Uzun zamandır devam eden sabredip dizi izleyememe, bir diziyi heyecanla bekleyememe, bölüm sonrası yorum yapmak için bir istek duyamama eksikliğimi yeni başlayan bu AMC dizisiyle nihayete erdirmeyi planlamıştım. Zira hava ve zemin şartları bu plan için çok müsait görünüyordu.
Feed the Beast,
Breaking Bad, Mad Men, The Walking Dead, The Killing, Hell on Wheels gibi oldukça başarılı diziler ortaya çıkaran kanalın yeni işi. İlk sezonu on bölüm olarak tasarlanmış ki benim gibi artık sündükçe sünen dizilere tahammülü olmayanlar için gayet makul.
Dexter gibi hastası olduğum bir dizinin yaratıcı ekibinden Clyde Phillips bu yapımda da senarist ve uygulayıcı yapımcı olarak görev almış. En önemlisi, üst düzey bir oyunculuğu olmasa da
Across the Universe filmi ile çok sevdiğim ve rol aldığı bütün filmleri izlemeye çalıştığım Jim Sturgess ile taa atv’de Türkçe dublajlı yayımlandığı zamanlarda keşfettiğim unutulmaz dizi
Friends’in Ross Geller’ı olarak sevdiğimiz David Schwimmer’ı başlıca rollerde bir araya getiriyor. Dizinin yayımlanan ilk
trailer’ı da seyredebilir bir iş olacağı konusunda heyecanımızı canlı tutmuştu.

Dizi Danimarka yapımı Bankerot dizisinden esinle hazırlanmış ve bizleri gastronomik bir dünyaya doğru bir yolculuğa çıkarmak için yaratıcı ekibin elinde güzel bir potansiyel var. Aralarında on küsur yaş fark olan Jim Sturgess ve David Schwimmer’ın kanka oynayacak olması vaziyetine ilk duyduğumda çok anlam veremesem de, canlandırdıkları karakterler aslında ilgi çekici. Jim Sturgess, başı dertten kurtulmayan, kokain bağımlısı, serseri ama yemek yapma konusunda aşırı yetenekli eski şef aşçı Dion Patras (bir de Yunan köken eklenmiş, iyice çeşnilenmiş) olarak eh işte bir performans göstermiş. Özellikle yemek yaptığı sahnelerde bizi yeteneğine ve aşçılık tutkusuna inandırıyor ancak serseri ve illegal adamı oynadığı kısımlardaki maalesef sinir bozucu tek mimiğiyle samimi oyunculuk çizgisinden oldukça uzaklaşıyor.

David Schwimmer’ın canlandırdığı Tommy Moran ise eski şarap garsonu (sommelier’in tam karşılığı ne olabilir bilmiyorum, şarap konusunda aşırı bilgili klas bir garson oluyor anladığım kadarıyla), yeni başarısız şarap satıcısı ve dertten kederden alkolik olmak üzereyken tanıdığımız bir adamcağız. Eşini bir trafik kazasında kaybetmesinin üzerinden bir yıl kadar bir süre geçmesine rağmen travmayı atlatamamış, üstüne Dion sağolsun üçünün beraber çalıştıkları restoranın yanıp kül olması sonucu işinden olmuş, üstelik dünya tatlısı oğlu TJ (Elijah Jacob isimli çocuk oyuncu gözleriyle pek güzel oynuyor) annesinin ölümünden sonra hiç konuşmamaya başlamış. David Schwimmer böylesi yaralı bir adamın sancılarını bazı sahnelerde oldukça iyi hissettiriyor.

Lakin iki arkadaşın birbiri için önemini henüz anlayabilmiş değiliz. Yani ikisi de loser ve bir şekilde artık yırtmak istiyorlar, evet. Kulağa klişe gibi geliyor ama güzel canlandırılırsa neden izlenmesin? Eğer başaramazlarsa Dion’un kaybedecekleri Tommy’den çok daha fazla olduğu için hep hayalini kurdukları Akdeniz mutfağından esintiler sunacakları şık restoranı The Bronx (The imiş, evet) gibi varoş bir muhitte açmak gibi fantezilerini gerçeğe çevirebilmek adına her yola başvuracak gibi duruyor ama Tommy Dion’a neden tahammül ediyor, evini filan açıyor pek anlayamadım ben şahsen. Zaten casting de daha evvel belirttiğim gibi iki yakın arkadaşı canlandırmaları için biraz abuk kaçmışken aralarındaki bağın altını doldursalar hiç fena olmaz.
Dizide henüz yerine tam oturmayan diğer parçalar; Dion’un genelevimsi ilginç bir müessese işleten amcası Stavros, yakılan restoranın da sahibi olduğunu anladığımız ve ikinci bölümde Polonya eşrafından olduğunu öğrendiğimiz hobi olarak kerpetenle diş söken, o da olmazsa parmak kıran Dion’un belalısı mafyatik abimiz, Dion’un başının mafyayla dertte olması yetmiyormuş gibi bir de peşinde dolaşıp olmadık anlarda sıkıştıran bir diğer psikopat polis abi, ikinci bölümde iyice hikâyenin içine giren ve Tommy gibi naif bir adamla alakasını kuramadığımız derecede karanlık bir profil çizen babası ve Tommy’nin grup terapisinde tanıştığı ve kendisinden hoşlandığını anladığımız Latin hanım kızımız.
Kısacası dizinin yayımlanan iki bölümünde güzel sahneler vardı (Dion’un şarap şişesiyle makarna hamuru açması, Tommy’in bir kadını gerçekten sevmek ve onu kaybedince hissedilenler üzerine tiradı gibi), özellikle pilot bölümü ikincisini merak ettirdi ama ikinci bölümden sonra nedense kalan bölümlerin bekleneni veremeyeceği hissine kapıldım ben. Özellikle sofistike yemeklerin hazırlanışıyla ilgili daha çok sahne görmek isterdim ama mafyavari ve kriminal olaylar daha çok yer kaplayacak gibi duruyor şimdilik. Kalan sekiz bölüm izlenebilir ama yeni sezon için yenilebileceğine dair pek ışık vermiyor açıkçası Feed the Beast.
Özetle, malzeme bol ama ekip bunları maharetle birleştirip güzel bir yemek ortaya çıkaramamış henüz.