The Nevers: Bizim kadınlarımız sadece kurban değiller. Karşı koyacaklar ve kendilerini koruyabilecekler

Elizabeth Berrington  - (Lucy Best)

The Nevers’taki karakterinizi tarif edin.
Karakterim Lucy Best’in bir bakıma çok net olduğu söyleyebileceğimiz bir yeteneği var. Onun yeteneği gücü. Lucy bir tür koruyucu gibi, hikayedeki anne veya abla gibi. Yiğit bir kadın, biraz kavgacı ve ellerinde bir gücü var. Yeni ailesini kırarak, ezerek ve yıkıcı olarak koruyor denebilir. Ama onu kendi gücüyle böyle yaralayan şey de aslında bu yıkıcı unsur. Çünkü gücü, hayatında ve ilişkilerinde büyük hasara neden olmuş. O yüzden, bir çatışma içinde.

• The Nevers bir dönem dizisi ve doğaüstü unsurlar içeren bir fantezi hikayesi. Modern çağ izleyicilerine ne anlatıyor?
Şehirlerdeki Victoria devri kadınlarına baktığınızda sıklıkla kadın kurbanların hikayeleriyle karşılaşıyorsunuz. Karın Deşen Jack ve onun elinde korkunç bir şekilde ölen onca kadın… Burada, o hikaye tepetaklak ediliyor. Bizim kadınlarımız sadece kurban değiller. Karşı koyacaklar ve kendilerini koruyabilecekler çünkü bir kenarda bir sırları var. Bu, diziyi izleyen seyirci için iyi bir his demek. Oynamak da kesinlikle iyi geliyor. Mesele kız kardeşlerlikle ilgili ve daha büyük bir grubun içinde her kadının kendi hakikatini araması. 

• Dizi çekim yerleri, kostümler, yapım tasarımı ve efektler açısından büyüleyici. İçinde olmak nasıldı?
Bu sektörde yaratıcı olabilmenin heyecanlarından biri de bu işte. Çekim yerlerine gidip yapım tasarımcılarının haftalarca nelerin üzerinde çalıştıklarını görmek…  O dahiyane metnin içinde bir şeyler yaşıyorsunuz ve sonra onların zanaatkarların elleriyle ete kemiğe büründürüldüklerini görüyorsunuz. İnsan bundan asla sıkılmıyor. İnsanı derinden etkiliyor ve gerçek bir onur. Birinin bir duvarda yarattığı bir boya efekti gibi ufak şeyler bile harika. Veya küçük mum dükkanlarıyla ve fırınlarla dolu Victoria devri sokakları. Hepsi enfes. Oyuncu olarak rolünüzü gerçekçi kılmanız için sizi besliyor.  Bunu seviyorum. O uçuk spor arabanın (Penance’ın üç tekerlekli prototipi) içinde olmayı da çok sevdim. Ona bayıldım.

• Araba gerçekten çalışıyor muydu?
Evet! Bence yola elverişli bir araba. Formula 1 standardında değil ama biraz elden geçse sürülebilir.

• Karakterinizin oldukça kavgacı bir rolü var. Filmdeki dövüş sahneleri nasıldı?
Harikaydılar. Öyle sahnelerin çekilmesinin istenmesi harika. Daha önce ufak dublörlük işleri yapmıştım ama onlar genelde birinden darbe almakla ilgili oluyor. Vurup, kırıp, parçalayanın kendiniz olduğunuz kavga sahnelerinin parçası olmak çok eğlenceli. Oraya buraya atlamak! Çok iyi.

• Diziyi izleyince, özellikle ilk bölümlerde insanın kafasında çok soru doğuyor. Tüm bunların nereye doğru gittiğine ve görevin ne olduğuna dair bir fikriniz var mı?
Sanıyorum tüm oyuncular bu konuda benimle hemfikir. O hikayelerin yaratıcısına, yaratım sürecine ve karakterlerin ifade ettikleri şeylere sonuna kadar güveniyoruz. Tamamıyla emin ellerde olduğunuzu biliyorsunuz. Hatta bazen, bir sonra ne olacağını bilmemek bir bakıma işe çok tatlı bir doğaçlama havası kazandırıyor. Çünkü bilmeni gerektirmeyen bir sürü şey var. Bu, orada keşfetmeni bekleyen koca bir gizemin yattığı anlamına geliyor. Bir sonra ne olacağını bilmemek de harika olabiliyor.

• Yeteneğinizin ne olacağını ilk öğrendiğinizde ne hissettiniz? Başkalarınınkini kıskandınız mı?
İnsan bu işin parçası olduğu için bile çok memnun oluyor. Sonra kendini elindeki hikayeye veriyorsun. Başka birinin replikleri bende olsaydı diye düşünerek pek zaman harcamıyorsun.

• Seçebilecek olsaydınız gerçek hayatta nasıl bir yeteneğinizin veya gücünüzün olmasını isterdiniz?
Şifalı eller, lütfen. Şifalı bir dokunuş fikri hoşuma gidiyor. Bu güzel olurdu.

• Kostüm ve yapım tasarımı açısından The Nevers dünyasında yaşamak nasıldı?
Dizide iki kostüm tasarımcımız vardı. Michelle Clapton ve Jane Petrie. İkisi de çok yetenekli. Ekiplerinin ördüğü ve diktiği her şey harika. Victoria devrindeki insanlar evde örgü örmeye düşkün oldukları için dizide örgü ören bir sürü insan vardı. Bu muazzam giysileri ören koca bir ekip vardı. Kostümleri giymenin verdiği heyecan da var. Kostüm katı, sanıyorum oyuncuların hepsi bana katılacaktır, en heyecan verici yerdi. O zarif kostümlerin çoğu Paris, Fransa’dan geldi. O dönemin giysilerini temin eden büyük bir tedarikçi var. Daha önce el değmemiş olan çeşitli özgün parçalar vardı ve dizide giyilmeyi bekliyorlardı. Oyucular giyinmeyi severler, değil mi? Yani cennetteydik. En sevdiğim parça, hanımların akşam yemeğinden sonra hava serinleyince kullandıkları o örgü şallar. Görmüş olduğunuz en göz alıcı şey olmayabilir ama alın size Lucy. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER