Dolunay mutfağı

Dolunay mutfağı
Kış boyunca yayınlanan dizilerdeki seri kötülüklerden, bin bir türlü aksiyondan, karanlık atmosferlerden o kadar sıkılmıştım ki, ne anlatırsa anlatsın ferah yazlık elbiseler giyen bıcır bıcır genç kızları, başarılı klas genç adamları, renkli havadar bahçeleri, havuzları izlemek için “Bir an önce yaz dizileri başlasın.” diye yakınıyordum ve bayramdan sonra teker teker başladılar nihayet. Dolunay da bunlardan biri.

Hemen hemen tüm anneler yaprak sarma yapar. Çünkü çok sevilen, sofraya geldikçe alkışlanan, yapıldıkça yenilen bir yemektir. Ama herkesin usulü kendine göredir. Misal zeytinyağlı yaprak sarmasının içine koyduğunuz malzemeler zevke göre değişir. Kimisi mesela Nazlı (Nazmiye’den türeyen(!) Nazlı) gibi içine kuş üzümü koyar, kimisi Ferit gibi kuş üzümlü sevmez. Bazısı çam fıstıklı sever, bazısı domatesini bol koyar. Siz tarçına burun kıvırırken, bir başkası çok yakıştırabilir. Serçe parmak inceliğinde saran da bulunur, “sarılan” şeye “dolma” sıfatını yakıştıracak kadar kalın saran da. Etli sarmaya hiç girmiyorum bile... Yani demem o ki, özünde hepsi “yaprak sarma”dır, fakat içeriği ve sunumu herkese göre farklıdır. Herkesin etrafında favori bulduğu bir yaprak sarma vardır illa ki ama mühim olan aynı yemeği yaparken kendine has tarzı, tadı tutturmak; “Aynı annemin sarması.”ndan çok, “Fatma Teyze’nin sarması da bir başka güzel oluyor.” dedirtmektir.

Pek çok iş, tüm klişe romantik komedi kodlarını uygulayarak yola çıkabilir. Ama akılda ve ekranda kalıcı olmak için bunların yanına, kendi dillerini, kendi tatlarını katabilirlerse, sonunda nevi şahsına münhasır bir iş olarak hatırlanırlar. Zira bir maratonda da herkes aynı tempoyla, aynı şekilde koşmaya başlar. Fakat o ipi göğüsleyip madalya kazananlar, temposunu artırıp, hızı veya tarzı gibi farklı özellikleriyle kendini öne çıkartabilenler olur. O yüzden “Şu iş buna benziyor, bu şuradan araklanmış.” demek yerine, anne sarmasının çıtayı koyduğu yerin bilincinde olarak, diğer işlerin de kendi tatlarını sunmalarına müsaade etmek gerektiğine inanıyorum. (Yasal uyarlama yapılması gereken durumlar hariç elbette.) Ben de bu düşünceyle, türe çok aç olmamakla birlikte, kışın boğulduğumuz dram dizilerinden sonra yazın ferahlığına aç bir halde Salı akşamı oturdum sofraya. Tok ağırlamak zordur derler. Bu nedenle yediğim yemekten tat alıp almadığım konusunda kararsızım. Kendimi ne tok, ne aç hissediyorum. Kötü bir iş mi? Değil. Sevdim mi? Bayılmadım.



Sanırım anne sarmasının en güzelini daha önce yemiş biri olarak beni sıkan şey, bilindik bir yemeği yerken yeni bir tat alamamak oldu. Halbuki benim için esas önemli olan nokta buydu. Başrollerdeki Özge Gürel ve Can Yaman’ı yan yana elektrik olarak yakıştırdım, daha önceki işlerinde de yarım yamalak izlemişliğim var. Detaylı izlemediğim için oyunculuk kabiliyetlerini doğru değerlendiremediğimi ve önceden canlandırdıkları karakterlerle bu dizide canlandırdıkları karakterler arasındaki ince nüansları fark edemediğimi söyleyebilirsiniz elbette ama Nazlı ve Ferit olarak bana yeni bir şey söylemiyorlarmış gibi geldi. Fakat burada bence bir ayırım yapmam gerekiyor. Nazlı karakteri, Özge Gürel’in daha önceki işlerinde canlandırdığı diğer karakterlerden çok farklı değil gibi. Yani oyuncunun iş listesinden dolayı hissettim ben bu “aynılık” hissini. Ferit karakteri ise, gördüğüm kadarıyla Can Yaman’ın daha önce canlandırdığı karakterlerden daha farklı. Lakin yaratılan karakter, daha önce defalarca kez izlediğimiz bir model. Burada da oyuncudan ziyade karakter nedeniyle dejavu yaşadım, yıllar içerisinde pek çok defa canlandırılan karakterler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Yani karşımızdaki, tutan ve sevilen bir formül ama ben doydum. Artık bildiğim bir şeyin içinde bile bir farklılık istiyorum ki iştahım kabarsın. Farklılık yaratmanın önemini en başta Ferit güzel verdi mesela. Nazlı’nın hadsiz(!) notuna rağmen, onu önceki aşçıları gibi işten kolayca çıkartamamasının sebebi, Nazlı’nın ötekilerden “farklı” olarak çok lezzetli ve özenli bir şekilde o enginar dolmasını yapmasıydı. Mesela Hakan Kurtaş’ın canlandırdığı Deniz karakteri ve Türkü Turan’ın oynadığı Alya da daha bir farklı geldiği için, beni daha çok heyecanlandırdı, meraklandırdı. Bunun yanında, ilk bölüm için tempoyu biraz düşük buldum. Deniz ve aşırı sevimli Bulut(^.^) dışında, ilk bölüme etkisi olmayan, kız kardeş, anne, enişte gibi ailenin diğer fertleriyle tanışmamız ertelense bundan şikayetçi olmazdım. Zaten daha Ferit ve Nazlı’yı tanıyamamış, aralarındaki notlu veya “restleşmeler”e henüz ikna olamamışken, diğer taraftan da herkesle aynı anda tanışmayı tercih etmezdim. Çünkü bu tanıştığım herkes de, aileyi canlandırmalarına rağmen birbiriyle daha tam uyum sağlayamamış, kaynaşamamış gibi geldi bana ve onların arasındaki kopukluk benim de onlardan kopmama neden oldu.

Birbirinden kopuk duran, henüz birbiriyle kaynaşamamış aile bireyleri kendilerini ve birbirlerini tanıdıkça ısınırsa, Ferit türdeşlerinden farklılığını, Nazlı ideallerini yansıtırsa, Dolunay’ın da diğer dizilerin arasından sıyrılmaması için hiçbir neden yok. Yapsın, sevilsin ve izlensin. Emeği geçenlerin ellerine sağlık, ben yedim Allah artırsın, sofrayı kuran kaldırsın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER