; hikayenin baş kötüsünden de çekinmemiz, korkmamız değil, alenen tiksinmemiz istenmiş çünkü Nosferatu. Çorba sahnesindeki hallerini ve o ağzındaki kürdanı gördükçe Allah affetsin karakterden gerçekten tiksindim. Başarmışsınız. Ayrıca tanıyan herkesin "dünyaya düşmüş bir melek" diye tanımladığı nezaketi ve altın gibi kalbiyle sektöre nam salan Kerem Bürsin her karakteri aynı oynamaktan bıkmadı. Buna bir çözüm bulamadı. Sağlık olsun.. Sağlam fan sahibi olmak, fanlar tarafından tartışmasız sevilip, onaylanmak, göklere çıkarılmak yeterli geliyor demek ki.. Eh, her biri başarısızlıkla neticelendiği halde peş peşe yeni yeni işler gelince de "doğru yoldayım" zannediliyorsa; bana da çenemi kapamak düşer neticede..
Özetle Yaşamayanlar bom boş ve acemi klişelerle örülmüş bir hikayeye; delik deşik, dünyaya, duygulara önem vermemiş, saygı göstermemiş bir senaryoya; 2018 yılında yerlerde sürünen çekim kalitesiyle izlerken utandığım sahnelere imza atan bir rejiye sahip yazık edilmiş bir fikircik.. Bir buçuk yıl üzerinde çalışılan projeyi bize tatlı bir tevazu ile sunsalar, insanın içinden ortaya çıkan işi hırpalamak gelmez. Pamuklara sararsın. Sırt sıvazlar, "olsun, bi dahakine yaparsınız" dersin. Ancak "biz zaten kendimizi hunharca eleştirdik", "Okuduğum anda bu çok iyi yazılmış dünyanın içinde olmak için kırlarda neşeyle koşturdum", "Biz hip-hop vampir dizisi yaptık, siz annamazsınız", "Risk budur! Biz almayacaksak kim alacak?", "Cesuruz, kutluyuz" demekle yetinmeyip bir de yarın koşarak içine dahil olacağınız işlere burun kıvırarak tepeden bakıp "Televizyonda zaten hep rererö hikayeler var" dedin mi işin rengi değişir.. Yeniden yaratım, kabul görmüşü yıkıp baş kaldırmak, sektörü ileri taşımak ve kendi kurallarını koyup özel bir dünya kurmak bu değil, bu olsa olsa kibir dolu bir yutturmacadır.. Kendini fena halde kandırmacadır.. Ben de na şurama kadar tokum, almayayım..
Projeye inanarak sonsuz bir samimiyetle içinde durmaya çalışan herkesin gönlüne bereket. Dilerim Blu Tv de, içindeki heyecanı ve samimiyeti yitirmeden ama düştüğü taklalardan da ders çıkararak yeniyi denemekten asla vazgeçmeden içerik üretmeye devam etsin. Hepinizin yolunuz açık olsun..