İtiraf edeyim, dün akşam Ufak
Tefek Cinayetler için ekran başına geçmemin ilk nedeni ne güçlü oyuncu
kadrosu, ne de şimdilerde yayınlanan dizilere nazaran daha farklı olan konusuydu.
Yazdığı romantik komediyi 69 bölüm boyunca keyifle izlediğim Meriç Acemi’nin,
bu türe oldukça zıt bir başka işi ne şekilde yazacağının merakıyla ve alt yapısını
göz önüne aldığımda bunu da başaracağının inancıyla oturdum televizyonun
karşısına. İyi ki de oturmuşum.
Sosyal medyada dizinin birkaç yabancı diziye benzetildiğini
gördüm. Onları izlemediğim için bu konuda bir şey diyemeyeceğim ama ben
izlediğim şeyi beğendim. En baştan başlayayım; jenerik acayip hoşuma gitti. İlk
izleyişimde görüntüleri takip edeceğim diye oyuncuları da, kamera arkası ekibi
de okuyamadım. İnsanı diziye hazırlayan, meraklandıran bir yapısı vardı. Sonra döndüm
bir daha izledim. Jenerik kadar beğendiğim
bir diğer nokta da müzikler oldu. Jenerik tasarımı ve müziğiyle zaten havaya
girmişken, bölümün içinde kullanılan
melodiler de cinayetin ve sırların gerilimini artırdı, heyecanımı diri tuttu.
Önce normal yaşamı uzatıp uzatıp sonra mevzuya girmektense, cinayeti
daha ilk sahneden vermek doğru bir kurgu tercihi olmuştu, beni baştan
meraklandırdı. Sonra karakterleri tanıyarak, yaşantılarını öğrenerek yaklaşık
ilk 1 saati sıkıntısız atlattım. Sonrasında bir ara tempo düştü, çünkü 2 saat 10 dakika dizi
mi olur? Halbuki 60-70 dakikalık az ve öz bir iş olsa ne uzun uzun spor yapmalarını,
ne o ağır çekimleri izlerdik. Hikayenin yavaşladığı bu zamanları da “Bade İşçil
çok mu zayıflamış?”, “Tülin Özen hala bebek gibi.”, “Aslıhan Gürbüz önceki
karakterlerinden nasıl da farklı.”, “Gökçe Bahadır ne kadar da asil duruyor.” gibi
değerlendirmelerle geçirdim kendi adıma. Tabii ileride sıkılabilirim, orası
belli olmaz.
Kızların geçmiş defterleri açıldığındaysa ekrana daha bir
odaklandım. Şimdiki yapay ve “boş” hallerinin aksine, geçmişin sahiciliği ve
duygusu beni daha çok etkiledi. Bir kere grubun gençlik castı muhteşemdi! Misal
Aslıhan Gürbüz’ün kendi gençliği gelse bu kadar benzeyemezdi diye düşünüyorum. Sadece
görsel bir benzerlik de değil bu, genç kız Merve’nin bakışı gülüşü dahi olgun
Merve’nin tavırlarıyla aynıydı. Keza Gökçe Bahadır’ın gözbebeklerindeki hüzün, iftiraya
uğrayan gencecik Oya’nın yüzünde de vardı. İnşallah gençlik hallerini ara sıra
gene izleriz.
Kurulan zengin dünyasını da başarılı buldum. İzlemekten en
keyif aldığım karakter ise, en “civcivli” karakter olan Merve idi. Aslıhan
Gürbüz’ün, yapmacık ve acımasız Merve’yi yorumlayışını da sevdim. Ayrıca kocasını
aldattığını da düşünmüyorum. Neticede kocası da Mert Fırat yani…^^ Neden diye
sorarlar sonra. Gökçe Bahadır’ı biraz soğuk buldum ama bu soğukluğun Oya karakterinin
içinde tüten geçmiş yangınından kaynaklandığını düşünüyorum. Yaralarını tekrar
kanatacak adımlar atarken diğer kadınlarla can ciğer kuzu sarması olması
beklenemezdi. Biraz zayıf ve müşfik Arzu’yu canlandıran Tülin Özen, daha
eteğindeki taşları dökecek fırsatı bulamadı, bulduğu zaman zevkle izleyeceğimi
biliyorum.
Özetle, ben bu işi sevdim, devamının ne şekilde geleceğini,
kimin maktul kimin katil olduğunu merak ettim. Oya’nın geçmişin intikamını
almak için atması muhtemel adımları da şimdiden destekliyorum. Yolu açık,
reytingi bol olsun.